Şayet haksızlığa karşı adalet ve faşizme karşı mücadele iddiamızı sürdürüyorsak, rahatça kaldırıma insanların kafalarının vurulmasına şaşırmamız gerekmektedir. Kaldırım taşına, kırılan kola, kırılmış o tokaya şaşıralım. Mücadele edelim
Şayet haksızlığa karşı adalet ve faşizme karşı mücadele iddiamızı sürdürüyorsak, rahatça kaldırıma insanların kafalarının vurulmasına şaşırmamız gerekmektedir. Kaldırım taşına, kırılan kola, kırılmış o tokaya şaşıralım. Mücadele edelim
Şaşırmak
Birazdan elimden dökülecek olan bu satırları okuduktan sonra herkesi düşünmeye çağırıyorum. Biz ne yapıyoruz? Bu soruyu öncelikle meslektaşlarım olan avukatlara soruyorum. Bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındayız ve kabullenmediğimizi söylüyoruz. Ama gerçekten olup biten tüm bu adaletsizliğe, yoksulluğa, vicdansızlığa karşı gereken tepkiyi veriyor muyuz? İtirazımız aslında bir kabulleniş mi? Vicdani bir kanıksama mı? Yoksa adalet talebini her fırsatta haykırmaktan geri durmayan bizlerin adalet diye haykırmaktan yüreği mi nasırlaştı, yoksa ben mi çok abartıyorum bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa o da şudur: yapılanları kabullenemiyorum.
Bu yazıda benim yüzleşmekte zorlandığım, kabullenemediğim ve yazıya dökme ihtiyacı hissettiğim 3 tane ‘’sıradan’’ olayı anlatacağım.
Kaldırım Taşı
Bunlardan ilki 20 Temmuz 2015’te Kobane’ye oyuncak götürmek için toplanıp Suruç’un yolunu tutan, daha önce hiç tanışmamış olduğum dostumun, annemin, babamın, yârimin, kardeşimin, yoldaşımın, 33 tane insanın katledildiği, her yerin kan gölüne döndüğü bu alçakça saldırıda kaybettiğimiz yakınlarımızı 4 yıl sonra anmak istediğimiz gün olan 20 Temmuz 2019’da gerçekleşti.
Ankara Sakarya Caddesi’nde kayıplarımızı anmak için toplanmak yasaktı ve polis çok sert müdahale etti. Ama ne müdahale!!! Evine hırsız girse böyle kovalamazlar. E tabii olan oldu ve yas tutmak için orada bulunanlardan birini yakaladılar. Ne mi yaptılar? 5 kişi yere yüzü koyun yatırıp darp ettiler. Hatta biri hızını alamayıp tutup kafasını kaldırım taşına defalarca vurdu. Hala hınçlarını alamayıp ardından gözaltına aldılar. İfadesinin alınacağından bahisle ‘’Güvenlik’’ Şube’ye gittik. Kaldırım taşına vurulmuş, şişmiş ve kanamış başıyla karşımızda duruyor müvekkilimiz, dostumuz.
Şaşırmıyorum. Sebebi ise o manzarayı görünce şaşırmayacak kadar durumu kanıksamış olmam. Tabii akabinde söz konusu darp ile ilgili suç duyurusunda bulunuyoruz. Sonuç ise şu: ‘’sayın savcı’’ müdahale edilen eylemin hukuka aykırı olduğunu, Ankara ilinde bulunan bütün eylemlerin OHAL zamanında çıkartılan KHK dayanak alınarak Ankara Valiliği tarafından yasaklandığını, bu sebeple müdahale edildiğini, müvekkile 5 kişi çullanıp kafasını yerlere vuranların ölçülü bir müdahalede bulunduğunu söyleyerek suç duyurumuza takipsizlik veriyor. Ben ise yine şaşırmıyorum. Hemen itiraz ediyorum. Sonuç yine hüsran oluyor. İtirazımız reddediliyor. Yine şaşırmıyorum! Kararı okuyunca bu işte ters giden çok büyük bir şey olduğunu bildiğimi kendime söylüyorum, Anayasa Mahkemesi’ne gideceğim diyorum. Ancak yine de şaşırmıyorum.
Kırık Kol
25 Kasım sabahı Ankara’dan Tekirdağ’a yola çıkıyorum. Amacım, mesleki faaliyetlerinden dolayı tutsak edilen bir meslektaşımı ziyaret etmek, cezaevinde sıradan şekilde yaşanan darp vakıası neticesinde hakkında başka bir dava açılan meslektaşımın halini hatrını sormak ve ertesi gün de duruşmasına katılmaktı. Dava dosyasını da önceden incelemiş ve bir terslik olduğunu düşünmüştüm. Haklı da çıktım ve yaşananlara yine şaşırmadım. Meğerse meslektaşımın kaldığı koğuşu dağıtmaya robokop denilen yıkım memurları ile girip, koğuşunu dağıtmışlar. Mazeretsiz olarak koğuşunu taşımak istiyorlarmış. Meslektaş dayanağını sorunca kolunu kırıyorlar. Meslektaşım o esnada bana kolunu gösteriyor. Kırılan kolu, diğer koluna göre çok daha kısa ve yanlış kaynamış. Dehşete kapılıyorum. Ancak yine de şaşırmıyorum. Sağlık ekipleri çok daha sonra geliyor ve bir şeyin yok deyip ayrılıyorlar. Avukat arkadaşımız kendi imkanlarıyla yaptığı çubuk ile kolunu sabitliyor. Ancak yine de şaşırmıyorum. Avukat arkadaşımızdan yetmiyormuş gibi şikayetçi oluyorlar. Diyorlar ki: “Olayı görmedim, duymadım ancak bana anlatılana göre böyle böyle olmuş, kurumum zarara uğramış katılma talebim kabul edilsin.” Olay ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, beyanları yalandan dahi olsa görgüye dayanmayan bu insanların, üstelik zararım yoktur demelerine rağmen katılma talepleri kabul ediliyor. Bu şekilde meslektaşımın yargılandığı dosyada onlarca kişinin katılma talebi kabul ediliyor.
Dosya ile ilgili görüşmenin ardından havadan sudan biraz sohbet ediyoruz. Benim moralimin bozulduğunu gören meslektaşım bana ‘’Neyse boşver duruşmaya getirirlerken en azından denizi görüyorum” diyerek teselli ediyor beni. Tesellimle beraber cezaevinden ayrılıyorum.
Ertesi gün ise duruşmaya girmek için adliyeye gidiyorum. Orada meslektaşımın getirilmediğini öğreniyorum. Meğerse tekli ring denilen, tabuttan bile daha küçük olan bir araç ile cezaevinden adliyeye getirilmeye çalışılmış. Meslektaşım bunun insanlık dışı bir uygulama olduğunu, uygun bir araç getirilmesi gerektiğini belirterek bu araca binmeyeceğini belirtmiş. Bunu öğrenince meslektaşımın ‘’En azından denizi görürüz.’’ dediği aklıma geliyor. Meslektaşım savunma hakkını kullanamadığı gibi beni teselli ettiği denizi bile göremiyor. Üzülüyorum. Ancak şaşırmıyorum.
Kırık Toka
12 Aralık 2019’da ise yoğun bir günün ardından dostlarımla sohbet etmek amacıyla buluşmaya gidiyordum. O gün Güvenpark’da, Şilili kadınların başlatmış olduğu Las Tesis eylemlerinden birinin olacağını unutmuş, Kızılay’dan Demirtepe’ye doğru ilerlerken biraz ileride bir karmaşa yaşandığını görüyorum. O gün orada Las Tesis eyleminin olacağını bütünüyle unutmuşum. Merakla karmaşanın olduğu bölgeye bakınca içinde bazı dostlarımın ve müvekkillerin de olduğu birçok kadının polis tarafından darp edildiğini görüyorum. Kadınlar darp ediliyor ancak direniyorlar da. Şaşırmıyorum. Polislere “İnsanca muamele edin, kimseye bu şekilde muamele edemezsiniz” diyorum. “Ederiz sen de karışamazsın” deyip itiyorlar. Çok sinirleniyorum. Ancak şaşırmıyorum. Her gün kadınların cinsel, ekonomik, fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalmalarına şaşırmadığım gibi polisin kadınları darp etmesine de şaşırmıyorum. Kadınların sadece dans etmek için toplandıkları bir günde darp edilerek gözaltına alınmasına da şaşırmıyorum. Polis ‘’yeteri kadarını’’ gözaltına alıyor ve arbede sonlanıyor. Ortalık sakinleşince muhtemelen arbede sırasında kadınlardan birinden düşüp kırılmış bir toka buluyorum. Kırık toka yüzümde ironik bir tebessüme yol açıyor. Ancak yine de şaşırmıyorum. Tokayı cebime koyup oradan ayrılıyorum.
Faşizme Alışmayalım!
Epey kısaca anlatmaya çalıştığım bu üç olayda ayrı ayrı birçok şeyi sorguladım. Sinirlendim. Neyin yanlış yapıldığını, neyin eksik olduğunu her üç olay açısından da ayrı ayrı sorguladım. Yanlış olan şey hukukun yok sayılması, bariz olan işkence olayına karşı takipsizlik verilmesi, kanuna aykırı olmayan eylemin kanuna aykırı sayılarak insanların üzerine çullanılması, hem kolunun kırılması hem de sana ceza vermeye çalışmaları veya kadınlar öldürülmesin, ötekileştirilmesin diyen kadınların darp edilmesi yani kısaca hukukun yok sayılması değil. Asıl yanlış olan şey faşizmi tüm unsurlarıyla beraber kanıksamış ve şaşırmıyor olmamız. Ekmek, adalet ve özgürlüğe yönelik saldırılar, insan onurunun yok sayılması özellikle biz avukatlar açısından şaşırma duygumuzu ortadan tamamen kaldırmıştır.
Alışmamız gereken şey faşizm değildir. Alışmamız gereken şey ekmek, adalet ve özgürlük için geliştirilecek mücadele pratikleridir. O sebeple tüm yurttaşlara reva görülen faşist ve baskıcı uygulamaları normal karşılama lüksümüz bulunmamaktadır. Aksine mücadele heyecanımıza ket vuran bu normalleştirme huyumuzu bir kenara bırakmak zorundayız. Şayet haksızlığa karşı adalet ve faşizme karşı mücadele iddiamızı sürdürüyorsak, rahatça kaldırıma insanların kafalarının vurulmasına şaşırmamız gerekmektedir. Kaldırım taşına, kırılan kola, kırılmış o tokaya şaşıralım. Mücadele edelim. Doğal olanın adil olan olduğunu unutmadan mücadele edelim.
Alışmayalım.
Kaldırım taşına,
Kırılan kollarımıza,
Kırılıp yerlere düşen tokamıza, şaşıralım.
Şaşıralım ki; adalet talebimiz dünyanın her yerinden duyulsun.
Şaşıralım ki; faşizmi yenelim!
Av. Deniz Altaylı