Avukat Suat Eren, heyetin oy birliğiyle duruşma devam ederken salondan ellerinden ve kollarından tutulmuş bir şekilde dışarıya atıldı savunma hakkı ihlal edilmedi, yok edildi
Avukat Suat Eren, heyetin oy birliğiyle duruşma devam ederken salondan ellerinden ve kollarından tutulmuş bir şekilde dışarıya atıldı savunma hakkı ihlal edilmedi, yok edildi
Avukat Suat Eren, Özgürlükçü Hukukçular Platformu üyesi. Kendisini 27 Nisan’da mahkemeden karga tulumba atıldığı görüntüyle tanıdık. Eren, ceza yargılamaları ile ilgileniyor.
Bizim kendisini izlediğimiz görüntülerin öncesinde, duruşma salonunda bir cinayet davasında müvekkilleri Ömer ve Bülent Yiğit’in müdafiliğini yapıyordu. Ancak Hüseyin Öztürk başkanlığındaki mahkeme heyetinin üyeleri Göktan Taşkın ve Hamdiye Okutan’ın oy birliğiyle verdiği karar neticesinde, hukuki hiçbir dayanak olmadan mahkeme salonundan kolluk zoruyla atıldı.
27 Nisan’da izlediğimiz görüntülerde mahkeme salonundan atılıyordunuz? Duruşma esnasında neler yaşandı?
Bütün yasal düzenlemeler çerçevesinde CMK’ya göre müdafilik iki şekilde kurulur. Ya baro tarafından görevlendirilir ya da kişi şifahi olarak der ki ‘Bu benim avukatımdır’ CMK’da vekillik kavramı ve vekalet ilişkisi yoktur. Bunu tüm avukatlar, yargıçlar ve savcılar bilir. Ceza muhakemeleri kanunu dersinde de ilk öğretilen şey ceza davalarında vekalet olmaz. Bunu herkes bilir ve söylediğim gibi kanunla da düzenlenmiştir.
Bizim olayımızda ise benim zaten bir müvekkilim hükümlü olduğu için vekalet veremiyordu, vasi kararı olması lazım. Diğer müvekkilim Ömer Yiğit’in ise vekaleti vardı. Sadece yanımda değildi ama olmasına da gerek yok.
Dava başlamadan bana “Avukatı mısınız?” diye soruldu. Ben de avukatı olduğumu ancak vekaletimin yanımda olmadığını, daha sonra sunacağımı söyledim. Mahkeme başkanı zaten o zaman kendi cephesinde beni duruşmada bulundurmayacağına dair bir şey oluşturmuştu. Duruşma devam ettiği sırada müvekkilime bir cümle hukuki yardımda bulundum kendisine. Yerime geçerken mahkeme başkanı bu şekilde hukuki yardımda bulunamayacağımı söyledi. Bu da hukuka aykırıydı ve ben bunun usule aykırı olduğunu söyledim kendisine. Problem olmasın diye çok uzatmadım, kısa bir usul tartışması geçti aramızda. Sadece bunun benim hakkım olduğunu ama bu tartışmayı uzatmanın da bir anlamı olmadığını söyledim.
Devamında hakim bana “Avukat bey, ben size zaten bugün söz hakkı vermeyeceğim ve sizi bu dosyaya avukat olarak kabul etmeyeceğim. Çünkü sizin vekaletiniz yok” deyince tekrar usule aykırı olduğunu söyledim kendisine ancak beni duruşma düzenini bozmak gerekçesiyle dışarı atmakla tehdit etti. Sorun dışarı atılmak değil, sorun onların usule aykırı davranmasıydı. Bunu ifade ettim. Sonra da kendisi beni aynı gerekçeyle dışarı attığını belirtti ve heyet oy birliğiyle buna karar verdi. Sadece mahkeme başkanı değil üye hakimler de burada kusurlu.
Ben bu keyfiliğe, bu hukuksuzluğa, bu onursuzluğa alet olmayacağımı ve kendi ayaklarımla tıpış tıpış yürüyerek mahkeme salonunu terk etmeyeceğimi söyledim. Bunun üzerine mahkeme başkanı emniyet görevlilerini çağırdı. Önce orada bir arbede oldu, masalar, monitörler devrildi. Daha sonra da yerde sürükleyerek beni duruşma salonundan çıkardılar, sonra omuzlarına aldılar, duruşma salonunun önündeki koridora attılar.
Konuya ilişkin hukuki süreç başlatacak mısınız?
İstanbul Barosu, Ankara Barosu buna dair basın açıklamaları yaptılar. Türkiye Barolar Birliği kamu görevlileri hakkında, özellikle hakim, başkan ve üyeler hakkında HSYK’ya suç duyurusunda bulundu. Biz bireysel olarak avukatımızla birlikte bugün emniyet ve güvenlik görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduk. Önümüzdeki hafta da HSYK’ya mahkeme başkanı ve üyeler hakkında suç duyurusunda bulunacağız.
“Keyfi tutum OHAL’le arttı”
Savunma hakkı ihlali sizin görüntülerinizle bir kere daha gündeme geldi. Bu konuya ilişkin yaşadığınız başka sorunlar oluyor mu?
Müvekkillerimizle cezaevlerinde görüştürülmüyoruz. Politik davalarda bunu yapıyorlar ancak adli yargılamalarda böyle bir durum söz konusu olmuyor. Burada eşitsizlik ve ayrımcılık yapılıyor, savunma hakkı ihlal ediliyor. Benim yaşadığım olayda da savunma hakkımız çok ciddi bir şekilde kısıtlandı. Savunma ehlileştirilmeye çalışılıyor. Bu olay da bu anlayışın bir sonucudur.
AİHM uzun yargılamalar ve uzun tutukluluklar için Türkiye’ye uyarıda bulundu. Adalet Bakanlığı da bunun üzerine yaptığı yasa değişikliği ile her ay tutukluluk incelemelerinin SEGBİS yoluyla duruşma açılarak yapılacağını açıkladı. Devrim niteliğinde yapılan anayasal değişiklikler yapıldı denilen dönemdi bu.
OHAL ile birlikte tutukluluk incelemeleri duruşmalı yapılmamaya başlandı. Üstelik avukatlar buraya katılamıyor ve incelemeler sadece dosya üzerinden yapılıyor. Bunu dosya üzerinden yapanlar da yargıçlar değil, katipler kendi arasında yapıyor. Yani bir kişinin özgürlüğüne karar verme yetkisi bırakın avukatları, hakimleri, savcıları katiplerin eline bırakıldı.
OHAL süreciyle savunmaya yönelik muamelede ne yönde değişiklikler oldu?
Tutuklu müvekkillerle iletişimimiz kısıtlandı ve görüşmelerimiz kayıt altına alınmaya başlandı. Kişi belki bana ‘Avukat bey ben bu suçu işledim, ne yapalım’ diyecek belki ama bunu diyemiyor çünkü aynı anda kayıt altına alındığı için, ben hukuki yardımda bulunamadan, görevliler ilgili yere bildirip ‘Kişi suçu kabul etti, gereğini yapın’ şeklinde sonuçlar doğuruyor. Biz bu noktada itirazda bile bulunamıyoruz.
Geçenlerde bir müvekkilim görüşme esnasında bir şeyler anlatmaya çalışırken anlatmamasını söyledim mesela. Savunma hakkı kısıtlanmış vaziyette. Başımızda infaz koruma memuru bekliyor. Neredeyse vekalet ücretinin miktarını infaz koruma memuruyla tartışarak belirleyeceğiz.
Aynı şekilde mahkemelerde de sıkıntılar yaşıyoruz. Benim yaşadığım olayda da görüldüğü gibi yargıçların bu keyfi tutum ve uygulamaları OHAL sürecinde ciddi anlamda artış gösterdi.
“Siyasi mahpusların yanına kalemle giremiyorum”
Müvekkilinizin statüsü veya kimliği gibi etkenler size yapılan muameleyi nasıl etkiliyor?
FETÖ soruşturmalarında savcısından infaz koruma memuruna kadar her tarafta FETÖ’nün davalarına bakılmasın denildi. Bana yapılmadı ancak meslektaşlarımızdan bunları duyuyoruz. Savunduğumuz kişiye göre muamele görüyoruz tabii ki. Eğer politik davaya bakıyorsak “Avukat bey biz sizi saat beşten sonra görüştürmeyiz” diyorlar ama adli tutukluya bakıyorsak görüştürüyorlar.
Cezaevinde politik davalardan yargılanan müvekkillerimin yanına kalemle giremiyorum mesela. Ama adli davalar için gidildiğinde sigarayla bile girilebildiğini görüyoruz. Bir avukat kalemle müvekkilinin yanına giremeyecekse nasıl savunmanın özgürlüğünden söz edilebilir ki?
Adil yargılanma hakkı ortadan kalktı denilebilir mi?
Ceza yargılaması bir çocuk gibidir. Bir çocuk ne kadar sağlıklı koşullarda doğarsa o kadar sağlıklı koşullarda büyür ve yaşamını idame eder. Ceza yargılaması da böyledir. Sağlıklı koşullarda doğmayanın sağlıklı koşullarda büyümesini bekleyemeyiz. Sağlıklı bir yargılamanın ortaya çıkacağını öngöremezsiniz.
Gözaltı kararları keyfi veriliyor, ev aramalarında hukuka aykırı davranılıyor, gözaltı süreleri psikolojik işkence boyutunda keyfi olarak uzatılıyor, sadece yarım saatte çözülebilecek bir olay için kişiler 14 gün gözaltında tutuluyor. 14 gün boyunca kişiler hukuk kullanılarak ehlileştirilmeye, toplum dizayn edilmeye çalışılıyor. Politik duruşu olan insanlar ‘uslu çocuk’ haline getirilmeye çalışılıyor. Uzun yargılamalar, uzun gözaltı sebepleri hep bundan kaynaklanıyor.
Öç alma mantığı var. Emniyet görevlisi evi ararken, hakimler ve savcılar gözaltı süresini uzun tutarak bir şekilde öç alıyorlar. Zamanında ulaşılmamış adalet, adalet değildir. Dolayısıyla savunma makamı olarak bizleri de etkileyen süreçlerin içine çekiliyoruz.
Yarın: Av. Ergin Cinmen
Avukatlar Savunma Hakkı İhlallerini Anlattı – Tansu Pişkin (bianet)