Biz avukatların, meslek örgütlerimiz ile dayanışma içerisinde hukuk-dışı pratiklere karşı çıkmak sorumluluğu mevcut haliyle bakidir
İktidarın meslek örgütümüz olan baroları dizayn ederek etkisiz hale getirmek/üzerinde hâkimiyet kurmak çabasında; mesleğin ticarileşmesi ve piyasalaşmanın hizmetine göre dizayn edilmesi niyetinde hayrın mevcut olmadığı açıktır. Ancak akıbetin hayır olup olmayacağı noktasında iktidarın politik takvimi kadar, avukatların sürdürdüğü mücadelenin ve sözün de hesaba katılması/konuşulması gerektiği açıktır
Diyanet İşleri Başkanı’nın söylemleri akabinde gelişen “Cuma Hutbesi” krizi; içerik bağlamında laiklik, LGBTİ’ler/insan hakları, İslami olan/olmayan, ilericilik/gericilik gibi başlıklar altında kıyasıya bir politik mücadele ve tartışmayı getirirken; aynı zamanda siyasal iktidarın faaliyet takviminin bir parçası olarak da çeşitli girişimlerin fitilini ateşlemiş durumdadır. Bu yazı, daha çok siyasal iktidarın faaliyet takviminde bu tartışmaların nerede durduğu ve nereye gidebileceği hususunu ele almaya çabalayacaktır.
Siyasal iktidarın, kendisine muhalefet etme ihtimalinin varlığı sebebi ile özgün refleks gösterme ihtimali olan meslek örgütlerinden rahatsızlık duyduğu bilinen bir gerçektir.
Geçmiş yıllarda ve hâlihazırda Türk Tabipler Birliği(TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği(TMMOB) gibi meslek örgütleri, siyasal iktidarın bu rahatsızlığının yöneldiği eylemleri çeşitli biçimleri ile tecrübe etmişlerdir. Bu eylemler yeri geldiğinde yargıyı, “cezalandırmak” amacı ile muhalefete/muhalefet eden meslek örgütlerine karşı bir araç olarak kullanmak, yeri geldiğinde meslek örgütlerinin kuruluş kanunlarında pek demokratik(!) seçim sistemleri öngörmek suretiyle değişiklik yapmaya çabalamak ve yeri geldiğinde meslek örgütlerinin varlığını kamuoyunda hedef tahtasına oturtmaya çabalamak şeklinde vukubulmuş durumdadır. Yukarıda ismi geçen iki meslek örgütü yalnızca örnek olması açısından belirtilmiş olup; “rengi sarı olmayan” sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşları da siyasal iktidarın bu yöneliminin çeşitli biçimleri ile öznesi olmuş/olmaya devam etmişlerdir.
“Cuma hutbesi” tartışmaları akabinde gelişen söylem ve pratiklerden görüldüğü üzere, avukatların meslek örgütü olan barolar da benzer bir karşı-eylem sürecinin öznesi haline getirilmek istenmektedir. Diyanet İşleri Başkanı’nın özelde LGBTİ’leri hedef alan/genel bağlamda laiklik ile karşıt durduğu görülebilen söylemlerine karşı bir açıklama yayınlayan Ankara Barosu, siyasal iktidarın her kademesi tarafından hızlı bir şekilde hedef tahtasına oturtulmuştur.
Gerek sosyal medya trolleri, gerek yandaş medya ve gerek ise siyasiler tarafından sürdürülen bu eylemler, beklendiği gibi Ankara Barosu ile sınırlı kalmamış olup; akabinde destek açıklaması yapan Barolar da dâhil olmak üzere meslek örgütlerimizin varlığına yönelik olarak “iktidarın taleplerini” içerir bir değişiklik söyleminin tartışıla gelmesine sebebiyet vermiştir.
Avukatlık mesleğinde “uzman avukatlık” sıfatının getirtilmesi, kıdem ayrımları yaratılarak bu hususa göre çeşitli imtiyazlar tanınması, avukatlık şube ve şirketleşmesinin önünü açılması, reklam yasağının çeşitli biçimleri ile yumuşatılması, “nispi seçim sistemi” tartışmaları adı altında baro seçim usullerinin değiştirilmesi gibi dikkat çekici başlıklar içeren bir kanun taslağı, kamuoyuna yansıması ile birlikte yoğun tartışmalara sebebiyet vermiş durumdadır.
Keza bu başlıkları içeren kanun taslağı bugün için yalanlanmış olsa dahi, bir niyetin ve anlayışın yansıması olduğu aşikârdır.
Niyet Hayır (!)
Ankara Barosu’nun açıklamasını müteakip hızlıca örgütlenen bu süreç, örgütleniş hızı incelendiğinde siyasal iktidarın faaliyet takviminde meslek örgütlerinin muhalefet etmek olanaklarının tamamen ortadan kaldırılması konusundaki niyetinin var olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Aynı zamanda niyetin bununla sınırlı olmadığı, sermayenin/ekonominin örgütleniş biçimine hizmet edecek şekilde mesleğin yeniden dizaynının da bu niyete eşlik ettiğini gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Siyasal iktidarın niyetlerinden ilki ve en çok tartışılanı, baroların seçim usulünün değiştirilmesi yönünde olmuştur. Kaba haliyle TBB Genel Kurulu için mensubu fazla olan barolar, yüzden sonraki her üç yüz üye için birer delege daha seçer iken; iktidar cenahından önerilen değişiklik bu sayının her bin üye için birer delege seçilmesi şeklinde olmuştur. Bu şekilde küçük baroların da “demokrasi” işlerliği bağlamında söz sahibi olmasını sağlamak istendiği ifade edilse de siyasal iktidarın niyetinin bu olamayacağı açıktır.
İlk olarak ifade edilmesi gereken gerçek, yapılmak istenen bu değişiklik niyetinin yöneldiği gayenin, Türkiye Barolar Birliği’nin mevcut varlığının, tıpkı Ankara Barosu(ve dayanışma gösteren diğer barolar) gibi ufak da olsa bir muhalefet olanağına yol açmamasını sağlayacak şekilde kontrol altında tutulmak istenmesidir.
Bugün siyasal iktidarın çizgisi ile oldukça uyumlu bir şekilde faaliyet yürüten TBB Başkanı’nın ortaya koyduğu pratik anlayış; siyasal iktidarın istediği “makbul avukatın” vücut bulmuş halini ifade etmektedir. Bu bağlamda siyasal iktidarın niyetini gösteren bu değişiklik önerisi, gerek baroların ufak da olsa muhalefet etme olanağını etkisizleştirerek meslek örgütlerini ele geçirmek; gerek ise adalet talebinin yükseltilmesini sağlayan avukatlardan ziyade faaliyetleri karşısında bu talebi üretmeyecek “makbul avukatlar” yaratmasını hedeflemektedir.
Değişiklik önerilerinde yer alan niyetlerden ikincisi ise genel olarak kıdem ayrımlarının yaratılması suretiyle ayrımlara göre imtiyazlar tanınması, avukat şirketleşmesi ve şubeleşmesi ile reklam yasaklarının esnetilmesi gibi başlıklar altında ifade edilmiştir. Bu niyet ise kaba haliyle mesleğin her halinin sermayenin çıkarları adına oluşturduğu bir anlayıştan, avukatlık mesleğinin de er ya da geç tam anlamıyla nasibini alacağını göstermesi açısından önemlidir.
Türkiye’de avukatlık mesleğinin bugün geldiği noktada ciddi oranda piyasalaşma ve işçi avukat sömürüsü olduğu bilinen bir gerçektir. Avukatlık mesleğinin ticarileşmeye devam ettiği, piyasa ve sermayenin koşullarına uygun olarak dizayn edilmek istendiği; avukat enflasyonu olarak tabir edilen verilere “özde” çözüm getirmeyen sınav ile çözüm üretilmek istendiği bir süreç akabinde; niyetlenilen bu değişiklikler tartışmaya değerdir. Keza avukatlık mesleğinin piyasalaşması noktasında bulunulan nokta ile yetinilmeyeceği; avukatlar arasındaki ekonomik/sınıfsal ayrımın daha da keskinleştirilmek istendiği, niyetlenen değişiklikler karşısında açıktır. Mesleki açıdan güvencesiz olan on binlerce genç avukat, mesleğe atılır atılmaz şirketleşmiş ve şubeleri olan avukatlık bürolarına mahkûm edilerek ucuz iş gücü haline getirilebilecek; reklam yasağının esnetilmesi karşısında halihazırda rekabet koşullarını eline geçirmiş avukat tekellerinin karşısında hareket edemez hale gelecektir. On binlerce avukatı sermayenin tutsağı haline getirmek isteyen bu anlayış ve niyet, avukatlık mesleğinin içerisine girdiği krizi daha da derinleştirecek mahiyettedir.
Akıbet Hayır (mı ?)
İktidarın meslek örgütümüz olan baroları dizayn ederek etkisiz hale getirmek/üzerinde hâkimiyet kurmak çabasında; mesleğin ticarileşmesi ve piyasalaşmanın hizmetine göre dizayn edilmesi niyetinde hayrın mevcut olmadığı açıktır. Ancak akıbetin hayır olup olmayacağı noktasında iktidarın politik takvimi kadar, avukatların sürdürdüğü mücadelenin ve sözün de hesaba katılması/konuşulması gerektiği açıktır.
Bugün siyasal açıdan ittifak halini almış bir toplam, meslek örgütümüz olan baroların varlığını etkisizleştirmek, hukuk-adalet eksenli taleplerin yükseltmesini ve bu noktada muhalefet edilmesini engellemek için yan yana gelmiş durumdadırlar. Bu yan yana geliş niyeti, söz konusu faaliyetlerinin sürdürülmesinde bahsedile gelen bekanın “amasız” sağlanması noktasında bir ittifak haline bürünmüş durumdadır. Aynı zamanda bu ittifakın, avukatlık mesleğinin sermayenin aradığı koşullara entegrasyonunu daha da üst perdeden sağlamak ve avukatlar arasındaki eşitsizliği derinleştirmek hususuna hizmet edeceği açık olan değişikliklerde mutabık bulunduğu görülmektedir.
Yukarıda ilk olarak ifade edildiği üzere meslek örgütlerinin seçim usullerinin değiştirilmesi suretiyle talep edilen husus; her ne kadar iktidar tarafından daha demokratik bir seçim usulünün getirilmesi suretiyle temsili hakkaniyetli hale getireceği iddiasına dayansa da, bunun biz avukatlar açısından kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Memlekette asgari demokratik mekanizmaların dahi işlevinin tartışılır hale gelmekten uzaklaştığı, demokratik olanın “d”sini konuşamayacağımız bir süreçte; değişiklik talebindeki kaygının demokratik kaygılardan ziyade, muhalefeti etkisizleştirmek adına ortaya konulan bir takvim olduğunu ifade etmek zorunluluktur.
Muhalefeti etkisiz hale getirmek söyleminin, “daha demokratik” olanı getirmek iddiası ile meşrulaştırılmak istenmesi, meslek örgütlerinin ele geçirilmek istendiği hususunu perdelemesi kabul edilebilir değildir. Keza mevcut siyasal gerçekler karşısında, bu “değişiklik önerilerinin” verebileceği daha demokratik bir seçenek olmadığı/olamayacağı açıktır.
Bugün meslek örgütlerimizin varlığına yönelmiş bulunan linç kampanyaları ve baskılara karşı meslek örgütlerimize sahip çıkmak, yalnızca avukatlık mesleğinin varlığını korumak amacıyla değil; muhalefet eden en ufak özneyi etkisiz kılmak isteyen bir anlayışa karşı söyleyecek sözümüz olması açısından da kıymetlidir. Kendisine muhalefet edebilecek özneleri dönüştürmek hususunu takviminde önüne hedef olarak koyan anlayış; bu pratiğe eşlik edecek şekilde mesleği ekonomik/politik açıdan dönüştürmek kaygısını da gizlememekte, daha önemsiz görmemektedir.
Dolayısıyla kanun taslağı çalışmasının yalanlanması; iktidarın politik olarak niyet ve arzusunun baki kaldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Bu bağlamda biz avukatların, meslek örgütlerimiz ile dayanışma içerisinde hukuk-dışı pratiklere karşı çıkmak sorumluluğu mevcut haliyle bakidir.
İktidarın önerileri ve mevcut pratikleri, bugün yalanlanan kanun taslağındaki anlayışın, kanun taslağı olarak yahut bir başka şekilde; biz avukatların önüne yeniden getirileceğini göstermektedir. Bu anlayışın meslek örgütlerine ve genel olarak muhalefete yönelik geliştirdiği pratiklerin takvimi, kanun taslaklarından bağımsız duruma gelmiş vaziyettedir.
Meslek örgütlerimize yönelmiş bulunan söylem ve pratiklerin kanun taslaklarından bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiği; bu bağlamda her ne kadar yalanlama gelse dahi niyetin hayrolmadığı açıktır. Akıbetin hayır olup olmayacağı ise; bu siyasal takvimin karşısında biz avukatların meslek örgütlerinin varlığına yönelen pratiklere muhalefet etmek iradesini gösterebilmesi; meslek örgütlerimizi bu hukuksuzluğa karşı muhalefet etmek/dayanışma iradesini gösterebilmek adına ilerletebilmesi neticesinde görülecektir.
Not ve Güncelleme
Yukarıda yer alan metin yazıldığı esnada, ifade edildiği üzere işbu kanun taslağının gündemde olmadığı Adalet Bakanlığı yetkilileri ve TBB Başkanı tarafından ifade edilmişti. Ancak bu metin yazıldıktan kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamada, baroların ve Türk Tabipler Birliği’nin seçim usullerinin değiştirilmesinin hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğine dair açıklama yapıldı.[1]
Henüz değişikliklerin kapsamı ve mahiyeti net olarak kamuoyuna yansımasa da; ilk olarak yukarıda da belirtildiği üzere delege usulünün değişimi neticesinde TBB seçimlerinin şeklinin değiştirilmesinin hedeflendiği düşünülmektedir.
İkinci olarak ise kamuoyuna yansıyan bilgiler uyarınca; belirli bir avukat sayısının aşıldığı şehirlerde, mevcut barolara alternatif baroların kurulabileceği bir sistem üzerinde durulduğu ifade edilmektedir. Mevcut bilgiler netleştikçe, daha etraflı değerlendirmeler yapılabilecektir. 07/05/2020
Av. Deniz Can Aydın
*Niyet hayır akıbet hayır, iyi niyet ile girişilen her işin sonunun hayırlı olacağını ifade eden bir atasözüdür.
[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erdogandan-baro-ve-tabip-odalarina-mudahale-sinyali-1737009