Baroların Görevi İşkenceye Karşı Koşulsuz Mücadele Etmektir

Baroların Görevi İşkenceye Karşı Koşulsuz Mücadele Etmektir

Bugün insan hakları ve demokrasi mücadelesinin koşulsuz yürütülebilmesinin koşulu da bağımsız, demokratik baroların inşasıdır. İşkenceye karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bağımsız, eşitlikçi ve demokratik baroları mücadelemizle inşa edeceğiz.

Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi’nin Ankara Emniyeti’ndeki işkence iddiaları ile ilgili hazırladığı gözlem ve değerlendirme raporunun baro yönetim kurulunca yayımlanmaması ve kronikleşen sorunlar üzerine İnsan Hakları Merkezi divanında görev alan 5 meslektaşımız Merkezden istifa etti. Bugün itibariyle Divan’ın hepsi görevlerinden ayrılmış durumda. Aradan geçen süreye rağmen, işkence iddiaları ve bu iddialar karşısında yapılması gerekenlerin gündemde kalmaya devam etmesi konunun öneminden ve tüm toplumu ilgilendirmesinden kaynaklanıyor.

İşkence iddialarının önemi, işkencenin yeniden daha sık karşımıza çıkması işkenceye karşı mücadelenin başta insan hakları ve hukuk örgütlerince daha sistematik şekilde gündeme alınmasını gerektiriyor. Bu gereklilik karşısında işkencenin bugün iktidarın bir yönetme pratiği olarak nasıl yaygınlaştığını, işkencenin münferit değil sistematik olarak uygulandığını ve işkenceyle mücadeleye ilişkin kimi ilkeleri hatırlatmak istiyoruz.

Ankara Emniyetinde İşkence İddiası ve Ankara Barosu’nun Müdahalesi

Sürecin gelişimini kısaca hatırlayacak olursak: 24 Ocak 2022 tarihinde Ankara TEM Şubede işkence ve kötü muamele iddiaları kamuoyuna ve basına yansımıştır. Aynı zamanda gözaltında bulunan bir şüphelinin yakını tarafından Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezine işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılması talebiyle başvuruda bulunmuştur.

Kötü muamele ve işkence iddialarını yerinde incelemek üzere baro İnsan Hakları Merkezi tarafından görevlendirmeler yapılmış ve görevlendirilen meslektaşlar, 25 Ocak 2022 günü görüşme ve incelemelerde bulunmak üzere Ankara İl Emniyet Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne gitmiştir. Kurul, şikayetçi iki kişi ile yapılan görüşmeleri ve gözlemleri raporlaştırarak Ankara Barosu Yönetim Kuruluna sunmuştur. Raporda şikayetçi iki şüphelinin işkence anlatımları aktarılmış, basına yansıdığı kadarıyla uzun mülakat, itirafçı olmaya zorlama, tecavüz tehdidi, hakaret, tehdit gibi yöntemlerle birlikte çıplak bırakma, soğuk su ile ıslatma gibi iddialara yer verilmiştir. Ankara Barosu konuyla ilgili bir açıklama yayımlayarak Baronun bilhassa ilimiz sınırları içinde yaşanan hak ihlallerinden haberdar olduğu, müdahale ettiği, hak ihlali iddialarının kamuoyu ile paylaşılacağı, bunun insan hakları mücadelesinin bir parçası olduğu ve Merkezin hazırladığı rapora istinaden savcılığa suç ihbarında bulunulduğu belirtilmiştir[1]. Açıklamada her ne kadar hak ihlali iddialarının kamuoyu ile paylaşılacağı belirtilmişse de Merkez adına düzenlenen rapor Merkezin talebine rağmen yayımlanmamıştır.

Ankara Barosu Yönetim Kurulu, raporun yayımlanmamasına ilişkin oy birliği ile aldığı kararın hukuki gerekçesine dair bir açıklama yapamamıştır. Basına yansıdığı kadarıyla Merkez yönergesinde raporların yayımlanacağına dair bir görev tarif edilmediği, işkence iddialarının doktor raporuyla sabit olmadığı gibi açıklamalar yapıldığı anlaşılmaktadır[2]. Yine şifahen yapılan açıklamalarda yönetsel sorunlara dikkat çekilerek oy birliği ile alınan karar, yani raporun yayımlanmaması konusundaki kararlılık, perdelenmek istenmiştir.

İşkence Açık Bir Bastırma Tekniği Olarak Uygulanmaktadır.

İşkence bugün hala dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanılmaktadır. İşkence Türkiye’de de sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını korumuştur. Tüm baskılara rağmen işkenceye karşı yürütülen mücadele sonucu bir süre bu şiddet, yıldırma ve ele geçirme yöntemi daha az uygulanır hale gelmiştir. 15 Temmuz süreci ile birlikte işkence tüm topluma yönelik yıldırma, sindirme, parçalama, ele geçirme, yönetme yöntemi olarak yeniden yaygın biçimde kullanılmaya başlamıştır. Bugün varlığını ancak baskı ve şiddet ile koruyabilen iktidar için işkence, zorla kaçırma, ajanlık dayatması önemli bir araçtır.

İnsan onuruna yönelen, sadece mağdurunu değil toplumu da parçalamayı, yıldırmayı, nesneleştirmeyi hedefleyen işkenceye karşı etkili mücadele sadece hukukçuların değil tüm toplumun görevidir.

Ankara Emniyeti İşkence, Zorla Kaçırma ve Kaybetme Suçlarını Sistematik Olarak İşlemektedir.

15 Temmuz sonrasında işkence şikayetlerindeki artış ve Ankara Emniyetine yönelik şikayetlerin sürekliliği ile işkence şikayetlerinin etkili soruşturulmaması, cezasızlık pratikleri işkenceye karşı mücadele araçlarını belirlerken temel alınacak veriler arasında yer almaktadır.

Ankara Emniyetinde işkence iddiaları 24 Ocak tarihinde kamuoyu gündemine giren işkence iddiası ile sınırlı değildir. Ankara Emniyeti özellikle 15 Temmuz sonrasında işkence, kötü muamele, zorla kaçırma, kaybetme, hukuka aykırı ifade yöntemlerinin kullanılması şikayetleriyle daha sık gündeme gelmektedir. Bu vakalar İnsan Hakları Derneği’nin yıllık raporları ve özel raporlarına ve diğer insan hakları örgütlerinin raporlarına yansıyor[3]. İşkence, kötü muamele, kaçırma şikayetlerinin tamamının yargıya veya insan hakları örgütlerine yansımadığı değerlendirilecek olursa verilerin raporlara yansıyandan fazla olduğu tahmin edilebilir bir gerçekliktir. İşkence ve kötü muamele zorla alıkoyma ve kaçırma, ajanlık dayatmaları, bugüne özgü olmadığı gibi FETÖ iddiasıyla yürütülen soruşturmalara da özgü değildir. Başta mülakat, kaçırma ve ajanlık dayatması olmak üzere aynı yöntemler toplumsal muhalefetin farklı kesimlerine, gençlere, öğrencilere yönelik uygulanmaya devam etmektedir.

İşkenceye sıfır tolerans söyleminden sistematik işkence ve kötü muameleye, siyah trasnporterlarla kaçırmalara, “görünmeyenler” diyerek göz göre göre kaçırma ve ajanlık dayatmalarına geçiş iktidarın bilinçli, açık bir tercihidir.

İşkence, kötü muamele, zorla kaçırma ve kaybetme biçimlerini alan “açık” devlet şiddetine karşı etkili mücadelenin yolu ise başta hukuk ve insan hakları örgütlerinin şikayetler üzerine etkili girişimlerde bulunması, bu girişimlerin cezasızlıkla sonuçlanacağı bilinen suç duyurularıyla sınırlanmaması, idareyi, yargıyı ve kamuoyunu harekete geçirmek üzere şiddetin görünür kılınması, işkenceyi ve işkenceye karşı mücadele yollarını görünür kılarak işkence aracının etkisizleştirilmesi, iddiaların etkili şekilde soruşturulmasının, faillerin yargılanmasının sağlanmasıdır.

İşkencenin sadece bugün kullanılan bir yöntem olmaması gibi, işkenceye karşı mücadele, dünyada da Türkiye’de de güçlü gelenekleri olan, büyük bedeller ödenerek hak kazanımlarıyla sonuçlanmış bir tarihe sahiptir. Bu tarihsel mücadele birikiminden güç alarak belirlenecek güncel mücadele çizgisi, bugün gün işkence mağdurunun kimliğine daraltılarak yürütülen ve iktidarın bu aracı işlevli şekilde kullanmasına olanak sağlayan sınırların aşılmasını olanaklı kılacaktır.

İşkence Mutlak Yasaktır, işkence Suçtur, İstisnası Olmaz

İnsan Hakları Merkezi’nin raporunu yayımlamayan Ankara Barosu yönetim kuruluna yöneltilen “raporu neden yayımlamadınız” sorusunun bilinen ama yönetim kurulunca açıkça ifade edilmeyen cevabı, iddia sahibinin FETÖ suçlamasıyla soruşturuluyor olmasıdır. Arka plandaki “acaba destekler konuma düşer miyiz” sorusu işkenceye karşı mücadelenin temel ilkelerini hatırlamamıza katkı sunmaktadır.

Bilindiği üzere, Türkiye’nin de imzacısı olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak için işkenceyi mutlak olarak yasaklar. Bu yasak, normlar hiyerarşisi açısından üstün kural niteliğindedir, hiçbir koşulda istisnası olmaz.

İşkenceye karşı etkili mücadele elbette sadece hukukçuların değil tüm toplumun görevidir. Ancak işkence iddialarına ilk elden müdahale edebilecek, mağdurlarla iletişime geçip işkenceyi yapılamaz kılacak, işkenceyi belgeleyip raporlayacak, cezasızlıkla mücadele edecek hukuk ve insan hakları örgütlerine büyük görev düşmektedir. Avukatlık Kanunu’nda tanımlanan amaçları arasında “insan haklarını savunmak ve korumak” yer alan Baroların işkenceye karşı mücadelede önemli sorumlulukları bulunmaktadır.

İnsan onuruna yönelen işkence ile mücadele “iddia sahibi/mağdur kim?” “Mağdura yöneltilen suçlama ne?” “İktidar ne der?” Sorularına yanıt arayarak yürütülemez. Bu soruları düşünmenin anlamı işkence yapılabilecekler ve yapılamayacaklar, kaçırılıp kaybedilebilecekler ve diğerleri, “düşman” ve “vatandaş” ayrımının yapılmasıdır. İşkence ile mücadelede kim ve neden sorularının anlamı bundan öte değildir. “Neden” sorusuna açıkça yanıt verilemese de yanıt herkes için açıktır: iddia sahibi/mağdura yöneltilen suçlama Baronun suskunluğunun gerekçesidir. Bu durumda hukukçu olan Baro Yönetim Kurulu üyelerine işkencenin mutlak bir yasak olduğunu, Avukatlık Kanunda barolara ve baro yönetimlerine insan haklarını savunma görevinin verildiğini hatırlatmak isteriz.

Bu suskunluk Baro Yönetimi ile de sınırlı değildir. 15 Temmuz’un hemen peşinden yayılan işkence görüntüleri, “bir zamanlar işkence yapanlara” “bir dönemin muktedirlerine” yönelik olduğu gerekçesiyle makulleştirilebilmiş, makulleştirilmese de gerekli tepki muhalefetin farklı kesimlerince de verilememiştir. İşte bu nedenle bugün bir bastırma ve yönetme tekniği olarak varlığını koruyabilen işkence ve Raporun yayımlanmaması vesilesiyle gündemde kalmaya devam eden işkenceye karşı mücadele sadece baroların değil insan hakları savunucularının, eşitlik, barış, demokrasi talep eden herkesin gündemidir.

İşkenceye Karşı Koşulsuz Mücadele

İnsan hakları savunucularının işkenceye karşı koşulsuz mücadeleleri bizlere köklü bir mücadele geleneği miras bırakırken, bu mücadeleyi verenler bugüne kadar doğrudan devlet şiddetinin hedefi haline gelmiştir. Bugün birer uluslararası standart olarak karşımızda duran pek çok hak, insan hakları savunucularının ödediği bedellerle tarihe yazılmıştır.

Ankara Barosu Yönetim Kurulu bilmelidir ki ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir süreçte Türkiye’nin en büyük barolarından birinde “görev almaya” aday olmuştur. Yönetim kurulları kimsenin kişisel kariyerinin bir basamağı değildir. “Kimsesizlerin kimsesi” olacağız diyerek yönetimlerde görev alanlar bilmelidir ki hakkı savunulacak “kimseleri” kişisel siyasal tercihlerine göre belirlemeleri mümkün değildir. İşkence iddiası gibi iddialar sorunsuz geçmesi dilenecek bir yönetim döneminin geçiştirilmesi gereken bir sorunu değildir. İşkenceye karşı mücadele hepimiz için yaşamsaldır.

Hala baro yönetiminin karşısına çıkan ve kulaklarından asla gitmemesi gereken “neden” sorusu Baroların eskisi gibi yönetilemeyeceğini de göstermektedir. İnsanlık onuruna, temel insan haklarına yönelik ağır saldırıların olduğu bir süreçte yönetimlerin çözüme götürmeyen bürokratik işleyişleri basit bir “neden?” sorusunun yaygınlaşmasıyla sarsılmaktadır. Kendi Merkez yönetiminin kararını dahi tanımayan, bürokratik işleyişin hakim olduğu baroların artık kapalı kapılar arkasında yürütülen görüşmelerle, ikna yöntemleriyle, yönetim kurulu olarak karar aldık diyerek yürütülmesi mümkün değildir. Kurulların demokratik işleyişini engelleseniz bile alınan her karar kurul/yönetim sınırlarını tanımayan mecralarda en demokratik biçimlerde tartışılacak ve “neden” sorusu kaşınıza çıkacaktır: “Neden?”

Bugün insan hakları ve demokrasi mücadelesinin koşulsuz yürütülebilmesinin koşulu da bağımsız, demokratik baroların inşasıdır.

İşkenceye karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bağımsız, eşitlikçi ve demokratik baroları mücadelemizle inşa edeceğiz.

Toplumsal Hukuk

[1] https://twitter.com/ankarabarosu/status/1486402007846076419?s=20&t=LD8r0M5Lk-3nuHmgf7lzlw

[2] https://artigercek.com/yazarlar/baskinoran/mulakat-odasi

[3] https://www.ihd.org.tr/2021-yili-baski-ve-tehdit-yontemleriyle-ifade-alma-mulakat-yapma-ajanlastirma-ve-kacirma-olaylariyla-ilgili-ozel-rapor/

https://www.ihd.org.tr/26-haziran-2021-itibariyle-turkiyede-degisik-boyutlariyla-iskence-gercegi/