Takvim yaprakları 1 Mayıs’a döndü; Hayır, bitmedi, sürüyor…

Takvim yaprakları 1 Mayıs’a döndü; Hayır, bitmedi, sürüyor…

Referandumun ardından hukuk; gerek normatif yapısı, gerekse kurumları ile, iktidarın kendisine biçtiği rolü oynamaya çok daha hazırdır artık. Tabi ki, henüz bitmedi kavga, daha yeni başlıyor...

Referandumun ardından hukuk; gerek normatif yapısı, gerekse kurumları ile, iktidarın kendisine biçtiği rolü oynamaya çok daha hazırdır artık. Tabi ki, henüz bitmedi kavga, daha yeni başlıyor…

Referandum sandığından “evet” çıktı.

Şüphesiz adil bir seçim olmadı.

AKP iktidarı, iktidar olmanın bütün avantajlarını ve kamu kaynaklarını, hiçbir ahlaki ve hukuki ölçüt tanımaksızın pervasızca kullandı; olağan hale getirilmiş OHAL’in de katkısı ile “hayır” cephesi, sistematik ve ağır bir baskı altında çalışma yapmak durumunda kaldı; bütün bunlar yetmezmiş gibi Yüksek Seçim Kurulu (YSK) son perdede, açık bir yasa kuralının varlığını inkar ederek, mühürsüz oy pusulalarına geçerlilik tanıdı.

Böylece “temel norm”, ülkenin “yönetim sistemi”, bir “rejim”; halkın özgür tercih ve iradesinin aleyhinde, egemenlerin istediği biçimde değiştirildi.

İktidarın bir aygıtı olarak hukuk; gerek normatif yapısı, gerekse kurumları ile, kendisine biçilen bu rolü oynamaya çok daha hazırdır artık.

Öyle ya; “bağımsız” olup olmadığına dair soru işaretlerini zaten öteden beri her fırsatta akla getiren ülkemiz “yargı erki”, Anayasa değişikliği kapsamında yeniden yapılandırılacak olan Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ile, kesin olarak “saray”ın hakimiyetine girmiştir artık . Yeni haliyle HSK’nın bütün üyelerinin bizzat siyasi iktidar tarafından seçilecek olması, siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen kararları veren yargıçların apar topar açığa alınması gibi yaygın pratiklerle birleştiğinde, artık yargıdan/yargıçtan adalet beklemek en hafif ifadesi ile saflık olmayacak mıdır ? Yetmezmiş gibi, sonuçları geçtiğimiz günlerde açıklanan “avukatlıktan hakimliğe geçiş sınav sonuçları”nın ortaya koyduğu tablo da, yargıyı/yargıcı siyasi iktidarın “emir eri” yapma çabasında hiçbir eksik hususun bırakılmadığını gösteriyor.

Şimdiden söyleyelim ve uyaralım; yargıcın hükmünün değeri, efendilerin memnuniyetiyle değil, toplum vicdanında kabul görmesiyle alakalıdır! Unutmayalım ki duruşma salonunda cübbe giyip kelam eden yalnızca yargıç ve savcı da değildir hani. Üstelik adına “adalet” denen o muamma, zamandan ve mekandan özgür de kılar çoğu zaman kendini.

Referandum sonrası oluşan mevcut şaibeli tablo karşısında dahi, “hayır” oylarının yüksek oranı ve coğrafi/sınıfsal dağılımı, yeni kurulan diktatörlüğün; kağıt üzerinde kazanmış görünse de, toplumsal yaşamda bir meşruluk kazanamadığını, bu gün ve yarın için toplum vicdanında kabul görmeyeceğini gösteriyor. Nitekim, referandum öncesi anketlerden daha önemli sonuçlar veriyor şimdiki anketler . İlkokul düzeyinde yüzde 70 olan “evet” oranı, ortaokul düzeyinde yüzde 57’ye, lise düzeyinde yüzde 42’ye, üniversite düzeyinde ise yüzde 39’a kadar düşüyor. “Evet” oyları asıl olarak kırsal kesimden (%60 oranında) gelirken, kentliler ağırlıklı olarak “hayır” diyor.

Şimdilerde AKP’nin kalemşörleri, “milletin zaferi”, “millet ihtilali” vb. söylemlerle süngüyü düşürmemenin derdinde olsa da; o cephede dahi akıl ve öngörü sahibi olan kimi kişilerin, referandumdan çıkan bu sonuçtan tedirgin olduğu, Saray’ın süre gelen pervasızlığına ve körlüğüne isyan etme noktasına dahi geldiği görülüyor.

Şimdi diktatörlük, toplum nezdinde elde edemediği meşruluğu, belli ki geleneksel baskı ve zor aygıtları ile bir korku iklimini daha da derinleştirerek tesis etme, bir anlamda kendini yaşamın her alanında dayatmaya, iktidarını her alanda yeniden kurmaya yönelecek.

Nitekim referandumun tutanaklarının daha mürekkebi kurumadan -mühürsüz zarflar olmasaydı, mührü kurumadan derdik şüphesiz- işte OHAL yeniden uzatılıverdi. Ve Türkiye, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) aldığı karar ile, demokrasi ve insan hakları standartlarında, 2004 yılı öncesine dönüverdi işte. “Faşist”, “nazi”, “Türk düşmanı” AKPM’ye milletçe küsmüşken tam, bu seferde belli ki yine “faşist”, “nazi”, “Türk düşmanı” bir uluslararası insan hakları kuruluşu , basın özgürlüğü kriterlerine göre Türkiye’nin, 199 ülke içinde 163 üncü sırada olduğunu ilan ediverdi. Rapora göre; Angola, Myanmar, Çad ve Zimbabve de bizi sollamış durumda.

Ne demeli ? “Durmak yok, yola devam”, taş devrine az kaldı, fakat sayın yargıç biliniz ki, öncelikle sizin sayenizde …

Ancak diktatörlük asıl olarak, kendisine ihtiyaç duyan emperyalist merkezlerin ve egemen sınıfların çıkarları için işe koyulacaktır. Çalışma yaşamından çevreye değin, emekçi halkın hak ve kazanımlarına yönelik saldırılar, arzu edildiği üzere şimdi daha derli toplu, daha merkezi, daha istikrarlı biçimde ve ancak çok daha ağır, vahşi boyutlarda yaşanacaktır. Ufukta görünen ilk somut hedef kıdem tazminatı olacak gibi.

İşte bütün bu nedenlerle, tabi ki “henüz bitmedi kavga, daha yeni başlıyor” !

Öyle istediler ve biz de sandığa gidip geldik işte, 2017 yılı Nisan ayının güneşli bir gününde.

Bundan sonra ise her gün, her saat, her dakika ve saniye, diktatörlüğe karşı meşru bir savunma hareketinin her alanda yeniden ve yeniden üretilmesini ve yaşama geçirilmesini gerekli kılıyor. Bundan böyle; erkek şiddetine, baskısına direnen kadın da; gerici eğitime karşı çağdaş bilimsel doğrulara sahip çıkan eğitimci de; alınterine ve tazminat hakkına sımsıkı sarılan emekçi de; parkını, ormanını, deresini savunan çevreci de; denizde damla misali, elbette yalnızca bir damla olduğunu, ancak her durumda engin bir denizin içinde damla olduğunu bilerek, inatla direnmeli ve büyütmelidir mücadeleyi.

Ve Toplumsal Hukukçular, bu mücadelenin doğrudan öznesi olacak, şüphesiz öncelikle hukuk alanını özgür ve toplumsal kılacak koşulların yaratılmasında, yeni dönemin gereklerine göre eylemini daha da zenginleştirecek ve etkinleştirecektir.

Hukuk tarihi göstermiştir ki; iddia ve hüküm makamı ne denli adaletsiz ise, savunma o denli önemli ve değerlidir.

Sayın yargıç ? Merhaba. siz hazırsanız, biz de hazırız … Hukuk tarihi göstermiştir ki; iddia ve hüküm makamı ne denli adaletsiz ise, savunma o denli önemli ve değerlidir. Bize bu imkanı tanıyan ve heyecanı yaşatan herkese, şimdiden teşekkürler …

Son bir hatırlatma; 16 Nisan geride kaldı, şimdi takvim yaprakları 1 Mayıs’a döndü.

Hayır, bitmedi, sürüyor …

toplumsalhukuk