Açıklanan “yargı reformu strateji belgesi”, yargıda işlerin yolunda gitmediğinin gecikmiş bir itirafı olsa da; yargının mevcut sorunlarına ve toplumun adalet beklentisine yönelik bir çözüm, siyasi iktidarın ve rejimin doğasında yoktur
Açıklanan “yargı reformu strateji belgesi”, yargıda işlerin yolunda gitmediğinin gecikmiş bir itirafı olsa da; yargının mevcut sorunlarına ve toplumun adalet beklentisine yönelik bir çözüm, siyasi iktidarın ve rejimin doğasında yoktur
Bir süredir iktidar medyası tarafından reklamı yapılan “yargı reformu strateji belgesi”; AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı, TBB Başkanı Metin Fevzioğlu tarafından da alkışlandı. Bu göz yaşartıcı mutluluk tablosuna karşın; gerçeklikten, samimiyetten ve en önemlisi iyi niyetten yoksun bu yeni siyasi hamlenin, tabi eğer yaşama geçirilebilirse, yargının sorunlarına bir çözüm getiremeyeceği ve toplumun adalet özlemini gideremeyeceği açıktır.
Yargıda bir “reform” iddiası ve beyanı; aynı zamanda yargıda işlerin yolunda gitmediğinin gecikmiş bir itirafı olsa da; açıklanan belgenin, durumu düzeltmek adına hiçbir gerçekçi çözümü barındırmadığı; nitekim siyasi iktidarın ve rejimin doğası gereği barındıramayacağı da ortadadır. Yargının temel sorunu; toplum için adalet üretme derdi olan nitelikli bir yapı ve bilimsel/mesleki iç tutarlılığa sahip bir erk olmaktan çıkıp; siyasi iktidarın bir yönetim enstrümanı kılınmasıyla doğrudan ilgilidir.
Elbette yargı, hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız olmadı, sınıflı bir toplumda aksi de olamazdı. Ancak AKP’nin 17 yıllık iktidarı boyuncu, ele geçirilmesi ve biat ettirilmesi gereken bir sektör olarak öncelikli hedefe konulup, hücumlara maruz kalan yargının; siyasi iktidarın operasyonel bir aracı olarak dizayn edilmesi, burjuva hukukunda ve anayasal demokrasilerde dahi az çok yaşayan bütün hukuki ilke ve değerlerin en kaba ve ağır biçimde yok edilmesine yol açtı. Bugün için ortaya çıkan ürüne şeklen de olsa yargı demek, artık en iyimser bakışla dahi olanaklı değildir.
İktidarın Dediğini İkiletmeyen Hukukçular Ordusu
Gelinen noktada, siyasi iktidarın tetikçisi kılınan yargının mensuplarında ve kurumlarında ciddi bir nitelik kaybı yaşaması ve artık toplum için gün ve gün adaletsizlik üreten sorunlu bir yapıya evrilmesi kaçınılmazdı.
Yargı mensupları ve kurumları nezdinde görülen ciddi nitelik kaybı; HSK’nın, Adalet Bakanlığı bürokrasinin ve yüksek mahkemelerin yapısının doğrudan siyasi iktidar tarafından belirlenmesiyle; bilgi, deneyim, liyakat gibi ölçütler yok sayılarak siyasi iktidar neferlerinin kitleler halinde ve apar topar yargıç ve savcı yapılmasıyla; beraberinde yargı organlarında görev alan birçok değerli hukuk insanının ise, sürgün edilmesi, emekliliğe veya istifaya zorlanması, hatta meslekten ihracı ile yaratılan kaçınılmaz bir sonuçtu. Bu sürece, hukuk eğitiminde ve nitelikli hukukçu yetiştirilmesinde büyük öneme sahip olan birçok hukuk bilim insanının, muhalif kimlikleri ve eylemleri nedeniyle akademiden uzaklaştırılması da etken olmuştur şüphesiz. Sonuçta; hukuk aklından, biliminden ve tabi ki vicdanından uzak, en basit ifadesiyle işini beceremeyen, ancak siyasi iktidarın bir dediğini de ikiletmeyen, bir sözde hukukçular ordusu oluştu.
Avukatın etek boyuna karışan iş mahkemesi yargıcı, şikayetçi tarafı olduğu davayı kendisi görmeye kalkan asliye ceza yargıcı, halı sahada maç sırası kapmak için öğretmenleri gözaltına aldıran savcı ve yakın zamanda yaşanmış daha nice örnek; bütün bu nedenlerle münferit hadiseler değil, yeni rejimin yeni inşa edilen yargısının doğal, gündelik halidir.
Siyasal İktidarın İstediği: Cübbesinin Önünü İlikleyecek Emir Erleridir
Öngörülemeyen bir felaket değil, aksine tam da hedeflenen ve arzu edilen bu durumun yada hukuki tabiriyle, yargıya ve adalete karşı hepimizin gözleri önünde taammüden işlenen bu cinayetin sonuçları karşısında; şimdi hukuk eğitiminin beş yıla çıkarılması ya da meslek sınavı getirilmesi, şüphesiz bir çözüm de olmayacaktır. Zira, ne ortada hukuk eğitimini bilimsel değerlerle verecek nitelikli bir akademi vardır ve üstelik istenmektedir; ne de bilgiyi ve liyakatı esas alacak adil bir seçme ve görevlendirme yöntemi siyasi iktidar için rasyonel bir tercihtir. Siyasi iktidarın istediği yargı mensubu; işini eksik, yanlış yapsa da, her daim cübbesinin önünü ilikleyecek bir emir eridir.
Daha kötüsü de var şüphesiz; eğitimini alıp mensubu olduğun mesleği yapabilmenin, toplum içinde bir mesleki unvan ve mevki sahibi olabilmenin dahi, AKP’nin rızasına ve torpiline bağlandığı günümüzde; hukukçuların artık avukat olabilmek için de tam da aynı sürece tabi tutulması olasıdır. Yargıcı ve savcıyı istediği gibi seçip emir eri kılan siyasi iktidarın, şimdi de istediğini avukat yapma ve gönlünce bir avukatlar cenahı yaratma amacı, getirilecek sınav sistemi ile belli ki arzu edilen aracı elde etmektedir. Hukuk mesleğinin mensuplarını seçme yöntemine dair değerlendirmeler, seçimi kimin ve hangi niyetlerle yapacağından bağımsız ele alınabilir mi?
“Yargı reformu strateji belgesi”nde, her nasılsa insan hakları ve adil yargılanma hakkına yönelik yapılan vurgular; düşünce ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınacağı, tutukluluğun istisna kılınacağı gibi söylemler ise; aynı belgede yer alan “artık işkencenin geride kaldığı” iddiası kadar gerçek ve samimidir. Ülkemizde yaşanan insan hakları ihlalleri; en ufak muhalif sese ve eyleme tahammülsüzlüğü, iktidarını kaybetme korkusuna paralel biçimde sürekli olarak artan ve bu topraklarda ağır bir baskı ve zulüm ile kendini var eden siyasi iktidarın; kurumsal ve sistematik bir politikasıdır. Siyasi iktidar, öncelikle yargı eli ile yaşama geçirdiği bu baskı ve zulüm politikalarının hak ve özgürlükler alanında yarattığı devasa sorunları, aynı yargı eli ile çözmeyeceği gibi; çözmek gibi bir derdi olduğunu düşünmek de büyük bir yanılgı olacaktır.
Aklımızla Alay mı? Yoksa Kötü Bir Şaka mı?
Onlarca avukat mesleki faaliyetleri nedeniyle tutukluyken, yargılanırken, avukatlar darp edilir, duruşma salonlarından atılır, savunma hakkı en ağır biçimde ihlal edilirken; şimdi avukatlara bazı işlerde vergi indirimi getirileceğini ve belli ki yalnızca “bazı” avukatlara yeşil pasaport verileceğini ilan etmek ve bu vaatler karşısında heyecanla alkış tutmak ise; ya aklımızla alay etmek, ya da kötü bir şaka olsa gerek. Bugün, müvekkillerinin tutulduğu gözaltı merkezlerine, ceza ve tutukevlerine, hatta adliyelere bile girmekte zorlanan avukatların; şimdi yeşil pasaportları ile sınır kapılarından rahat geçişlerini sağlama vaadi; “ülke yargısı ve adalet sistemi böyle devam edecek, hatta işler sizin için daha da kötüye gidecek, beğenmeyen çekip gitsin” önerisi midir acaba? Ya da, yargının henüz tam anlamıyla ele geçirilememiş ve biat etmesi sağlanamamış öznesi olan avukatlara yönelik, bir manipülasyon, bir sus payı olarak mı düşünülmüştür?
Çözüm: Toplumla Bütünleşmiş Gerçek Hak ve Adalet Mücadelesini Yükseltmek
Yargıda işlerin kötü gittiğini itiraf eden “yargı reformu strateji belgesi”; bütün bu nedenlerle, yargıda işlerin daha da kötüye gideceğini ilan ediyor.
Yargının yaşadığı sorunların mağduru toplumdur ve toplumun hak talebini, adalet özlemini sırtlanmış gerçek yargısal özneler için; yargıyı bu hale getirenlerden, gerçekte tam da böyle bir yargı isteyenlerden şimdi bir çözüm beklemek yersiz; bunun karşısında toplumla bütünleşmiş gerçek hak ve adalet mücadelesini yükseltmek ise tek çözümdür.
Ellerimiz, elleriniz; karanlık niyetleri olanları alkışlamak için değil, bu onurlu mücadeleyi kucaklamak için, her daim özgür ve güçlü olsun …
toplumsalhukuk