Toker, Cumhuriyet Gazetesi Davası'nın ikinci gününüz yazdı
İkinci gün daha kuvvetli hissettim.
Kuşku yok: Bir gün ülkemiz daha demokratik bir ülkeye dönüşecek. Cumhuriyet yargılaması ve duruşmalarda yaşananlar, bu umudun gerçekleşeceği zaman için hazine değeri taşıyor.
İlk günün ardından, gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ile avukatımız Bülent Utku’nun bir güne yayılan dünkü savunmaları da net biçimde bir kez daha gösterdi.
Hem gazetecilik hem de hukuk eğitimi veren üniversiteler için:
Cumhuriyet’in yargılandığı dava bir eğitim müfredatı niteliği taşıyor.
İddianamedeki delilsizlikten kaynaklanan bilgi kofluklarını tek tek sergileyen savunmalardaki olgusal derinlik, muhakeme sağlamlığı, duruşmanın fiziki koşulları ile psikolojik iklimine dek her aşaması ve dakikası ders gibiydi.
Delil olarak gösterilen ve normal koşullarda en sakin insanı dahi çıldırtabilecek saçmalıktaki mantıksızlıkların bu kadar sarih, bilgi yoğun ve üslubunca anlatılması, yolu mahkemelere düşeceklere kılavuz gibi. Sözün özü, hukukçu ve/veya gazetecilik yapmayı düşünen gençlerin Cumhuriyet yargılamasını okuyup öğrenmediği bir eğitim, emin olun eksik kalacaktır.
***
Murat Sabuncu, “adeta”larla dolu iddianame ve suçlanmasına zemin oluşturan verilerin tamamını çürüten bir savunma yaptı.
Zorlama ithamlardaki tutarsızlıkları, gazetecilik temelinde ve sayısız somut örnekler vererek sükûnetle anlattı. Daima tarihe tanıklık etmesi gereken gazetecilerin, artık meslektaşlarının yargılandığı davada “tanıklık yaptığı”nı yorumsuz dile getirse de bu tespitin kendisi çok şey anlatıyordu.
Manşetleri izah: Ne polislerin evindeki en özel alanı karıştırırken, ne 45 yaşında cezaevine girerken pantolonun çıkarılması istendiğinde, ne doktor kontrolüne kelepçeli götürülmenin kendisine, böyle bir yargılamada haber ve manşetleri anlatmak zorunda kalmak kadar ağır geldiğini dile getirdi.
– Yıllardır, avukat olarak yüzlerce müvekkilinin hakkını savunduğu mahkeme salonunda dün bir dakikasını bile hak etmediği sanık sıfatıyla savunma yapan, ifade veren Bülent Utku’nun savunması ise belki matbu hale getirilerek bastırılıp, avukatlık stajı sırasında tavsiye edilmeli.
Zamanın ruhu ile koşulların getirdiği noktayı reddettiğini ve cesaret hakkını sonuna dek kullanacağını söyleyerek sözlerine başlayan Utku, cesur olma hakkını, o çıkışıyla tutarlı bir tavır içinde vurucu üslupla kulllandı.
Fethullah Gülen ile aynı yemek masasında fotoğrafları bulunan siyasilerin hâlâ “etkin” olmaya çabaladığı bugünlerde, Utku’nun iddianameye atfen “Çiğköfte için aradığım esnafa, balıkçıya FETÖ şüphelisi korkusu yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur” sözlerinin etkisi farklıydı.
Kendisine avukatlık ücreti ödeyen müvekkilinin, yıllar sonra il değiştirip üç ay çalıştığı hastanenin de 2016’da kapanacağını, yine iddianameye göre kendisinin öngörmesi gerektiğini, öngöremediği için FETÖ’yle bağlantılı gösterilmesinin de öyle.
Savcının ifadesini alırken hangi ülkelere gittiğini sorduğunu, Amerika’ya gidip gitmediğini merak ettiğini düşündüğünü aktardı ve sürdürdü:
“Amerika’ya gittim ama Güney Amerika’ya. Kimileri gibi ‘din bezirgânı’ ziyaret etmedim. Arjantin’de Buenos Aires’te Plaza de Mayo Meydanı’na gittim.
Arjantin diktatörünün uçaktan denize attığı kocalarını, evlatlarını arayan annelerin toplandığı meydana. Faşist Pinochet rejiminin katlettiği Şilili devrimci halk ozanı Victor Jara’nın memleketinde ilk ziyaret ettiğim yerler, Nâzım Hikmet’in dostu Pablo Neruda’nın müzeye çevrilen evleriydi. (…)
Gülen’in kitaplarını okumadık. Okusaydım da beni kandıramazdı kimileri gibi.Kanmak isteyenler kandırılır.”
Akşam oldu. Yazıyı bitirirken Çağlayan Adliyesi’nde duruşma sürüyor.
Sözün özü şu ki, hukukçu ve/veya gazeteci olmayı düşünen gençlerin Cumhuriyet yargılamasını okuyup öğrenmediği bir eğitim, eksik kalacaktır.
Tıpkı duruşma sürerken bitmek zorunda kalan, bu yazının eksik kalması gibi.