Yeni adli yılda cesareti ve umudu “örgütlemenin” de zamanıdır. Halkın, halkın hukukçularının örgütlü gücüyle, egemenlerin hukukunun karşısında eşitlik özgürlük ve adalet mücadelesini büyüteceğiz.
Yeni adli yılda cesareti ve umudu “örgütlemenin” de zamanıdır. Halkın ve halkın hukukçularının örgütlü gücüyle, egemenlerin hukukunun karşısında, eşitlik özgürlük ve adalet mücadelesini büyüteceğiz.
Dostoyevski’nin bir öyküsünde “Sizin yasalarınızdan artık bana ne?” diye düşünür ana karakter; yasaları, mahkemeyi, hatta devleti de tanımayacağını en baştan kararlılıkla belirtir.
Tabi ki farkındadır, bütün bu sözleri bir duruşma salonunda dile getirdiğinde, yargıcın hemen onu susturmak isteyeceğinin.
Ancak bu durumda yargıca, şu sözlerle yanıt vereceğini de ilan eder; “Boyun eğeceğim güç yok sende artık!
Bir önceki adli yıl başlarken toplumsalhukuk sayfalarında “yeni adli yılınız cesaretle ve o ölçüde umutla dolu olsun” dileğinde bulunmuştuk.
Çünkü, sözde çok ama çok güçlüler; ancak hiç de adil değillerdi. Her güçlü olan gibi, bir o kadar zorbaydılar ve öyle ya; zorbalığın doğasında adalet yer almaz.
Bir önceki adli yıl açılışında; “Tüm yargı mensupları, tarafını daima hukukun üstünlüğünden yana seçmek zorundadır” diyorlardı.
Sormuştuk; peki üstün olan/olacak o “hukuk”, kimin hukukudur?
Yanıt; yağmalanan doğadan, öldürülen kadınlara; hapsedilen muhaliflerden, kayyım darbelerine; sanırız açıkça ve fazlasıyla verildi. “Yargı erki” de, bir an bile tereddüt etmeden, tarafını seçti ve kendisinden bekleneni yerine getirdi.
Bir önceki adli yıl açılışında; “Yargı mensuplarının tamamı, adalet sancağını, her hal ve şart altında dimdik ayakta tutacak cesarete sahip olmalıdır” da demişlerdi.
Nitekim olacakları öngörmek için kahin olmaya gerek yoktu ve bunun üzerine bizler de “sizden daha cesur olmaya mecburuz” demiştik.
Elbette daha cesur olmaya mecburduk; sırf bir mesleğin mensubu olarak anılanlardan olmak yerine; akıl ve vicdan sahibi ve de bu halkın bir ferdi olup, o bilinçle ve o ölçüde, bu ülkenin yoksul halkının yazgısını değiştirme niyetindeki hukukçular olarak; öncelikle “hukuk” ve “yargı” eliyle yaşama geçirilen saldırılar karşısında kararlılıkla durabilmek için.
Şimdi yeni bir adli yıl başlıyor.
Siyasi iktidar; ekonomiden Suriye’ye, yolsuzluklardan yağmacılığa, yaratıcısı olduğu krizlerin içinde her gün daha da dibe batarken ve artık meşruluğunu sandıkta da bulamazken; sonunun geldiğini duyumsayan her iktidarın tarih boyunca yaptığı gibi; öncelikle yine zor gücüne yaslanıyor ve belli ki bunu da “hukuk” ve “yargı” aldatmacasında rasyonelleştirmeyi ve meşrulaştırmayı umuyor.
Adliyenin yine kıymete binmesinin, “reform” nidalarının yada aylar öncesinden propaganda edilen Saray’daki adli yıl açılış törenlerin bir nedeni de; şimdi bir kez daha masaya sürülecek olan bu kozun, elden geçirilip parlatılmasıdır şüphesiz.
Ve en baştan, elde kalan o zora biat edilmesi ricasıdır.
Çünkü yasanın lafzı yada mahkemenin hükmü, artık Saray’ın buyruğundan öte bir anlam ve değer taşımamaktadır. Saray’ın buyruğunu yaşama geçirmek de, yasanın lafzı yada mahkemenin hükmü ile ambalajlansa da, eskisi kadar kolay olmayacaktır.
Evet, hiç de kolay değil işleri bu sefer.
Yeni “adli yıl” aynı zamanda; “yargı reformu” tartışmalarında çıkan çatlak seslerin, Baroların ve hukukçuların giderek büyüyen Saray boykotunun ve daha da önemlisi, yolu adliyeye düşen hemen herkesin duyduğu büyük hoşnutsuzluğunun ve öfkenin gölgesinde de başlıyor.
Türkiye’de son yıllarda yargı alanında yaşananlar yada yargı alanına yansıyanlar; egemenlerin meşruluk krizinin, egemenlerin hukukunun ve yargısın da bir krizi olarak boy verdiğini gözler önüne seriyor ve de, sınıflı bir toplumda “hukuk” kurumuna ve “adalet” inancına dair toplumsal gerçekleri, nice kuramcının gıpta edeceği bir berraklıkla ortaya koyuyor.
Beraberinde direnç, direniş eğilimleri; dört bir yanda boy veriyor ve bir yanda, egemenlerin hukuk ve adalet anlayışı hemen her kesim tarafından sorgulanırken; bir yanda da aslında bir başka “hukuk” üretiliyor ve “adalet”, şimdi bir başka dilde yeniden kavramlaşıyor.
Ancak şimdi yapmamız gereken, bilinenleri tekrarlamak değil şüphesiz; tek başına cesaret ve umut da değil yazgımızı değiştirecek olan.
Gözaltı merkezlerinin yada cezaevlerinin kapısında, bizi orada istemeyenlere inat kararlılıkla durduk ve duvarların arkasındaki sessiz çığlıkları çoğu zaman yalnızca bizler duyduk; toprağına ağacına sahip çıkan köylülerle yada evlerinden atılıp yaşamın kenarına atılıveren kentlilerle aynı barikatta saf da tuttuk; istismar edilen çocukların, öldürülen kadınların hayallerini bizler taşıyıp büyüttük, şiddet ve ayrımcılığın karşısında yine bizler vardık; kaza yada fıtrat denilen iş cinayetlerini, bir taammüden cinayet olarak yalnız bizler görüp, kan içindeki elleri kelepçesiz kalan katillerini köşe bucak bizler kovaladık; insan haklarından, özgürlükten, eşitlikten, kardeşlikten yana sözlerimizi, duruşma salonlarından sokaklara en yüksek sesle bizler haykırdık; hepsine ve herkese eyvallah!
Nede olsa, bir önceki adli yıl başlarken, “yeni adli yılınız cesaretle ve o ölçüde umutla dolu olsun” dileğinde bulunmuştuk.
Ancak şimdi; o cesareti ve umudu “örgütlemenin” de zamanıdır.
Halkın ve halkın hukukçularının örgütlü gücüyle, egemenlerin hukukunun karşısında eşitlik özgürlük ve adalet mücadelesini büyüteceğiz.
toplumsalhukuk