Türkiye’de hiç bilinmeyen çok ilginç bir müessese: İstifa… – Doç. Dr. Murat Sevinç (Diken)

Türkiye’de hiç bilinmeyen çok ilginç bir müessese: İstifa… – Doç. Dr. Murat Sevinç (Diken)

Sistem sorunlarından söz edenler, keşke istifa gibi son derece medeni kurumlardan/yollardan haberdar olsaydı. Fransız içişleri bakanının istifa gerekçesini bizimkilere ‘anlatmak’ dahi mümkün değil

Sistem sorunlarından söz edenler, keşke istifa gibi son derece medeni kurumlardan/yollardan haberdar olsaydı. Fransız içişleri bakanının istifa gerekçesini bizimkilere ‘anlatmak’ dahi mümkün değil

Türkiye’deki anayasa ve sistem tartışamamaları esnasında sık karşılaşılan argümanların başında, halihazırdaki yapının açmazlarının görmezden gelinmesi eleştirisi var. Önerilene  karşı çıktığınızda ‘Peki bu sistemin hiç sorunu yok mu?’ yolundaki ‘boş’ soruyla karşılaşılıyor. Soru ‘boş’, çünkü önerilenin önerilme gerekçesiyle ilgisi yok! İki temel gerekçesi var söz konusu içi boş tepkinin: İlki, gündemdeki öneri üzerine söylenecek pek bir şey olmayışı. İkincisi, halihazırdakinin mutlaka değiştirilmesi gerektiği yönünde oluşmuş, oluşturulmuş kesin kanı.

Oysa ilk soru şu olmalı: Herkes ne üzerine tartışıyor? Memleketteki sistem ‘sohbet’leri, akıl yürütülerek tanımlanmış sorunlar üzerinden yapılmıyor. Nasıl ki bir hastalık doğru teşhis edilmeden uygun tedavi yöntemi uygulanamazsa, siyasal sistemin sorunları da dürüstçe tespit edilip özgürce dile getirilmeden anlamlı çözüm önermek mümkün değil. Mümkün olmadığı için de, her ‘sohbet’, ister istemez ‘zırva’ kalmaya mahkum.

Biraz açalım. Deniyor ki, parlamenter sistemle devam etmek mümkün değil. Neden? Çünkü bu sistem istikrarsızlığa neden oluyormuş. Ne demek bu? Kastedilen ekonomik ve siyasal istikrarsızlık mı? Eğer öyleyse, bu durumda Türkiye AKP döneminde yani tam 15 yıldır istikrarsız mıydı? İstikrar yakalanamadıysa, bunca zamandır dinlediğimiz ilerleme propagandası tümüyle yalandan mı ibaretti?

Bir çocuğun aklına gelebilir bu soru/sorular bunlar, değil mi? Devam edelim…

Yürütme yetkisinin büyük ölçüde bir kişiye verilmesi ve devlet başkanının bunca yetkiyle donatılmasının, örneğin işsizliğin azaltılmasıyla ne ilgisi olabilir? Ya da terör eylemlerinin sona ermesiyle?

Güvenlik güçleri ve istihbarat, parlamenter sistem nedeniyle, hangi zafiyeti sergiliyor? Bir vahşinin yılbaşı akşamı, şehrin göbeğinde eğlenen 39 kişiyi katletmesiyle, parlamenter sistem arasında nasıl bir bağ kurulabilir?

Yaşadığımız sorunlardan hangisi, yürütme organının yapılanmasıyla bağlantılı? Kuşkusuz hiçbiri. Bunlar arasında zorunlu ilişki kurmaya çabalayan her insan, kaçınılmaz biçimde saçmalar.

Yineleyelim: Bu durumda biz, ne üzerine konuşuyoruz? Güçler ayrılığı ilkesinin, ahı gidip vahı kalmış yargı bağımsızlığının, meclis egemenliği ilkesinin canına okuyacak bir önerinin, sanki her şey olağanmış gibi konuşulmasının akıl fikir tutulması dışında ne gibi bir gerekçesi olabilir?

Tartışıldığı iddia edilen metin, bir sorunumuzun tespiti ve sonrasında uygun çözüm üretme çabasının sonucu değil. Herkes, aslında ne olup bittiğinin, kimin/kimlerin ne talep ettiğinin ve olanların demokrasi ya da her ne demekse, ‘istikrar özlemi’yle ne ölçüde ilişkili/ilişkisiz olduğunun farkında kuşkusuz.

Yine aynı soruya gelelim. Şu meşhur soruya. Peki parlamenter sistemin hiç sorunu yok mu?

Var. Var var olmasına da, önerilen tuhaflık, o sorunlara çözüm değil. Çünkü o sorunların temel nedenlerinin başında, demokrasinin cılızlığı geliyor. Örneğin, matrak bir ‘Hayır’ videosu çeken 21 yaşındaki genç insanın 24 saat içinde tutuklanmasının, hükümet biçimiyle bir ilgisi var mı? Ya da memleketin neredeyse tüm ekranlarında, her Allah’ın günü aynı insanların sesini duyuyor olmamızın. Ya da ‘Evet’ propagandasının devlet imkanlarının seferber edilerek sürdürülmesinin. Ya da devlet başkanının cezaevindeki gazeteciler hakkında sarf ettiği sözlerin. Akıl almaz ifadelerin sorumlusu parlamenter sistem mi?

Üç beş yıl önce cezaevindeki askerler teröristti malum. Ülke, düzmece delillerle bağırsaklarını temizliyordu vs. Ardından ‘Allah affetsin’ süreci yaşandı. Laik bir hukuk düzeninde, yüzlerce insanın kayıp yıllarının sorumluluğu, Allah’a havale edildi. Şimdi, gazeteciler terörist. Bir sonraki ‘af dileme’ sürecine dek. Vahametin sorumlusu, sorumluları? Parlamenter sistem mi? 2010’da HSYK’nin hepimizin gözü önünde, çıtlata çıtlata Cemaat’e teslim edilmesinin mesela? Parlamentarizmin marifeti miydi? Dış politika felaketleri? Hangisi iki başlı yürütmeden kaynaklandı? Ayrıca nicedir o başlardan birinin hükmü kaldı mı Türkiye’de? Memleketi başbakan ve bakanlar mı yönetiyor?

Türkiye, hükümet biçiminden değil, demokrasinin her geçen gün cılızlaşmasından kaynaklanan sorunlar yaşıyor. Giderek derinleşen.

Ama çok merak ediyorsanız parlamenter sistemin temel açmazından da söz edelim. Bu sistemlerde, başkanlık sistemlerden farklı olarak ‘yumuşak güçler ayrılığı’ benimsenir. Asıl güçler ayrılığı da, yargı ile diğer ikisi arasındadır aslında. Çünkü parlamento çoğunluğu özellikle bir partinin egemenliğindeyse, parlamenter sistemin ana kuralı büyük ölçüde işlevsiz hale gelir: Bakanların meclise karşı sorumluluğu. Özellikle meclis soruşturması ve gensoru. Çünkü bir hükümet mensubunun soruşturulup yargılanması ya da düşürülmesi, partisi onu feda etmediği sürece mümkün olmaz. Sorun da burada zaten. Yani şu ‘feda’ sözcüğünde.

Parlamenter sistemin iyi işlemediğini dile getirenler, yukarıdaki sorundan mı şikâyetçi sizce? AKP’liler ‘Biz bakanlar yargılansın, hesap versin istedik ama sistem nedeniyle başaramadık’ mı diyorlar? ‘Bakanları Yüce Divan’a göndermeyi çok istedik ama ne yazık ki parlamenter sistem nedeniyle başaramadık.’ Bu mu söyledikleri? Dalga mı geçiyorsunuz?

Şunu unutmayın: Parlamenter sistemler açısından sorun olarak tanımlanabilecek bu ‘denetim/hesap sorma’ güçlüğü, AKP için büyük bir ödül haline geldi. Hesap vermeyi çok istediler de, halihazırdaki sistem engel olmadı. Aksine, hesap vermek istemediler ve bunun için o çok şikayetçi oldukları sistemin hükümlerine/ilkelerine sığındılar.

Demek ki parlamenter sistemden yakınmalarına değil, şükran duymalarına neden olan bir durum söz konusu.

Gelelim başlığa.

Teamülü olmayan, geleneksiz bir ülke yok. Her sistemin yazılı olan ve olmayan ilkeleri söz konusu, onu ayakta tutup yaşamasını sağlayan. Anayasal kurallar denilen yalnızca ‘yazılı’ olanlardan ibaret değil. Anayasal düzen, çok sayıda ve tarih içinde olgunlaşmış gelenekten oluşur. Yönetimi biçimlendiren geleneklerin niteliği ve demokrasiye katkısı büyük ölçüde belirleyici kuşkusuz.

Batı demokrasilerinde siyasal açmazların/tıkanıklıkların çözümünde en sık başvurulan yöntemlerin başında ‘istifa’ geliyor. Sorumluluk ilkesi ve duygusunun sonucu. Siyasal ve kişisel bir sorumluluk. Haliyle, kaçınılmaz biçimde asgari bir ‘mahcubiyet hissi’ de gerekiyor eyleme geçilebilmesi için. İlginç bir kurum istifa. Topraklarımıza tümüyle yabancı. Belki duymuşsunuzdur da pek tanık olmamışsınızdır. UFO gibi anlayacağınız. Duyarız ama görmeyiz; gördüğünü iddia eden bir iki kişinin anlattıklarıyla sınırlıdır ufkumuz.

Son bir iki yılda muhtelif gerekçelerle görevlerinden ayrılan Batılı yöneticileri şöyle bir hatırlayalım. İki önceki Alman cumhurbaşkanı, Brexit sonrası İngiltere başbakanı, İzlanda başbakanı, Polonya’da üç bakan, İtalya başbakanı, Bulgaristan başbakanı, Slovenya başbakanı vs… Son olarak Fransa içişleri bakanı. İki kız çocuğunu yaz aylarında danışman olarak çalıştırdığı için yolsuzluk iddiası ortaya atıldı ve ayrıldı Fransız Bakan. Örnek çok…

Saydığım istifalar, öyle Davutoğlu’nun ayrılması gibi değil. Çeşitli iddialar ya da başarısızlıklar söz konusu olduğunda, makamlarını terk ediyor yöneticiler. Ne kadar ilginç değil mi? Sorumluluk almayı, göğüslemeyi bildikleri ve var oldukları siyasal kültür bunu gerektirdiği için. Kurumlarını rahatlatıp konumlarının siyasal kangrene dönüşmesine izin vermedikleri için.

Sistem ister parlamenter, ister başkanlık ister yarı başkanlık olsun. Adı ne konulursa konulsun. Eğer o memlekette demokrasi cılızsa, sorunları dürüstçe göğüsleyip siyasal/cezai bedel ödeme ilkesi tanınmıyor ise açmazların üstesinden gelmek mümkün olmaz. Pozitif hukuk düzenlemeleri mi diyorsunuz. İyi hoş da, sorumluluk ve hicap duygularını anayasa hükmü haline getirmek mümkün mü? Demek ki yaşamda ‘metinler’ dışında da bir şeyler var, öyle değil mi?

Hatırlatmakta yarar var: Tüm demokratik kurum ve ilkeler, ancak demokratik sistemlerde anlamlı biçimde varlığını sürdürebilir. Eğer demokratik değilseniz, örneğin anayasanızda laf olsun diye ‘kadın erkek eşitliğinin sağlanması’nı devlete görev verir, ardından hiçbir kurumunuzda eşitliği gözetmezsiniz ve diyelim anayasa mahkemenizin tüm üyeleri heriflerden oluşabilir. Ya da dostlar alışverişte görsün diye ‘ombudsmanlık’ kurumu yaratır, sonra başına Hrant Dink’i mahkum edenlerden birini geçiriverirsiniz. Anlatabiliyor muyum?

Sistem sorunlarından söz edenler, keşke istifa gibi son derece medeni kurumlardan/yollardan haberdar olsaydı. Fransız içişleri bakanının istifa gerekçesini bizimkilere ‘anlatmak’ dahi mümkün değil.

Belki bir gün memleketimiz de böyle değerli yöntemlerle tanışır. Sorunlarımızın çözümüne büyük katkı sağlayacaktır. Üstelik anayasa değişikliğine de gerek yok. Çok daha basit, masrafsız. Asgari sorumluluk duygusu, asgari mahcup olabilme hasleti. Hepsi bu…