Tutuklanan Halkevcilerin avukatları: Laikliği savunma çağrısı suç değil; hak ve ödevdir

Tutuklanan Halkevcilerin avukatları:  Laikliği savunma çağrısı suç değil; hak ve ödevdir

Okmeydanı'nda "laiklik bayrağını yükseltme" çağrısı yaptıkları için "halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme" suçundan iki müvekkili tutuklanan Halkevleri Hukuk Dairesi'nden Av.Barış Aydın ile konuştuk.

Okmeydanı’nda “laiklik bayrağını yükseltme” çağrısı yaptıkları için “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçundan iki müvekkili tutuklanan Halkevleri Hukuk Dairesi’nden Av.Barış Aydın ile konuştuk. Aydın, laikliği savunmanın suç değil, herkesin ödevi olduğunu vurguladı ve müvekkillerinin tutuklanma gerekçelerini çürüttü.

“Laikliği savunmak suç değildir” diyerek günlerdir Halkevleri ve ona destek veren toplumsal kesim, kurum ve kuruluşlar tutuklanan müvekkillerinize destek açıklaması yapıyor. Müvekkilleriniz hakikatten laikliği savundukları için mi tutuklandı, yoksa bu sloganda bir manipüplasyon var mı?

Müvekkillerimiz “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçundan tutuklandı. Ancak, müvekkillerin beyanı “Gericiliğin karşısında yükseltilmesi gereken bir bayrak vardır. Bu bayrağın adı da laiklik bayrağıdır. Bugün laiklik demek özgürlük demektir, kardeşlik demektir, insanca bir yaşam mücadelesi demektir. Bizler herkesi bu mücadelenin birer neferi olmaya çağırıyoruz” şeklinde bir çağrıyı konu almaktadır.

Bu çağrı Anayasamızın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir” şeklinde yazılı Cumhuriyetin Temel Niteliklerine ilişkin bir çağrıdır.

Dolayısıyla, halkın bir kısmını kin ve düşmanlığa tahrik etme kastına sahip olmadığı; tam tersine çağrıda da dillendirildiği üzere “kardeşliğin ön koşulu olan” laikliğe vurgu yapan bir açıklamada bulunduğu açıktır.

Müvekkilin çağrısı suçun koruduğu hukuki değer olarak kamu barışını bozmak bir yana, bir arada yaşamanın ön koşullarını ve anayasanın belirttiği temel nitelikleri korumaya yönelmiştir.

Kin ve nefrete tahrik edilmiş olan birileri olmalı öyleyse değil mi? Müvekkillerinizin tutuklanmasından hemen önce Twitter kanalıyla bir kişi İçişleri Bakanlığı’na “ihbar”da bulunmuş, İçişleri Bakanlığı da “Terörle mücadele ekiplerimize bildirdik” diye tweet atmıştı. Suç isnadı ile bir ilişkisi olabilir mi sizce?

Aslen tutuklama kararı veren 14. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından karar Anayasanın 141 ve CMK 34. maddelerine aykırı olarak somutlanmamış, bu kapsamda müvekkilin fiilinin ceza yargılaması bakımından nitelendirilmesi tartışılmamış, atılı suçun yasada yazılı unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin değerlendirme yapılmamıştır.

Oysa madde gerekçesine göre; söz konusu suçun oluşması için, kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Bu somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlerken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesinin gerçekleşmesi gerekir. Hâkim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. Bu kapsamda, kişinin söz ve davranışlarının kamu güvenliğini bozma açısından yakın bir tehlike oluşturduğunun tespit edilmesi gerekir. Kişinin söz ve davranışlarının, halkın bir kesimi üzerinde tahrik konusu fiillerin işleneceği hususunda duyulan endişeyi haklı kılacak bir etki oluşturması gerekir. İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında “açık ve mevcut tehlike” kriterinin var olması gerekir. Buna göre, yapılan konuşma veya öne sürülen düşünceler toplum açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturduğu takdirde yasaklanabilmekte, keza böyle bir tehlikenin varlığı somut olarak, açıkça tespit edilmedikçe söz konusu suçtan dolayı cezalandırma yoluna gidilemez.

Bir de suçun mağduru olmalı. Müvekkilleriniz açıkça IŞİD’e karşı mücadeleye çağırıyor. Mağdur IŞİD’mi, karardan siz ne anlıyorsunuz?

Gerek TCK’da maddenin düzenlendiği “Topluma karşı suçlar” şeklindeki üçüncü kısım başlığı gerek madde gerekçesi ve gerekse de yine bu açıdan maddedeki suç tipleri ile korunan kamu barışı şeklindeki hukuksal değer göz önüne alındığında, bu suçun mağduru kamu, yani kamuyu oluşturan kişilerin bütünüdür.

Tekil bireylerin atılı suçun mağduru olamayacağı açıktır. Öte yandan Müvekkillerin yaptığı çağrı değerlendirildiğinde IŞİD isimi terör örgütünün ve cihatçı, gerici çetelerin hedef alındığı açıktır. Tutuklama kararında yeterli ve nitelikli gerekçe bulunmadığından müvekkile atfedilen suç bakımından ön görülen mağdurun kim olduğu anlaşılamamaktadır. Ancak çağrı ile hedef alınan IŞİD ve cihatçı, gerici çetelerin halkın bir kesimi olarak kabul edilemeyeceği izaha muhtaç da değildir. Atılı suç bakımından maddi unsur “mağdur” yönünden de gerçekleşmemiştir.

Nedir kararda geçirilen bu “kin”, “nefret” ve “düşmanlık”?

Aynı madde gerekçesi onu şöyle açıklıyor:

Kin, “öç almayı gerektirecek şiddetli düşmanlık hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik bir hâl”; düşmanlık ise, “husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar vermeye, onu mağlup etmeye yönelmiş kin duygusu” olarak da tanımlanabilir. Şu hâlde kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hâl” olarak açıklanabilir.

Fıkra metninde; fiilin kamu güvenliğini tehlikeye düşürecek biçimde yapılması arandığı için, suç; soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılmış, somut tehlike suçu hâline getirilmiştir. Bu suretle, çağdaş hukuktaki soyut tehlike suçlarını azaltma yönündeki eğilim dikkate alınmış, temel hak ve hürriyetlerin kullanım alanı genişletilmiştir. Bu düzenleme sayesinde “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir.

Atfedilen suç size de bir yerden tanıdık geliyor mu?

Elbette. Müvekkillerimizin bu konuşmayı yapmasına neden olan süreci tekrar etmemiz gerekir. 2016 yılı Aralık ayı başından itibaren değişik çevrelerin “yılbaşı kutlama etkinliklerinin dine aykırı olduğu” ve bu nedenle yapılmasının engellenmesi çağrıları ile bir kampanya başlattıkları, bu kapsamda çeşitli tarikat ve cemaat odaklarının faaliyet yürüttüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Müdürlükleri gibi kurumların kampanyaya katıldığı bilinmektedir. Bu kampanya kapsamında sosyal medyada ve basılı matbuatta toplumsal gerilimi yükseltecek ve şiddet çağrısı sayılabilecek görsel malzemelerinde kullanıldığı, kafasına tabanca dayanmış veya dayak yiyen Noel Baba görüntülerinin paylaşıldığı bu itibarla kampanyanın kendisinin toplumsal barışı zedeleyecek bir faaliyete dönüştüğü görülmektedir.

Bahsedilen kampanya ile yaratılan gerilim oldukça yükselmişken 01/01/2017 tarihinde Ortaköy semtinde bulunan Reina isimli eğlence mekânına bir saldırı düzenlenmiş ve bu saldırıda 39 yurttaşımız yaşamını yitirmiş, yüzlerce yurttaş ise yaralanmıştır. Bu saldırı 2016 yılı içinde benzerleri çokça yaşanılan bir dizi saldırının son halkasıdır. Saldırı IŞİD isimli terör örgütü tarafından 02/01/2017 tarihli açıklama ile üstlenilmiştir. Adı geçen örgütün ülkemizi de kapsayan bölgede terör yöntemlerini kullanarak şeriata dayalı bir devlet yapısı kurmaya çalıştığı bilinmektedir.

Müvekkillerinizin ifadelerinin “ifade özgürlüğü” bağlamında mı değerlendirilmesi gerekir?

Mutlaka. Açıklamalarının hak kullanımı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve TCK 26. Madde dolayısıyla suç oluşturmayacağı açıktır. Atılı suç bakımından hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmemiştir.

AİHM kararlarında ifade hürriyetinin iki istisnası olduğundan bahsedilir. Birincisi şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler, diğeri ise azınlıklara karşı nefret söylemidir. Bu istisnalar dışındaki beyanların, duygu ve düşüncelerin tamamı 10. Maddenin koruması kapsamında olduğu tartışmasızdır. İfade özgürlüğü kapsamında düşüncelerin açıklanabileceği, düşünce ve görüşler açıklanırken sözleşme kapsamında kamuoyunu şiddete teşvik etmediği sürece, saldırgan, ağır kelimeler dahi kulllanılabileceği, Anayasa ve yasalarla öncelikle güvence altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik kararlarında da bu durum gözetilmektedir.

Müvekkillerinizin alelacele tutuklanması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Tutuklama,  yargılamanın sağlıklı olarak yürütülmesi için tedbir niteliğinde, ihtiyari olarak başvurulan bir usuldür. Hakimliğe sunduğumuz gerekçelerimiz ve dosyadaki delil durumu, verilen tutuklama kararının yargılamanın sağlığı açısından bir anlam ifade etmediğini ve bir “cezalandırma” niteliğinde olduğunu göstermektedir.

İtirazlarınız doğrultusunda kararın ne olacağını düşünüyorsunuz?

Özeti itibarı ile müvekkilin fiili “Ortaköy saldırısını kınamak”, “devletin anayasal niteliği” ve aynı zamanda “bir arada yaşamamızın koşulu” olan laikliği korumaya yönelik çağrı yapmaktan ibarettir. Bu çaba sadece müvekkil değil hepimiz açısından bir hak ve daha da ötesi ödevdir.

Müvekkillerin fiiliyle  halkın bir kesiminin tahrik edilmediği; tam tersine kardeşçe ve özgür bir şekilde bir arada yaşama koşullarının sağlanmasına ve devletin anayasada yazılı temel niteliklerinin korunmasına yönelik bir davet yapıldığı, beyanın hiçbir yerinde düşmanlığa ve kine sevk edecek sözler sarf edilmediği açıktır.

Hakimliğin tüm bunları değerlendirmeye alarak karar vermesini umuyoruz.

Teşekkür ederiz.

toplumsalhukuk