Hodri meydan o halde ! – Toplumsal Gündem

Hodri meydan o halde ! – Toplumsal Gündem

Bu ülke halkının insanca, barış ve güven içinde, eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşayabileceği yarınlara ihtiyacı var; yoksa bir diktatöre değil

Bu ülke halkının insanca, barış ve güven içinde, eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşayabileceği yarınlara ihtiyacı var; yoksa bir diktatöre değil

Yeni yıl, daha ilk saatlerinde, yine bir katliamla başladı.

İstanbul’da yılbaşını kutlayan insanların üzerine ölüm yağdırdı IŞİD.

Herkes biliyor ki, tetiği çeken bir kişi değil aslında; günler öncesinden yılbaşına yönelik provokatif yayınlar yapan gerici basın, yılbaşını haram ilan eden devlete bağlı diyanet işleri, epey bir zamandır toplumda gerici bir iklimi egemen kılmaya çalışan ve de Ortadoğu’da süren din ve mezhep savaşlarında piyon olan siyasi iktidar, hepsinin payı var şüphesiz bu katliamda.
Oysa, her yeni yıla girerken olduğu gibi, bu sefer belki daha az ama, yine de bir umut vardı içimizde.

Umut, hemencecik yerini acı ve öfkeye bırakıverdi işte.

Milyonlarcamız gibi aynı acı ve öfkeyi duyumsayan, ancak milyonlarcamızdan farklı olarak hemencecik cesaretle harekete geçen ve İstanbul Okmeydanı’nda bir kahvede, laikliğin değerine ve savunulmasının önemine dair konuşma yapan Halkevi üyelerinin; önce siyasi iktidar yanlısı kişilerce hedef gösterilmesi, ardından İçişleri Bakanlığı tarafından terörist ilan edilmesi, savcılığın talimatı ile gözaltına alınıp, sulh ceza hakimliğince tutuklanması ise, en ufak bir iyimserliğe yer bırakmadı yeni yıla dair.

Ve not düşmek gerekir; İstanbul’da yaşanan katliamı öven mesajları, bilinmez ki nasıl bir ruh haliyle yazıp paylaşanlar karşısında, pek de hoş görülü, en azından kör ve sağır kalabildi, o savcılar ve yargıçlar.

Olağanüstü hal uzatıldı, padişah fermanı benzeri KHK’lar ile yeni baskılar, yasaklar, ihraçlar peşi sıra uygulamaya konuldu.

Ve bütün bunlar olup biterken, “temel norm”, “toplumsal sözleşme”, “rejim”, yani “Anayasa” da değişiyor.

Diktatörlük sistemine geçiş, bir komediye dönen sözde “gizli” meclis oylaması ile normatif düzlemde inşa ediliyor.

Anayasa değişikliğine karşı sokağa yansıyan ilk tepkiler, değişikliğe karşı muhalif düşünce ve tepkilerini dile getiren yurttaşlar, karşılarında yine siyasi iktidarın zor aygıtı olan yargıyı buluyor. Anayasa değişikliğine “hayır” demek, “Cumhurbaşkanına hakaret” yada “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” suçlarının tipik fiili görülüyor. Görüşünü usulen de olsa gizli iletmesi gereken milletvekillerinin yaptığı şov meşru, değiştirilmek istenen Anayasa’nın asli bir tarafı olan yurttaşın alenen açıkladığı görüş ise suç oluyor.

Biri, hukukçu geçindiği halde ceza yasasını okumayanlara yada okuyup da işine geldiği gibi anlayanlara, doğrusunu okuyup anlatsın lütfen.

Belli ki Anayasa referandumu süreci, benzeri görülmemiş bir baskı dönemini yaşatacak ve “yeni Anayasa”, sözün özü “diktatörlük”, şanına yakışır biçimde, sopa ile halka kabul ettirilecek.
Karanlık, ne kadar koyu, ne kadar boğucu, korkunç ve nasıl da kaplayıveriyor kolaylıkla her yeri …
Ancak derler ya, küçük bir mum ışığı dahi, nice karanlıkları yırtıp atmaya yeter de artar bile.
Yaşanan her haksızlık, her hukuksuzluk, adaletsizlik; az yada çok biliniyor, duyuluyor, ülkenin dört bir yanında dayanışma ve mücadeleyi de doğuruyor. Nitekim, İstanbul Okmeydanı’nda bir kahvede söylenen o sözler, devamı günlerde onbinler tarafından tekrarlandı, paylaşıldı.
Henüz referanduma dahi sunulmamış olan yeni Anayasa ise; daha bu günden, giderek büyüyen bir tepkiyle karşılanıyor.

Hangi safta olursa olsun, yeni Anayasa üzerine nutuklar atan hukuk insanlarının söylediği pek anlaşılmasa da, yeni anayasayı bir hukukçuya sormak da yersiz aslında. Anayasa değişikliğini; sayısı dört milyona yaklaşan işsizlere sormalı, bir işi olsa da sırf birileri kasasını daha fazla doldursun diye işyerinde her an canı gideceklere sormalı, bu ülkenin sokaklarında bir kurşunun yada bombanın hedefi olmadan artık şans eseri yaşayanlara sormalı, sırf kadın olduğu için otobüste yürüyüşte güpegündüz saldırıya uğrayanlara sormalı, okulsuz öğretmensiz çocuklara, doktorsuz ilaçsız hastalara, o kadar para verip geçemediği köprülere aslında geçmese de para ödeyip enayi yerine konulanlara, birileri binlerce dolarını bozdurup sahte vatanseverlik nutukları atarken bozduracak doları bırak cebinde bu ülkenin parası dahi olmayanlara sormalı, şehrin göbeğinde çürüyüp çöken binaların enkazında evladını kaybedenlere, bina çökmese bile Suriye’de Irak’da adını yerini dahi bilmediği yaban ellerden evladı bayrağa sarılı tabutta dönenlere sormalı.
Öyle ya; hukuk dediğiniz, yasa dediğiniz ve nihayetinde Anayasa dediğiniz; sizi yönetecekler ile, siz yönetenler arasındaki tarihsel kavganın, kağıdı dökülmüş meydan okuması değil mi ?

Hodri meydan o halde !

Bu ülke halkının insanca, barış ve güven içinde, eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşayabileceği yarınlara ihtiyacı var; yoksa bir diktatöre değil !

Şimdilerde Toplumsal Hukukçular da, en fazlası bir mum ışığı olabilmenin ve gizliden gizliye yaklaşırken bahar, hukuk külliyatının giderek daha da anlamsızlaşan o karmaşık lafzından ve hukuk abidelerinin gün ışığından ve adaletten ırak koridorlarından çıkıp da, baharı sokakta karşılamanın telaşındadır.

toplumsalhukuk