Çocuklara yönelik şiddet ve istismarın önlenmesi gibi sosyolojik, psikolojik ve hukuksal boyutları olan karmaşık bir konunun çözümünün sağlanabilmesi için oluşturulacak politikaların ayrıntılı veriler doğrultusunda yapılacak bilimsel çalışmalarla geliştirilip uygulamaya konması gerekli. Peki Türkiye’de neler oluyor? Türkiye çocuklarını nasıl koruyor ya da korumayı planlıyor? Mevcut politika, program ve faaliyetler neler ve hangi çalışmalar doğrultusunda nasıl oluşturuldu? Türkiye’de genel itibariyle cinsel şiddetten ayrı bir başlık olarak ele alınan çocukların cinsel istismarını bu sorular doğrultusunda tartışmaya açmak toplumsal cinsiyet, şiddet ve hukuk arasındaki ilişkiyi ortaya koymak bakımından oldukça önemli.
9 yaşındaki Mert, 4 yıl önce Kars’ta kaçırıldı. Cesedi bir gün sonra boş bir arazide bulundu. Yine 2014’te 6 yaşındaki Gizem, Adana’da sokağa çıktı. Oyun oynamak isterken kayboldu. Cesedi 4 gün sonra ormanlık arazide bıçaklanmış, yakılmış halde bulundu. 2016 yılında ise Manisa’da kaçırılan 4 yaşındaki Irmak, cinsel istismar ve tecavüz sonrası öldürüldü. Katili, suçunu bir televizyon programında itiraf etti. Aynı yıl Kocaeli’de 3 yaşındaki Arda “merdivenden düştü” denilerek hastaneye kaldırılmış, bağırsaklarında yırtık tespit edilmesiyle cinsel istismara uğradıktan sonra öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. Bu yıl da Ağrı’da 4 yaşındaki Leyla, Ankara’da da 8 yaşındaki Eylül öldürüldü. [1]
Bu bilgiler, Çağıl Kasapoğlu ve Osman Kaytazoğlu’nun ulusal basında yer alan bilgileri derleyerek hazırladığı “Çocuk Cinayeti ve İstismar Haritası: Türkiye Çocuklarını Koruyamıyor mu?” başlıklı haberden alındı. Haberde aktarılan verilerin de basından alınması bir tesadüf değil. Türkiye’de kadın ve çocuk hakları konusunda araştırma yapan sivil toplum kuruluşlarının istismar ve şiddet olaylarında konusunda başvurduğu ana kaynak ne yazık ki çoğu kez basına yansıyan haberlerden oluşuyor. Türkiye’de, imza atılan uluslararası insan hakları sözleşmelerinin içerdiği yükümlülüklere rağmen yaşanan hak ihlallerine ilişkin veriler sistematik olarak toplanmamakta ve/ veya toplanan veriler kamuoyu ile paylaşılmamakta. Oysa ki çocuklara yönelik şiddet ve istismarın önlenmesi gibi sosyolojik, psikolojik ve hukuksal boyutları olan karmaşık bir konunun çözümünün sağlanabilmesi için oluşturulacak politikaların ayrıntılı veriler doğrultusunda yapılacak bilimsel çalışmalarla geliştirilip uygulamaya konması gerekli. Peki Türkiye’de neler oluyor? Türkiye çocuklarını nasıl koruyor ya da korumayı planlıyor? Mevcut politika, program ve faaliyetler neler ve hangi çalışmalar doğrultusunda nasıl oluşturuldu? Türkiye’de genel itibariyle cinsel şiddetten ayrı bir başlık olarak ele alınan çocukların cinsel istismarını bu sorular doğrultusunda tartışmaya açmak toplumsal cinsiyet, şiddet ve hukuk arasındaki ilişkiyi ortaya koymak bakımından oldukça önemli.
Konu hakkındaki dağınık ve sınırlı verilere bakıldığında dahi çocukların cinsel istismarındaki artışın çarpıcı boyutlarda olduğu açıktır. Cinsel suç mağduru çocukların yüzdesi 2014’den 2016’a kadar yüzde 33 oranında artmıştır.[2] Çocuk cinayetleri ve çocuklara yönelik cinsel istismarların toplumda yarattığı tepki basına yansıyan vakaların artışı ile birlikte güçlenmiş, konu Türkiye’nin artık olağanlaşan Olağanüstü Hal sürecinde sıradan yaptırım taleplerinden biri haline gelen “idam”ın yanına hadım eklenerek kamuoyunda bir “hukuk” tartışmasına dönüşmüştür. Henüz Cumhurbaşkanlığı sistemi yürürlüğe girmeden Meclis devre dışında bırakılarak Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında kurulan Çocuk İstismar Komisyonu[3] TCK’da değişiklik öngören bir yasa tasarısı hazırlamıştır. Erken seçim nedeniyle henüz yasalaşamayan tasarının bu satırlar kaleme alınırken bir yasa yahut kararname halinde yürürlüğe girmesinin önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.
Bakanlıklar nezdinde oluşturulan komisyondaki tartışmalar, Meclis komisyonlarının aksine aleniyete sahip olmadığı için tasarının hangi veriler baz alınarak, hangi uzmanlardan görüş alınarak yahut hangi öneriler ve hedefler doğrultusunda oluşturulduğu bir muamma olsa da tasarının içeriğinden tasarının daha önceki düzenleme ve uygulamalarla uyumlu bütüncül bir politikanın eseri olduğu söylenebilir. Ancak bu bütüncül politika, Türkiye’nin imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gibi uluslararası insan hakları sözleşmelerinde yer bulan hak merkezli bütüncül bir politika değil, cinsiyet hiyerarşisini ve cinsel şiddetin üretim merkezi olan muhafazakar aile yapısını korumayı merkeze alan bir politikadır.
Daha ayrıntılı bir tartışmaya girişmeden önce bu belirlemeye sebep olan tasarıdaki sorunlu düzenlemeler şu şekilde özetlenebilir:
- Tasarıyla, çocukların cinsel istismarı suçuna ilişkin olarak TCK’da mevcut bulunan 15 yaş ayrımı korunmaktadır. 15 yaşın altındaki çocuklar bakımından her tür cinsel davranış cinsel istismar kabul edilirken 15 yaşın üzerindeki çocuklar bakımından cebir, tehdit, hile gibi hallerde cinsel davranış istismar olarak tanımlanmaya devam edilmiştir. Böylelikle çocuk gelinler ve rıza ile ilgili tartışmalar göz ardı edilmiş, öte yandan yaşa dayalı benzer bir ayrım yapılarak çocuk faillere ve akran cinselliğine ilişkin yeni düzenlemeler yapmaktan da kaçınılmıştır.
- Cezalarda önemli ölçüde artışa gidilmiş ancak suçun nitelikli hali konusunda bu kez de 12 yaş altı ve üstü çocuklar bakımından bir ayrım yapılmıştır. Yeni düzenlemeye göre çocuğun cinsel istismarı suçunun nitelikli hali için öngörülen hapis cezasının üst sınırı 20 yıldan 40 yıla çıkarılmış, suçun 12 yaşını tamamlamamış çocuğa karşı işlenmiş olması halinde 30 yıldan 40 yıla kadar hapis cezası verilmesi ve ağırlaştırıcı nedenlerden herhangi birinin bulunması durumunda fail hakkında müebbet hapis cezasına hükmedilmesi öngörülmüştür. 12 yaşın üstündeki çocuklar bakımından ise müebbet hapis cezası ancak suçun silah kullanılması suretiyle mümkün olmaktadır.
- Tasarıda ayrıca cinsel suç mağdurlarının tekrarlanan mağduriyetini önlemek, adli ve tıbbi işlemlerin bu alanda eğitimli kişilerden oluşan bir merkezde ve tek seferde gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla özel merkezler kurulması öngörülmüştür. Buna göre mevcut bulunan Çocuk İzleme Merkezleri’nin yapıları değiştirilecek ve Sağlık Bakanlığı tarafından suçların niteliği bakımından bir ayrım yapılmaksızın cinsel şiddete maruz bırakılan tüm bireylere hizmet verecek merkezler kurulacaktır. Bu düzenleme ile mevcut merkezlerin yaygınlaştırılıp kurumsallaşması ve yetişmiş personel ve bilgi birikiminden yola çıkılarak çocuklara uygun sosyo-psikolojik yardım ve destek mekanizmaları geliştirilmesi yerine konuyu sadece sağlık sorunu olarak gören bir yaklaşım tercih edilmiştir.
- Aynı yaklaşım daha öncede yasalaştırılmaya çalışılan ancak kamuoyundaki tepkiler nedeniyle geri çekilen kastrasyon uygulamasının da tasarıda yer bulmasını sağlamıştır. Düzenlemeye göre, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan dolayı hapis cezasına mahkum olanlar hakkında, cezaevinden tahliye edilmelerinden üç ay önce başlamak üzere; infaz hakimi tarafından tahliyeden itibaren beş yıla kadar, ayakta veya yatarak cinsel isteğin ilaçla baskılanmasına yönelik tedbire (kimyasal kastrasyon/hadım) tabi tutulmaya uzman raporu üzerine karar verilebilecektir. Cinsel istismarı bir hastalık olarak gören yaklaşım sorunun cinsiyetçi toplum yapısının ürettiği bir şiddet türü olduğunu yadsımaktadır. Oysa rızaya dayanmayan kimyasal kastrasyon cinsel şiddeti önleyemeyeceği gibi tıp etiği bakımından tartışmalı ve insan haklarına aykırı bir uygulamadır.
- Tasarıya göre ayrıca cinsel istismar suçu mağduru çocuğun yüksek yararı gerektiriyorsa, soruşturmanın başlangıcında, olayla ilgili internet de dahil basın yayın organlarında yayın kısıtlanabilecek, yayın yasağı konulabilecek, içerik çıkarılabilecek ve erişim engellenebilecektir. Tasarıda yapılacak kısıtlamaların içeriği ve niteliği belirsiz olduğu için bu düzenleme toplumun haber alma ve doğru bilgilenme hakkını ihlal etme ve sansür riski taşımaktadır. Cinsel istismar ve şiddete yönelik araştırmalarda kullanılabilen tek verinin basın yolu ile elde edildiği düşünüldüğünde bu düzenlemenin soruna çözüm bulmak yerine konunun üzerini örtme niyeti taşıyıp taşımadığı da tartışılabilir.
Bakanlıklar tarafından oluşturulan Cinsel İstismar Komisyonu’nun yasa tasarısı kamuoyuna “acil eylem planı” olarak sunularak düzenlemenin gerisindeki amaç caydırıcılığın sağlanması olarak açıklanmıştır.[4] Çocuk istismarının önlenmesi gibi birbirinden çok farklı boyutları olan karmaşık ve yakıcı bir toplumsal soruna bir buçuk ay gibi kısa bir sürede bulunan hukuki çözümün muhafazakar söylemin bir tekrarından ibaret olması ne yazık ki şaşırtıcı değildir. Tasarıda istismarın çözümü kamuoyunu yatıştıracak şekilde yaptırımların artırılmasına indirgenmiş, cezalar artırılırken dahi muhafazakar aile politikaları ile uyumlu yaş ayrımı stratejisi sürdürülmüştür.
Yasa tasarısının meclise sunulmasının ardından kadın ve çocuk hakları konusunda çalışmalar yapan 163 kadın ve LGBTİ örgütünün bir araya gelerek hazırladığı ortak itiraz metninde de belirtildiği gibi, Anayasa’nın 41/2 maddesi ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine göre devletin görevi hak temelli bir bakış açısı ile çocukların cinsel istismara maruz kaldığı şartları ortadan kaldırmak ve koruyucu, önleyici hizmetleri kurumsallaştırmaktır.[5] Bunun için ise suç ve ceza aritmetiği bir tarafa bırakılmalı, bilimsel verilerden yola çıkılarak yapılacak disiplinler arası bir çalışmalarla konu hakkında hukuki çözümler üretilmeli ve bu çözümler sivil toplum örgütlerinin katılımı ile demokratik şekilde tartışılabilmedir.
Oysa ülkenin yarını olan çocukları ilgilendiren böylesine önemli bir toplumsal soruna ilişkin tasarıya ilişkin hazırlık süreçleri kapalı kapılar ardında gerçekleştirip topluma dayatıldığı gibi, sorunun çözümünde en temel sosyo-hukuki bilgiler göz ardı edilmiş, çocukların yaşadığı cinsel istismar toplumsal bağlamından örneğin Türkiye toplumunda yaygınlaşan cinsel şiddet, çocuk gelinler ile düşen okullaşma oranından koparılarak ele alınmıştır.
Temel sosyo-hukuki bilgiler bize cinsel hakkında ne söylemektedir? Oldukça sık ve farklı şekilde dile getirilmesine rağmen toplumda yaratılmaya çalışılan idam özlemi nedeniyle kamuoyunda herhangi bir karşılık bulamayan en temel bilgi ceza artırımın suçun oluşumu konusunda belirgin bir etkiye sahip olmadığıdır. Bu bilgi binlerce farklı kriminolojik ve sosyo-psikolojik araştırma ve istatistiki veri ile doğrulanmıştır. Kriminolojinin temel ilgi alanlarından bir olan ceza politikaları, suçun engellemesini veya kontrol altına alınmasını içerir. Suçla mücadelede tarihsel olarak benimsenen sistem cezalandırmadır. Ancak günümüzde ceza, caydırma işlevinin yanında ıslah işlevi ile de ele alınmakta, cezaların suç üzerindeki etkisi bakımından yapılan çalışmalar ise cezanın ağırlığı veya sertliğinden çok cezanın kesinliğinin/kaçınılmazlığının caydırıcılığa neden olduğunu ortaya koymaktadır.[6]
Hukuka uyma konusunda yapılan psikoloji çalışmaları ise konuya farklı bir perspektiften yaklaşır. Suçları ortadan kaldırmak için öngörülen hukuk kurallarına uyma konusunda uygulanan caydırma modeli insanların davranışlarını fayda ve zarar hesabı üzerinden belirlediği varsayımına ve ekonomiden devralınmış rasyonel seçim teorisine dayanır. Oysa suça neden olan davranışlara farklı koşullanmalar neden olabilmektedir. Caydırıcılık modeli; hırsızlık, dolandırıcılık gibi araçsal kaygılar nedeniyle işlenen suçlarda daha iyi etki doğururken; geçici duygusal durumlar nedeniyle işlenen suçlarda oldukça etkisizdir. Örneğin; cinsel saldırı, taciz, hakaret ve bazı adam öldürme suçları çeşitli duygu durumları nedeniyle veya anlık bir öfke nöbeti içinde işlenebilmektedir. Bu hallerde, rasyonel bir karar zarar hesabının kişinin suç işlemesini belirlemede etkili olduğu söylenemez. Üstelik caydırma modeline ilişkin temel problemlerden biri, bu sistemin daimi bir davranış gözetimini gerektirmesidir.[7] Toplum, iktidar ve hukuk sitemi tarafından sürekli üzeri örtülmeye çalışılan cinsel şiddet davranışı ile ortaya çıkan suçlar bakımdan ise böyle bir gözetim sistemi ancak cinsiyetçi toplumsal yapının değişmesi ile ortaya çıkacaktır. Çünkü bu suçların önemli bir bölümü resmi rakamlara yansımaz. Bu nedenle bu suçlar istatistiki olarak “siyah sayılar” olarak adlandırılır. Şiddet içeren cinsel suçlarda siyah sayıların yüksek olmasının nedenleri, cinsel suçlara ilişkin olarak mevcut bulunan kültürel önyargılardır. Cinsel şiddet mağdurları yaşadıklarının çevreleri tarafından öğrenilmemesi için ve başkaları tarafından cinsel şiddeti teşvik etmekle suçlanmamak için resmi makamlara başvuruda bulunmaz. [8] Çocuklara yönelik cinsel istismar vakaları söz konusu olduğunda ise kültürel önyargıların yanı sıra durumun çoğu zaman çocuk tarafından paylaşılamaması ve aile üyeleri tarafından da gizlenmeye çalışılması söz konusu olmaktadır. Bu durum özellikle aile içinde yaşanan cinsel istismarlar yani ensest olayları bakımından geçerlidir. [9]
Ancak yine de cinsel şiddetin önlenmesi için neden sadece caydırıcılık üzerinde durulmakta hatta cezaların kesinliğini sağlayacak bir başvuru mekanizması ve yargılama sistemi kurmak yerine sadece cezaların artırılması tercih edilmektedir. Oysa çocuk hakları alanında çalışan hukukçuların dile getirdikleri gibi mevcut TCK’da da cezalar oldukça yüksektir. Uygulamada ise ciddi sorunlar yaşanmakta, vakalar yargıya taşınamamakta, taşınması durumunda dahi yargılamalar ciddiyet ile yapılamamakta sadece kamuoyu tepkisinin oluştuğu vakalar bakımından cezalandırma söz konusu olabilmektedir.[10] Tüm bunlar da şiddet mağdurlarının ikincil travmalar yaşamasına neden olmakta ve cinsel suçların şikayete konu olmasının önündeki bir diğer engeli oluşturmaktadır[11]. Soruşturma ve yargı mercilerinde yaşanan sorunların kaynağı ise sanıldığının aksine kurumların ağır iş yükü değil, hem Türkiye’de hem de ataerkil toplum yapısının hüküm sürüdüğü bütün ülkelerde mevcut olan hukuk kültürüdür.
Hukuk sadece hukuk kurallarından ve kurumlarından ibaret değildir. Hukuk gerçeğini belirleyen hukuk uygulamasını gerçekleştiren kimselerin düşünceleri, değer yargıları, tutum ve davranışlarıdır.[12] Bu düşünce, değer yargısı, tutum ve davranışlar ise hukuk uygulayıcılarının yaşadıkları topluma ve aldıkları eğitime göre belirlenir. Çocukların cinsel istismarı gibi toplumsal kökeni bulunan davranışların önüne geçebilmek için ise hukuk düzenlemeleri ve uygulamasının toplumu değiştirmesi gerekmektedir. Ancak özellikle modern toplumlarda hukuk toplumsal bir değişim aracı işlevi görse de, hukukun toplumsal değişim yaratmadaki en belirgin sınırlarından biri ahlaki yapı ile ilgili konulardır. Hukukun, toplumsal kurallar tarafından düzenlenen toplumsal değer alanını değiştirebilmesi için farklı toplumsal çevrelerden gelen değişim talebi ile desteklenmesi ve yetkililer tarafından desteklenmesi gerekmektedir.[13]
Mevcut düzenlemede ise çocuklara yönelik cinsel istismar, toplumsal yapının bir sonucu olarak değil, cinsel şiddetten tamamen ayrı bir hastalık ve bir sapkınlık olarak ele alınmaktadır. Oysa psikiyatrik bir hastalık olarak tanımlanan pedofili çocuğa yönelik cinsel istismar gruplarından sadece birisidir. Saldırganın pedofil olarak tanımlanabilmesi için ergenlik öncesi, genellikle 13 yaşından küçük çocuklara karşı cinsel fanteziler kuran, çocuklarla cinsel olarak uyarılan, çocuklara karşı cinsel duygular besleyen, bu duygular çerçevesinde harekete geçen ve bu hissiyatı en az 6 ay boyunca sürdüren bir kişi olarak tanımlanması gerekmektedir. Tedavi edilmesi gereken bu kişiler bakımından TCK’da ayrıca bir düzenleme söz konusu olmadığı gibi, bu kişilerin kayıt altına alınması ve izlenmesi için de yasal bir düzenleme mevcut değildir. Bununla birlikte, dünyada çeşitli ülkelerde oldukça büyük tartışmalara yol açan kimyasal kastrasyon yeni tasarı ile birlikte pedofiller ve diğer istismarcılar arasında bir ayrım yapılmaksızın gündeme getirilmiştir[14] Oysa Türkiye’de konu hakkında yapılan sınırlı araştırmalar dahi, Türkiye’de çocuk ve ergenlere yönelik cinsel istismarın çoğunun pedofilik eğilimlerden çok, cinsel yaşantının kısıtlanması, küçük yaşta evliliğin normal kabul edilmesi gibi başka etkenlere dayandığını göstermektedir.[15] Bu etmenler ise feminist ve eleştirel çalışmalar dışında görmezden gelinen ataerkil toplumsal yapıya işaret etmektedir.
Feminist araştırmalarda ortaya konmaya çalışıldığı gibi çocukların cinsel istismarı saldırganın psikolojik ya da biyolojik özelliklerine bakılarak anlaşılamayacak sosyolojik bir fenomendir, toplumsal cinsiyete göre şekillenen iktidar ilişkilerine ve normatif eril uygulamalara dayanır. Artan klinik çalışma ve araştırmalar aile içi veya aile dışında çocuğa yönelik cinsel istismarda bulunanlar kişiler ile yetişkinlere cinsel şiddet uygulayanlar arasında önemli örtüşmeler olduğunu göstermektedir. Sürekli olarak bireysel sapkınlıklar şeklinde sunulan cinsel şiddet erkek egemen toplum ve iktidar ilişkileri ile ilişkidir ve düzenden bir sapma değil, düzenin bir sonucudur.[16]
Toplumsal cinsiyet ilişkileri ikili cinsiyet sistemi doğrultusunda inşa edilirken farklı erkeklikler arasında da dinamik bir hiyerarşi yaratır. Bu hiyerarşinin tepesinde yer alan hegemonik erkeklik, diğer erkek ve kadınlar üzerinde iktidar sahibi olan erkeklerin erişebildiği bir mertebedir. Hegemonik erkekliğin iktidarının en önemli alanlarından biri ise cinselliktir. Heteroseksüellik ve homofobi ile bezeli bu cinsellik baskı ve kontrol sağlamanın bir aracıdır.[17] Cinsellik üzerinden iktidar arayışı zaman zaman en güçsüz olana yönelmeye ve çocukların birer cinsel obje haline gelmesine neden olur. [18] Çocuk istismarı, erkeklik hiyerarşisi içindeki farklı erkeklere iktidarlarını sergileme ve iktidarsızlık deneyimlerinden kaçma olanağı sağlar. Bu nedenle, gerçekte saldırgan bir pedofilden daha çok herhangi bir “aile babası”dır. Ancak araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlara rağmen çocuklara yönelik cinsel istismarın ısrarla pedofillerle ilişkilendirilmekte, “olağan şüpheliler”in dışında kalan saldırganlar ceza soruşturmalarının dışında bırakılmaktadır.[19]
Çocuklara yönelik cinsel istismarın ya da genel itibariyle cinsel şiddetin toplumsal cinsiyet ve iktidar ilişkilerinden koparılarak bir hastalık ve sapkınlık olarak ele alınmasının asıl nedeni ataerkil ve heteroseksist toplumsal yapının sorgulanmasının önüne geçmektir.[20] Demokratik toplumlarda atılan önemli adımlara rağmen tamamen ortadan kaldırılamayan bu sistem, soyut ve belirsiz hukuk kuralların arasına gizlenmekte, geleneksel bir hukuk eğitimden geçmiş hukukçular tarafından kolaylıkla sürdürülmektedir. Türkiye gibi muhafazakar ideolojinin egemen olduğu ülkelerde ise durum çok daha vahimdir. Bilindiği gibi son yıllarda kadın ve çocuklar konusunda mevcut her toplumsal tartışma ailenin korunması politikasına bağlanmaktadır. Egemen olan muhafazakar ideoloji içerdiği bütün ataerkil, heteroseksist değerler ve dayandığı şiddet örgüsü ile beraber geleneksel aile yapısını sürdürmeye ve neoliberal piyasa sistemi içinde güvencesiz kalan insanları açısından bu kurumdan geleneksel bir toplumsal destek ve baskı mekanizması olarak yararlanmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, 2012 yılında 4+4+4 olarak bilinen sistemle ilk dört yılın ardından çocukların örgün eğitim dışına çıkması sağlamış[21], çocuk gelinlerin ve çocuk işçilerin önü açılmıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi bir yasa iptaliyle “Çocukların cinsel ilişkiye rıza yaşının 15’ten 12’ye indirilmesi”nin önünü açmıştır. Bu nedenle, 2016 yılında çocuk istismarcılarının evlilik yoluyla cezasız bırakılmasını öngören bir önerge AKP Hükümeti eliyle Meclise getirilmiştir.[22] Bu nedenle, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı adım adım Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı’na dönüşmüştür. Hukuku cinsiyetçi olarak nitelendirmemize neden olan da benzeri kural ve kararlar yoluyla mevcut ataerkil ve heteroseksist toplumsal yapıyı meşru şekilde yeniden üretmek konusunda sergilediği bu araçsallıktır.
[1] BBC Türkçe’nin 24 Temmuz 2018 tarihli haberi, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-44824367
[2] ASUMA, İMDAT, Çocuk İstismarına Yönelik Rapor, 2018,
http://imdat.org/wp-content/uploads/2018/05/RAPOR-ÇOCUK-İSTİSMARI-tam.pdf
[3] CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun yaptığı TBMM Başkanlığının reddedilen 20 Şubat 2018 tarihli Çocuk İstismarı konusunda özel komisyon kurma talebinden iki gün sonra bakanlıklar nezdinde oluşturulan komisyon ilk toplantısını yapmıştır. Bkz. 22 Şubat 2018 ve 3 Mart 2018 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Haberleri.
[4] Diken haber sitesinin 28 Şubat tarihli haberi, http://www.diken.com.tr/partiler-hemfikir-cocuk-istismarinin-onlenmesi-tasarisi-10-gun-icinde-mecliste/
[5] Cumhuriyet Gazetesi’nin 16 Nisan 2018 tarihli haberi, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/959127/163_Kadin_ve_LGBTi_orgutunden_ortak_aciklama__Cezalarin_artirilmasi_cozum_degildir
[6] Cezanın suç oranları konusundaki etkisi bakımında literatürdeki çalışmalara ilişkin ayrıntılı bir özet için bkz, Zahir Kızmaz, “ Ceza veya Kriminal Yaptırımın Suç Oranları Üzerindeki Caydırıcı Etkisi”, http://www.cte-ds.adalet.gov.tr/makaleler/zahirkizmazmakaleleri/zahirkizmaz_cezaveyaptirimlerinsucoraninaetkisi.pdf
[7] F. Ceren Akçabay, “Hukuka Uymak ya da Uymamak İşte Tüm Mesele Bu: Psikolojik Hukuk Yaklaşımı Çerçevesinde Hukuka Uyma ve Meşruluk İlişkisi”) Adnan Güriz’e Armağan, Ed. Saim Uye içinde, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara:2016, ss. 39-73.
[8] Nurdan Düvenci, Mağdur Hakları Bakımından Şiddet Mağduru Kadınların Korunması (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2007, s. 19-20.
[9] Nilgün Küçükkaraca Hande Albayrak, Çocuğa Yönelik Cinsel istismar ve Hegemonik Erkek Algısı: Neden Sonuç İlişkisi Üzerine Bir Tartışma, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt IX, Sayı 1 Nisan 2016, s. 90.
[10] Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi Üyesi Av. Ümit Asye Demir’in 20 Şubat 2018’de yasa tasarısına ilişkin Evrensel Gazetesine yaptığı açıklamada uygulamada karşılaşılan problemler ve cezasızlık politikası açıkça ortaya konmuştur. https://www.evrensel.net/haber/345989/cocuk-istismari-gostermelik-komisyonla-cozulemez
[11] Nurdan Düvenci, Mağdur Hakları Bakımından Şiddet Mağduru Kadınların Korunması (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2007, s. 20.
[12] Eylem Ümit Atılgan, Türkiye’de İç Hukuk Kültürü Üzerine Bir Araştırma (Haksız Tahrik Kararlarında Eril Tahakküm Kodları), Turhan Kitabevi, 2015.
[13] Fehmiye Ceren Akçabay, Hukuk Eliyle Talim ve Terbiye: Toplumsal Değişim ve Hukuk İlişkisi Çerçevesinde Zorunlu Eğitim İstanbul: XII Levha Yayıncılık, 2012.
[14] Cemal Alay, Oğuz Polat, Pedofili Nedir, Ne değildir?, Değişen Dünyada Biyoetik, Türkiye Bioetik Derneği, http://www.biyoetik.org.tr/wp-content/uploads/2015/08/degisenDunyadaBiyoetik.pdf#page=209
[15]Ayten Erdoğan vd, Türkiye’nin Dört Farklı Bölgesinde Çocuk ve Ergenlere Cinsel Tacizde Bulunan Kişilerin Karakteristik Özellikleri, Anadolu Psikiyatri Dergisi 2011; 12:55-61.
[16] Nilgün Küçükkaraca Hande Albayrak, Çocuğa Yönelik Cinsel istismar ve Hegemonik Erkek Algısı: Neden Sonuç İlişkisi Üzerine Bir Tartışma, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt IX, Sayı 1 Nisan 2016, s. 96.
[17] Anne Cossins, Masculinities, Sexualities, and Child Sexual Abuse, Kluwar Law İnternational, London, 2000, s. 143-147.
[18] Micheal Salter, Child Sexual Abuse. In Dekeseredy, W. and Dragiewicz, M. Routledge Handbook of Critical Criminology, Routledge: London and New York, 2017.
[19] Tartışmanın ayrıntıları için bkz. Cossins, Masculinities, Sexualities, and Child Sexual Abuse..
[20] Salter, Child Sexual Abuse.
[21] Akçabay, Hukuk Eliyle Talim ve Terbiye: Toplumsal Değişim ve Hukuk İlişkisi Çerçevesinde Zorunlu Eğitim.
[22] 20 Şubat 2018 tarihli Evrensel Gazetesi Haberi, https://www.evrensel.net/haber/345989/cocuk-istismari-gostermelik-komisyonla-cozulemez
Dr. F. Ceren Akçabay