En zor şartlardaki barış ve adaletin Donkişotça heveslerden daha fazlası olabileceğini düşünmemi sağlayan insanlarla çok nadir karşılaşıyorum. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi benim için bu nadir kişiliklerden birisiydi
Geçen haftalarda güneydoğuda yaşayan konuştuğum Kürtlerin çoğu bana çatışmaların en tepe noktasına çıktığı ve ölümcül zararlar verdiği meşhur 1990’lara kıyasla daha fazla korku içinde olduklarını belirtti. Konuştuğum insanlar ayrıca o günlerde savaşın bir mantığının olduğunu, şimdi ise hiçbir şeyi öngöremediklerini söylediler. Tahir öldürülene kadar ne demek istediklerini anlamamıştım ve abarttıklarını düşünüyordum.
En zor şartlardaki barış ve adaletin Donkişotça heveslerden daha fazlası olabileceğini düşünmemi sağlayan insanlarla çok nadir karşılaşıyorum. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi benim için bu nadir kişiliklerden birisiydi.
Türkiye’nin adil olmayan adalet sisteminin birçok eşitsizliğine rağmen, Tahir hayatını Türkiye’de Kürt haklarını müdafaa etmeye ve insan hakları ihlaline maruz kalmış kişileri savunmaya adadı. Bir cumartesi günü barış çağrısı yaptığı konuşmanın hemen ardından bilinmeyen silahlı bir kişi tarafından vurularak öldürüldü.
Türkiye’nin güneydoğusundaki birçok kişi bütün hayatlarını süregelen devlet baskısı ve korkusuyla yaşadı. Türkiye devleti ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki 31 yıllık mücadele savaş durumuna bir ara vererek kendi başına iç huzuru sağlamaz. Bunu başarmak için hazırlanacak olan barış paketinin ülke çapında tanınması ve savaşta korkunç acılar çekmiş mağdur kişilerin zararlarının karşılanması şart. Tanıdığım insanlar arasında Tahir bunu daha iyi özümseyen kişiydi. Bugün hem bir dostum olarak Tahir’in kaybının hem de Türkiye’de böylesine gerekli bir sürecin mümkün olduğuna dair yeri doldurulmaz vaadin yasını tutuyorum.
24 Kasım 2015’de, yani öldürülmesinden dört gün önce beni evinde akşam yemeği için ağırlamıştı. Kolombiya’da daha yeni anlaşmaya varılan geçiş süreci adalet anlayışı üzerine konuştuk ve Türkiye-PKK barış süreci gündeminde eksikliği hemen göze çarpan mağdurların haklarının karşılanmasındaki eksikliklerle karşılaştırdık. 2011 yılında Türkiye-Irak sınırında, Türkiye’nin hava saldırısı sonucu yaşamını yitiren 34 sivilin ailelerini ve hayatta kalanlarını kapsayan Roboski katliamını örnek verdi ve beni uyardı: zararı karşılama tam anlamıyla mümkün olmayacak çünkü “bir insanın yakınının kaybını telafi edemezsin.” Üzerinde özenle çalıştığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunduğu başyapıtı Benzer ve Diğerleri Türkiye’ye karşı davasını okumam için, her buluşmamızda yaptığı gibi beni cesaretlendirdi. Daha güncel gelişmelere tekrar geri dönüp her iki tarafın da – PKK ve devlet – geçen yaz savaşa tekrar başlamaya çok hevesli olduğunu söyledi. Ayrıca aldığı ölüm tehditlerinden de bahsetti. Bazı tehditler ayrıntılı şekilde tam olarak nasıl öldürüleceğini anlatıyordu.
Yavaş ama istikrarlı bir şekilde iç savaşa doğru gidildiğini gösteren son gelişmelere rağmen uluslararası medya Türkiye’deki Kürt sorununa olan ilgisini 1 Kasım seçimlerinden bu yana yitirdi. Devlet’in güvenlik güçleri ve PKK’nin gençlik kanadı savaşı şehirlere taşıdı. Bu savaş, uzun süreli sokağa çıkma yasaklarını ve Cizre, Silvan ve Nusaybin’i içine alan kuşatmaları beraberinde getirdi. Sokağa çıkma yasakları süresince onlarca kişi yaşamını yitirdi ve sayısız ev zarar gördü. Sosyal medyada dolaşan bölgeye ait fotoğraflar AB ile yeni dönem üyelik müzakerelerine başlamış NATO üyesi bir ülkenin şehirlerinden çok Halep’i andırıyordu.
Bu arada Türk yetkililer terörizmle bağlantılı oldukları gerekçesiyle Kürtler üzerinde geniş çaplı hukuksuz tutuklamalara devam etti. Tahir kendisi de bu soruşturmanın hedeflerinden biriydi. Tahir geçen ay “terör örgütü propagandası yapma” suçlamasıyla gözaltına alındı, ardından davanın 19 Nisan 2016’ya ertelenmesiyle serbest bırakıldı. İddianame Tahir’in CNN Türk’teki bir Program’da PKK’nin terör örgütü olmadığını ve halk desteğine dayalı askeri politik bir hareket olduğunu söylemesine dayandırıldı. Gerçek bir Orwellyen belge olan iddianamenin İngilizce çevirisini bana gönderdi. İddianame, “terör türleri arasında en tehlikelisinin etnik terör olduğunu” söyledikten sonra, bu “etnik terörün” referans noktası olarak Woodrow Wilson’ın kendi kaderini tayin hakkı ilkesini işaret ediyordu.
Geçen haftalarda güneydoğuda yaşayan, konuştuğum Kürtlerin çoğu bana çatışmaların en tepe noktasına çıktığı ve ölümcül zararlar verdiği meşhur 1990’lara kıyasla daha fazla korku içinde olduklarını belirtti. Konuştuğum insanlar ayrıca o günlerde savaşın bir mantığının olduğunu, şimdi ise hiçbir şeyi öngöremediklerini söylediler.
Tahir öldürülene kadar ne demek istediklerini anlamamıştım ve abarttıklarını düşünüyordum.
Tahir son derece müstesna bir kişilikti çünkü Kürt sorununu ülkenin batısında yaşayan Türklere mantıklı bir şekilde aktarabiliyordu. Onu bir ılımlı olarak tanımlamak eksik geliyor, ama kelimenin gerçek anlamında bir ılımlı idi: ölçülü, hoşgörülü ve düşünceli. Böylesine ölümcül savaşlarda Onun gibi sadece birkaç nadide kişilik bulunur. Onun ölümü şimdi mücadele tarihinin bir parçası ve geleceği şekillendirmede rol oynayacak.
Huzur içinde yat Tahir.
Çeviren: Engin Doğan