Yeni adli yılda Toplumsal Hukukçular olarak, bilinsin ki; bu karanlık tablo karşısında, öfkemiz büyüktür, ancak umudumuz da… Umudumuzu öfkemiz kadar büyütecek olan da, şüphesiz eylemimiz olacaktır
Yeni adli yılda Toplumsal Hukukçular olarak, bilinsin ki; bu karanlık tablo karşısında, öfkemiz büyüktür, ancak umudumuz da… Umudumuzu öfkemiz kadar büyütecek olan da, şüphesiz eylemimiz olacaktır
Çağlar boyu birçok düşünür, “insanı insan yapan erdemler” arayışında, çoğunlukla “akıl” ve “vicdan” üzerinde durur. Şimdi güzel ülkemiz, akıl ve vicdan tutulmasının giderek daha da fazla yaşandığı şu karanlık günlerde, durmaksızın yola devam etmekte.
En temel ahlaki ve vicdani değerlerde ve sosyal yaşamda yaşanan çürüme, bilimsel alana da yayılmakta. Diyanet, yeğen ile cinsel münasebet haram iken, teyze yada amca çocukları ile helal olduğunu duyurdu. Kız çocuklarına yönelik cinsel istismar ise zaten çoktan meşru ve ahlaki kılınmış idi. Bunlar olurken, toplumumuzda ensest ilişkinin yaygın olarak görüldüğünü dile getiren bir yazar hakkında, “Türklüğü aşağıladığı” gerekçesi ile TCK m. 301’den soruşturma açılacağı haberleri basına düştü. Bu arada iktidar yanlısı gazetelerin kalemşörleri de, açlık grevindeki Nuriye ve Semih’in gerçekte açlık grevi yapmadıklarını, gizli gizli yemek yediklerini, limonata içtiklerini, nitekim bu yüzden hala ölmediklerini ispatlama derdinde. “Nuriye ve Semih Yaşasın” diyenler ise, terör propagandası gerekçesi ile apar topar gözaltına alınıp tutuklanmakta. Çocuk istismarı olayları ile anılan iktidar güdümündeki gerici vakıflarla ardı ardına işbirliği protokolleri imzalayan Milli Eğitim Bakanlığı, “evrim teorisi”ni eğitim müfredatından çıkarırken; iktidar partisinin gençlik kollarından bir şahsiyet de, gerçekte dünyanın küre şeklinde değil de düz olduğu fikrini propaganda ediverdi. Her fırsatta alkollü içki içilmesine saldıran iktidardaki gerici zihniyet, sağlığımız ve zevkimiz için “deve sidiği”ni alternatif olarak sunmakta. KHK ihraçları ile bilimsel aklını ve vicdanını büyük ölçüde kapı dışarı eden “cahilin ferasetine güveniyorum” diyeni YÖK Denetim Kurulu üyeliğine atayanakademi, şüphesiz önümüzdeki süreçte bütün bu şarlatanlıkları çok daha ileriye taşıyacaktır.
Fransız lider E. Macron, küresel siyaset sahnesinde olmanın sanıldığı kadar havalı bir durum olmadığına dair yakınmasını, Tayyip Erdoğan ile on günde bir görüşme durumunda olmakla ifade ederken, çok da haksız değil belli ki.
Peki ya biz ne yapalım ?
Bu akıl ve vicdan tutulmasının yargı alanında da ciddi sonuçları ve ürünleri var şüphesiz. Temel hak ve özgürlükler ile çağdaş demokratik toplum düzeninin güvencesi olma noktasında hala ülkemiz yargısına dair beklentisi olanları, “iyimserlik” mertebesinden “saflık” mertebesine terfi ettiren gelişmeler, ardı ardına yaşanmakta.
Saray’da 30 Ağustos resepsiyonunda AKP Genel Başkanı önünde birkez daha önünü ilikleyip yerlere eğilen “bağımsız” yargı, yeniden yapılandırılmış olan HSK’nın adli tatil öncesi gerçekleştirdiği sürgün kıyımı ile artık daha hazır ve nazır bir halde, kendisine verilen görev ve misyonunun hakkını fazlasıyla verme yolunda. Danıştay Başkanı tarafından basına verilen demeçte; “Yargı, hiç olmadığı kadar bağımsız ve tarafsızdır” denilip, ancak hemen ardından da, AKP sözcülerini kıskandıracak bir sertlik ile ana muhalefet partisini eleştiri bombardımanına kalkışılması, yılın fıkrası ancak mevcut durumun da açık bir tarifi olma niteliğinde.
Düşünen, sorgulayan, eleştiren, itiraz eden, muhalefet yapan hemen herkes; keyfi gözaltı ve tutuklamalardan nasibini almakta ya da sıranın kendisine gelmesini beklemekte. Diğer yandan son bir senede binlerce adli hükümlü örtülü aflarla tahliye ettirilerek muhalifler için yer açılmakta. AKP kadrolarının kendi ifadeleri ile “yeni bir devlet” kurulurken; siyasi iktidarın elinde pervasız bir zor aygıtı olarak yapılandırılan yargı; toplumu, yeni düzene koşulsuz biat etmeye zorlamakta. Uluslararası insan hakları kuruluşları, Türkiye’deki ağır ve yaygın insan hakları ihlallerini duyurmakta ve tarihin gördüğü nice baskıcı otoriter rejimi dahi geride bırakacak bir tablonun tespiti yapılmakta. Böylesi bir tabloyu engelleme ve bu amaçla siyasi iktidarı, temel hak ve özgürlükler ile demokratik toplum değerleri lehine sınırlama ve denetleme işlevi taşıması beklenen yargı erki ise, bu tabloyu yaratan başlıca özne olarak konumlanmakta.
Hukukun en kötüsü, suçsuzu korkutandır
“Hukukun en kötüsü, suçsuzu korkutandır” demiş Hint düşünür Beydaba. Dün de az ya da çok öyle olabilir ancak bu gün için tartışmasız biçimde öyledir ki; adliyeler, ülke yurttaşları için birer güvence, hak elde etme mekanı olmaktan çıkmış; korkunun ve kaygının hüküm sürdüğü mekanlar halini almış görünmekte. Paylaştığınız bir iki kelimelik Twitter mesajı için dahi kapınıza gelen polislerle başlayan yolculuğunuz, adliyede savcının odası, sonrasında sulh ceza hakimliği duruşma salonu ve devamında cezaevi ile sürüp sonlanmakta.
Adalet Bakanlığı verilerine göre; yalnızca geçen yıl, “Cumhurbaşkanına hakaret” suçunu düzenleyen TCK m. 299’dan açılan dava sayısı 1845 olmuş durumda; 6 yıllık zaman diliminde ise bu sayı 3134 dür. Oysa Ahmet Necdet Sezer’in 7 yıllık döneminde bu sayı 26’dır. Yine bakanlık verilerine göre, söz konusu 3134 davada yalnızca 280 beraat kararı verilmiş durumda.
“kanunilik ilkesi” bir çırpıda rafa kaldırıldı
Üstelik, yeni adli yıl yaklaşırken çıkarılan 15.08.2017 tarihli 694 Sayılı KHK, bu günlerimizin dahi iyi günlerimiz olduğunun, henüz en kötüsünü görmediğimizin habercisi oluverdi. 694 Sayılı KHK, “olağanlaşmış” hale gelen bu “olağanüstü hal rejimi”nin dahi şu ana kadar yapmadığı bir normatif müdahaleyi ilk kez gerçekleştirdi; çağdaş “hukuk devleti”nin yapı taşı olarak görülen “kanunilik ilkesi” de bir çırpıda rafa kaldırıldı ve şimdi bir KHK ile doğrudan bir ceza normu düzenlenmesine gidildi.
694 Sayılı KHK’nın 137, 138 ve 139 uncu maddeleri ile; 5237 Sayılı TCK da yer alan “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” (m. 188), “Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma” (m. 190) ve “Kumar oynanması için yer ve imkan sağlama” (m. 228) suçlarında cezai yaptırımlar yeniden düzenlendi ve ağırlaştırıldı. Uyuşturucu ve kumar gibi toplumsal mağduriyetin ve duyarlılığının yüksek olduğu suç eylemlerine yönelik bu KHK düzenlemesi, şüphesiz toplum nezdinde bir “meşrulaştırma” ve “alıştırma” hamlesidir ve nitekim, yarın bir başka KHK ile, bu sefer de başka ceza normlarına yönelik normatif müdahaleler yapılması artık olasıdır. Nitekim “Pandoranın Kutusu” açıldı bir kere; yarın bir başka KHK ile, örneğin “cumhurbaşkanına hakaret” suçunun cezası bir anda arttırılabilinir veya “çocuğun cinsel istismarı” suçunun ceza miktarı azaltılabilir ya da daha önce de iktidar tarafından denenen “tecavüzcüsü ile evlilik” düzenlemesi, cezayı ortadan kaldıran kişisel bir neden olarak şimdi kolaylıkla yasaya eklenebilir.
Hukuk sistemimiz artık “padişah fermanı” niteliğindeki KHK’larla şekilleniyor
Hukuk ilke ve kuralları ile değil, artık “padişah fermanı” niteliğindeki OHAL KHK’ları ile şekillenen hukuk sistemimizde; 694 Sayılı KHK ile, bizzati yargıyı dahi yok sayan düzenlemelere de gidildi. Belli ki uluslararası kirli emperyalist ilişkilerde işlevlenmesi amacıyla, suçluların iadesi/geri verilmesinde mevcut yargısal denetim mekanizmasında kocaman bir kara delik açıldı ve 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nda yapılan düzenleme ile (m. 26); milli güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Dışişleri Bakanı’nın talebi üzerine Adalet Bakanı’nın teklifi ve Cumhurbaşkanı’nın onayı ile Türkiye’de bulunan bir yabancının başka bir ülkeye iade edilebileceği ya da başka bir ülkede tutuklu ya da hükümlü bulunanlar ile takas edilebileceği kuralı getirildi.
Umut yaratan ve ceza yargısına özlenen bir nitelik katan CMK; KHK’larla delik deşik oldu
Değinmemek olmaz, siyasi iktidarın yargıda ve hukuk zemininde “dikensiz gül bahçesi” arayışı ve bu amaçla özellikle ceza yargısında “savunma makamı”na ve “avukatlar”a yönelik tahammülsüzlüğü de, normatif müdahalelerde halen sıklıkla görülmekte. Önceki OHAL KHK’ları ile 5271 Sayılı CMK lafzında bu yolda yapılan çağdışı düzenlemeler, yeni adli yıla girerken sürmekte. Artık sanık, duruşma salonunda olmasa da duruşmalar yapılabilecek ve hatta, savunma avukatı salonda olsun olmasın hüküm de verilip açıklanabilecek. 2005 yılında yasalaştığında, bütün eksikliklerine rağmen “adil yargılanma hakkı” ve “savunma hakkı”na yönelik çağdaş düzenlemeleri ile umut yaratan ve ceza yargısına özlenen bir nitelik katan 5271 Sayılı CMK; 12 yıl sonrasında, özellikle son bir yılda OHAL KHK’ları ile yapılan normatif müdahalelerle delik deşik olmuş bir halde, şimdi “engizisyon mahkemeleri” için bile geri bir niteliğe kavuşmuş durumdadır.
Bu karanlık tablo karşısında, öfkemiz büyüktür, ancak umudumuz da!
Sözün özü; yeni adli yıla girerken, “adliye” ve “adalet” adına ve onlardan yola çıkıp toplum yararına, az da olsa umut ve mutluluk duymamızı gerektirecek hiçbir şey kalmadı. Dünyanın bir küre değil de düz olduğunun söylenebildiği ve ne acıdır ki buna inanıldığı; bunu söyleyenlerin ve buna inanaların da, yargı erkini güdümüne almış siyasi iktidarın sahibi olduğu günümüz Türkiye’sinde; çağdaş hukuk disiplinin kırıntılarını dahi arayıp bulmak, zaten boş bir çaba değil mi ?
Şimdi, ya ağlanacak bu halimize gülüp duracağız ya da; gelinen noktada, yitip giden insanlığın kadim değerlerinin, aklın ve vicdanın savunusu için, hep birlikte ayağa kalkacağız.
Yeni adli yılda Toplumsal Hukukçular olarak, bilinsin ki; bu karanlık tablo karşısında, öfkemiz büyüktür, ancak umudumuz da… Umudumuzu öfkemiz kadar büyütecek olan da, şüphesiz eylemimiz olacaktır.
Ve bilinir ki; “son söz”, duruşmada savunmanın, tarihte ise hep direnenlerindir…
toplumsalhukuk