Hukuk yoğun bakımda, hasta yakınları ümitsiz – Av. Deniz Özbilgin

Hukuk yoğun bakımda, hasta yakınları ümitsiz – Av. Deniz Özbilgin

“Paralel” Hukuk’un Keşfi Hukuk fakültelerinde pozitif hukuk, normatif hukuk derken nice atıp tuttuk sınav kağıtlarında. Sonra mesleğe girer girmez

“Paralel” Hukuk’un Keşfi

Hukuk fakültelerinde pozitif hukuk, normatif hukuk derken nice atıp tuttuk sınav kağıtlarında. Sonra mesleğe girer girmez bir de Düşman Ceza Hukuku söylemimiz oldu dilimizden düşmeyen. Zaman geçti Paralel Hukuk ile tanıştık, yok yok AKP ile kapışmamışlardı henüz. Takır takır kalem kırdıkları davalarda, aylarca yıllarca öğrenci, kamu emekçisi, akademisyen, gazeteci demeden muhalifleri tutuklarken bir kısım “adli tetikçi”, biz “savunma” yapıyorduk.

25.04.2015 akşam saatlerinde başlayan heyecanlı süreci adeta adalet için savaş veren (!) Samanyolu Haber’den izledik. İlk takibimiz değildi bu haber (!) kaynağını, bir hafıza tazelemek gerekirse; aynı Samanyolu 26.11.2011 günü Yurtsever Avukatlar davası dediğimiz dosyada tutuklamaya sevk edilen 41’i avukat 43 kişiden 33’ü avukat 34 kişinin tutuklandığı haberini alt yazı olarak geçtiğinde, henüz hakim tutuklama kararını vermemişti.

Paralel ibaresi başarılı bir tanımlama olmakla birlikte, biz devrimci, yurtsever, ilerici özneler için Paralel Hukuk kavramı yeni değildir. Bir yazılı ya da yazısız evrensel hukuk normları vardır, bir de Erdal Eren’in yaşını büyütüp, Mustafa Özenç’i iki ayda yargılayıp davalarını idamla bitiren, baktığınızda hakim cüppesi giyen Paralel Hukuk vardı, hep vardı. Bize hep paraleldi bu zihniyet, uzayda hiç kesişmeyecek iki doğru varsa, onlar ve bizdik, tarih boyu…

Tutuklamanın hukuksuzluğunun keşfi ve Sulh Ceza Kadılıkları

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 100. maddesi hangi şartlarda tutukluluk kararı verilebileceğini düzenleyen, metin içeriği belirsiz ve özgürlük kısıtlamak üzere tesis edilmiş, istediğiniz herkesi tutuklamanıza elveren bir yasal düzenlemedir. Elbette bir yasama organı acemiliği değildi maddenin bu yapısı. Sadece tutukluluk değil, bu kararlara yapılacak itirazlar da son derece işlevsiz kılınmıştı bir kere. Zira, bu hukuk, akıl, ahlak dışı düzenlemeye göre tutuklanan kişinin durumuna itiraz da CMK 101/5 maddesine göre yapılır ki, muhatabınız aynı maddenin laciverdi.

Lakin yetmedi yasal düzenlemeler. Israrlı hukukçular, inatçı sanıklar, hukuk tanrıçası Themis’in kılıcı ile ıslah olmayan sanıklar için başkaca bir gereksinim vardı. Bu ihtiyaçla 6545 sayılı yasa ile 28.06.2014’te hayatımıza bir Sulh Ceza Hakimliği kavramı girdi. Eskinin Sulh Ceza Mahkemeleri kaldırılarak, yerine kadılıktan hallice Hakimlik getirildi.

25.04.2015 gününün öğle saatlerinde bir mesaj ulaştı elimize; Tayyip Erdoğan’a hakaretten tutuklu avukat Umut Kılıç’ın cezaevinden dikkat çektiği nokta gece vakti ayyuka çıktı. Ne diyordu Kılıç; “tutukluluğum kadar gündemde kalmasını istediğim asıl konu hakim ve savcı atamalarındaki kayırmadır. Bu torpil ve kayırma üzerinden kadrolara gelen kişilerin verdiği kararlar -bu olaydan sonra- (kendi tutukluluğunu kastediyor) aşikardır”.

Elbette sadece torpil demek yetersiz. Bir seçmecelik, özel yetiştirme ve özel yerleştirme söz konusu. Kiralık katillik, adli tetikçilik desek yeridir.

Üzerine hakim cübbesi giymiş bir kısım şahsın atandığı/yerleştirildiği sulh ceza hakimlikleri keyfiyetin ve hukuksuzluğun beşiği oldu. Atanan/yerleştirilen  “seçmece” bu sulh ceza hakimlerinin kararlarına karşı itirazlara ise bozacı – şıracı tanıklık ilişkisi içinde yine sulh ceza hakimleri bakmaktadır.

Tahliye ‘köşe kapmacası’nın teknik özeti

CMK, 101. maddedeki tutuk itirazının yapılış şeklini de 268. madde düzenler. Bir sulh ceza hakiminin tutuklama kararına yapılan itirazı yine bir başka sulh ceza hakimi inceler ve karara bağlar. Esasen bu gecenin ters köşe golü de buradan geldi. Bugün avukatlar, sadece müvekkillerinin tahliyesini değil, aynı anda incelemeyi yapacak olan tüm sulh ceza hakimlerinin de tarafsız olmadığını iddia etti. Basit bir itiraz yok ortada, bütünlüklü bir reddediş söz konusu. Tüm sulh ceza hakimlerinin reddi istendi. Buna hakları var. CMK 22. ve devamı maddeleri taraflara hakimin reddi hakkını tanıyor.

Sulh ceza hakimlerinin tamamının reddi yöntemini CMK 26. maddesi, itiraz makamını ise 27/2 hükmüne dayandırdılar ki zekice bir hamledir. Madde, bu ret değerlendirmesini Asliye Ceza Mahkemeleri’nin yapacağını belirtiyor.

İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi de bu aşamada devreye giriyor. Sulh ceza hakimlerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kriterlerine göre karar vermediğini belirtip, sulh ceza hakimlerini reddeden mahkeme, tutuk itirazlarını incelemede bozacı şıracı ilişkisine şerbet kattı.

CMK 30. maddesine göre “hakimin reddi kararlarının reddi” itiraz edilebilir mahiyetteyken, “hakimin reddinin kabulü” kararı kesindir. İtiraz edilemez. Bu husus, sulh ceza hakimliklerinin varlığının üzerine beton dökmek anlamına gelir mi, göreceğiz.

Bu sulh ceza kadılarını “kesin mahiyette kararla” devre dışı bırakma kadraja bu defa İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi giriyor. Madem sulh ceza hakimleri taraflı ve reddedilmeleri de mahkeme kararı ile gerçekleşti, şu tutuk incelemelerini de ben yapayım hele diyerek; farklı sulh ceza hakimliklerince ve farklı zamanlarda tutuklanan 75 polis ve Hidayet Karaca’nın yekpare şekilde tahliye edilmesine karar verildi.

Küsmüş çocuk Sulh Ceza Hakimliği: “Sensin hukuksuz”

Bir başka garabet başlıyor burada. Bu defa da (şimdilik anlayabildiğimiz kadarıyla) TEM Şube başvurusu ile İstanbul 10.Sulh Ceza Hakimliği, İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararın hukuksal olmadığına karar veriyor. Hem de gecenin 1’inde. Mesai saatini 2 dakika geçe dilekçe verecek hakim bulamazsınız ama bu gece başsavcısı, savcısı, hakimi, maşallah herkes adliyede. Bu hukuk garabeti bambaşka bir yere gitti, zira sulh ceza hakimi de asliye ceza mahkemesinin dosyaya dahil olmasını, hem de karar ile hukuk dışı ilan etti. Neredeyse “hadi ordan asliye ceza, asıl ben seni reddediyorum” gibi bir karar söz konusu…

Bitmedi… Tahliye kararı veren İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi, aynı zamanda salıverme işlemi için gerekli işlemleri yapılmasını da hüküm altına almış. Fakat, aynı dakikalarda Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı da Asliye Ceza Mahkemesi kararının işleme konulmaması için cezaevi savcılığına talimat vermekteydi. Yani, gece vakti çubuklu pijamasıyla adliyeye koşan savcılık der ki, “aman tahliye etmeyin, bizimkiler birkaç saate çözüm bulur nasılsa”…

Hiç aklımıza gelmemişti…

Birbirlerine bugünlük, bize her daim paralel hukuk; bizi her daim Düşman Ceza Hukuku ile ıslah etmeye çalışacaktır. İşte bu yüzden memlekette iyi ceza hukukçuları solculardan çıkması adettendir. Zira, solculara iyi ceza hukukçusu lazımdır. Halit Çelenklerden bugüne bu onurlu geleneğin temsilcileri sulh ceza hakimlerini, DGM hakimlerini, özel yetkili hakimleri ret işini akıl edemedi mi… Ederlerdi etmesine de dilekçe verecek bir 32. Asliye Ceza, bir 29. Asliye Ceza Mahkememiz yoktu bizim.

Sonuç niyetine; Sulh Ceza Hakimliklerinin tekmili birden taraflıdır diye karar verilebilmesi ve hepsinin birden devre dışı bırakılmasının yasada yeri vardır, bu duvardaki çatlağı görmek kadar o çatlağı sıvamayacak hakimler ile “ortak” hareket edebilmekle mümkün olmuştur. Fakat, Asliye Ceza Mahkemesi’nin iyi madem koltuk boşsa ben oturayım da tahliye yazayım kararı ayrı hukuksuz; Sulh Ceza Hakimliği’nin beni tanımayan yok hükmündedir kararı ayrı hukuksuzdur.

Şu ana dek Ceza Muhakemesi Kanunu koma haliyle yoğun bakıma alınmıştır. Sabaha beyin ölümü, yarına hayata vedası söz konusu. Yaşasa bize bir hayrı yoktu gerçi ya yine de şimdiden başımız sağ olsun, zira cerrahlar hastayla değil, ellerde neşter birbirlerini kesmekle meşguller…

Av. Deniz ÖZBİLGİN

Bu yazı, 26.04.2015 tarihinde Sendika.org sitesinde yayımlanmış ve oradan alınmıştır.