Akdeniz ile son dönemde artan sosyal medya bağlantılı gözaltı ve tutuklamaları, hakaret davalarını ve ifade özgürlüğünün Türkiye’de geldiği nokta üzerine Yaman Akdeniz ile journo sitesinde yapılan röportaj.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz, internet yasakları, ifade ve düşünce özgürlüğü üzerine çalışan bir akademisyen. Akdeniz ile son dönemde artan sosyal medya bağlantılı gözaltı ve tutuklamaları, hakaret davalarını ve ifade özgürlüğünün Türkiye’de geldiği noktayı konuştuk:
İzmir’deki saldırının ardından çoğu insanın aklına ‘İzmir’de neden patlama olmuyor’ tweet’leri geldi. Emniyet’e şikayet edenler oldu, kimileri dava açacağını söyledi. Öte yandan, hükümet yanlısı basın kuruluşlarında ‘sosyal medya teröristi’ diye bir ifade görmeye başladık. İfade özgürlüğü üzerine çalışan bir akademisyen olarak, bu tanım size ne çağrıştırıyor?
Aslında hiçbir şey ifade etmemekle birlikte Türkiye’nin sosyal medya ile problemini özetliyor diyebiliriz. Son zamanlarda sosyal medya platformlarında çok ciddi bir kutuplaşma gözlemliyorum. OHAL’le birlikte muhbir vatandaş devri de başladı, herkesin birbirini PKK’lı veya FETÖ’cü diye şikayet ettiği bir dönem içindeyiz. Ahlaki bir panik (moral panic) ile karşı karşıya olduğumuzu da söyleyebilirim. Sosyal medya ile ilintili olarak bu kadar çok soruşturmanın, gözaltının, tutuklamanın, ceza ve hukuk davalarının olduğu başka bir dönem veya ülke açıkçası bilmiyorum.
‘Sosyal medyadaki bazı söylemler suç kapsamına girebilir’
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Sosyal medyadan, terörü övenlerin ve destekleyenlerin eylemleri, hukukumuza göre suçtur” dedi. Sosyal medya ile terör arasındaki bağlantı konusunda kanunlar ne diyor?
Türk Ceza Kanunu’nun kamu barışına karşı suçlar başlıklı beşinci bölümünde “suçu veya suçluyu övmek” (TCK 215), “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” (TCK 216) gibi suçlar var. Benzer şekilde Terörle Mücadele Kanunu kapsamında da terör örgütlerinin propagandası (TMK 7/2) gibi suçlar mevcut. Tabii ki bunlar ve benzeri suçları böyle bir söyleşide detaylandırmak mümkün değil. Fakat, çok fazla genelleme yapıldığını ve her hükümet karşı söylemin veya eleştirinin bu kapsama girmeyeceğini de belirtmek gerekir. Örneğin, TMK 7/2 maddesinde belirtilen suçun işlenmesi için şu koşulların yerine gelmesi gerekir: Terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek bir ifade bulunmalı; bu ifade propaganda şeklinde ifade edilmelidir. Kısacası, bu suçun oluşabilmesi için şiddete yönelen kişilerle kullanılan ifade arasında bir illiyet bağı bulunması gerekir. Benzer şekilde TCK’da yer alan “Suçu ve suçluyu övme” suçu bakımından da işlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen övme fiilinin gerçekleşmesi, kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde cezalandırılacaktır. Yargıtay’a göre şiddeti, silahlı direnmeyi veya ayaklanmayı teşvik eden ifadeler bu kapsamda değerlendirilebilir, fakat devletin veya toplumun bir kesiminin hoşuna gitmeyen incitici, rahatsız edici ve ürkütücü bilgi ve düşünceler ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, bazı sosyal medya söylemleri kanunlarda tanımlanmış suçların kapsamı içine girebilir.
İçişleri Bakanlığı sosyal medya paylaşımları yüzünden son 6 ayda yapılan operasyonlarda “halkı kin nefret ve galeyana sevk eden, terör örgütünü öven, terör örgütü propagandası yapan, terör örgütü ile iltisaklı olduğunu alenen beyan eden, devlet büyüklerine hakaretlerde bulunan, devletin bölünmez bütünlüğüne, toplumun can güvenliğine kast eden” 3 bin 700 kişi hakkında işlem yapıldığını ve bin 656 kişinin tutuklandığını açıkladı. Bu çok yüksek bir rakam olmakla beraber bu kapsamda değerlendirilen Tunca Öğreten gibi gazeteciler uzun süreli olarak gözaltında tutuluyor veya tutuklanıyor. Devlet kaynaklarının ve enerjinin terör eylemlerini ve saldırılarını gerçekleştirenler üzerine odaklanması gerektiğini düşünüyorum.
Mesele hakaret değil muhalefet
Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, örneğin Avrupa’da ‘hakaret’ suçlaması ile dava açmak Türkiye’deki kadar kolay mı?
Kısacası Türkiye’deki kadar ceza davası Avrupa’nın başka hiçbir yerinde açılmıyor. Birçok Avrupa ülkesinde hakaret zaten ceza kanunlarında suç olarak tanımlanmamış. Dolayısıyla, “Twitter’dan bana hakaret edildi” diye savcılıklara suç duyurusunda bulunmanız mümkün değil. Zaten AİHM hakaretten ağır cezalar verilmesini (sadece para cezası olsa dahi) ifade özgürlüğünün ihlâli olarak değerlendiriyor. Sadece hukuk davası yoluna gidilip tazminat talep edilebilir. Bu da o kadar kolay değil. Özellikle İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede ciddi masraflı işler bunlar. Bizde ise bu tip davaları açmak ve suç duyurularında bulunmak çok daha kolay ve bu yola öncelikle siyasetçiler başvuruyor. Kamu menfaatini ilgilendiren tartışmalarla veya basında çıkan eleştirilerle ilgili bu yola gidilmemesi gerekirken Türkiye’de her sene binlerce hakaret davası açılıyor, gazetelere yüzlerce tekzip kararı gönderiliyor, binlerce erişim engelleme kararı Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından veriliyor. Dolayısıyla, engellemek, sansürletmek ve cezalandırmak için birden fazla yöntem ve yol mevcut.
Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan geçtiğimiz günlerde, “Normal hayatta her ne suç ise sosyal medyada da aynı şeyler suç” dedi. Son haftalarda sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek yapılan tutuklamalar arttı. Bu tutuklamalar hukuk perspektifinden baktığımızda nasıl görünüyor?
Sözle işlendiği iddia edilen bir suçla ilgili insanların gözaltına alınmasını ve tutuklanmasını açıkçası hiç doğru bulmuyorum. Tabii ki dünyanın her yerinde olduğu gibi bazı söylemler dava konusu olabilir ama gözaltı ve tutuklama demokratik sistemlerde gerekli yaptırımlar değil. Ayrıca, keyfi veya haksız soruşturmaları önleyici bir sistem de şu anda Türkiye’de mevcut değil. Dolayısıyla, bu tip yaptırımlar ağırlıklı olarak siyasi eleştirileri kontrol altına almak, muhalif görüşleri susturmak ve insanları karşıt görüşlerini paylaşmaktan caydırmak için kullanılıyor.
‘AYM sınıfta kaldı’
Anayasa Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçunu düzenleyen maddesinin iptal talebini reddetti. Siz Twitter hesabınızdan “Lisans seviyesinde bir öğrencim böyle bir ödev sunsa F alırdı” dediniz. Neden?
Sınıfta bırakırdım çünkü Anayasa Mahkemesi Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesi ve İstanbul 43. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne gönderilen itiraz dilekçelerini tam anlamıyla inceleyip değerlendirmedi. Bu iki mahkeme kendi kararlarında ve itiraz dilekçelerinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konu hakkındaki kararlarına atıf yapmışken, Anayasa Mahkemesi kararında AİHM içtihadını gözardı etti ve bu konu hakkındaki kararlar hiç yokmuş gibi karar verdi. Ayrıca, mahkemenin kararı kurgu olarak neden Cumhurbaşkanının itibarının daha çok korunması gerektiği üzerine kurulmuş ve AİHM’in ve hatta Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü söz konusu olduğu zaman sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında siyasetçiler bakımından kabul edilebilirlik sınırlarının daha geniş olduğu konusu hiç değerlendirilmemiş. Oybirliği ile alınmış bu kararda tek yargıç dahi “AİHM kararları ne olacak, bizi bağlamaz mı?” diye sorgulamamış. Tabii ki Mahkeme TCK 299’un Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna bu değerlendirmeleri yaparak da ulaşabilirdi. Fakat, bu hâli ile bu kararla Anayasa Mahkemesi sınıfta kaldı.
Gazeteci Hüsnü Mahalli, Ahmet Şık ve başka gazetecilerin attığı tweet’ler tutuklamaya gerekçe gösterildi. Bir tweet tutuklama gerekçesi olabilir mi?
TCK 299’da yer alan Cumhurbaşkanına hakaret soruşturmalarında savcıların bu kadar kolay tutuklama talep etmesi, sulh ceza hakimlerinin de bu talepleri kabul etmesinin nedeni 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin 4. fıkrasıdır. Bu hükme göre “Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” Bu nedenle, 125. maddede düzenlenen hakaret suçu (2 yıla kadar) nedeniyle tutuklama kararı verilemezken 299. maddede düzenlenen suç açısından (4 yıla kadar) tutuklama verilebilmesinin önü açılmıştır. Hüsnü Mahalli’nin de Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile tutuklanmasının hukuken açıklaması budur. Fakat, yukarıda da belirttiğim üzere Mahalli’nin söylemi tamamen ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bir ifadedir. Sert olabilir, beğenmezsiniz ama ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil; devletin veya toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Dolayısıyla, her fikrini beyan eden veya Cumhurbaşkanını veya hükümeti eleştireni soruşturmak, yargılamak, hele hele tutuklamak doğru bir yaklaşım değil. Demokratik toplumlarda hiç gerekli değil.
kaynak:journo.com