Bizler, aynı zamanda katliamın mağdurları olan avukatlar, gerçek adaletin tecellisi için tüm gücümüzle çalışmaya devam edeceğimizin, gerçek failler yakalanana, ihmali ve kastı olan tüm kamu görevlileri adaletin önüne çıkarılana kadar kararlılıkla mücadele edeceğimizin, tarihin bize biçmiş olduğu misyonu yerine getirmek için asla yorulmayacağımızın bir kez daha bilinmesini dileriz
Bizler, aynı zamanda katliamın mağdurları olan avukatlar, gerçek adaletin tecellisi için tüm gücümüzle çalışmaya devam edeceğimizin, gerçek failler yakalanana, ihmali ve kastı olan tüm kamu görevlileri adaletin önüne çıkarılana kadar kararlılıkla mücadele edeceğimizin, tarihin bize biçmiş olduğu misyonu yerine getirmek için asla yorulmayacağımızın bir kez daha bilinmesini dileriz
10 Ekim Ankara Tren Garı Katliamı soruşturmasını yürüten Ankara Savcılığı’nın İddianame hazırlayarak kamu davasını açmasının ardından, müşteki ve mağdur vekilleri olarak 75 klasörün tamamının fotokopileri alınarak, hummalı bir çalışmaya başlanmıştı. 100 insanımızın yaşamını yitirdiği, yüzlerce insanımızın fiziksel olarak yaralandığı ve binlerce insanımızın hayatı boyunca unutamayacağı bir katliamı yaşamaktan dolayı psikolojik olarak yaralandıkları katliamın yargılaması avukatlar bakımından büyük bir öneme sahipti. Nitekim Türkiye tarihinde meydana gelen en büyük katliamlardan birisi olan 10 Ekim Ankara Tren Garı Katliamı’nda gerçek sorumluların ortaya çıkarılması ve yargılanmalarının sağlanmaları ancak dava dosyası üzerinde ciddi bir çalışmayla ortaya çıkarılabilecekti.
Onlarca müşteki ve mağdur avukatının titiz ve kollektif çalışması ve dava dosyasına hakimiyeti 7 Kasım 2016 tarihinde görülen ilk duruşmayla birlikte kendisini tüm Mahkeme salonunda bulunanlara kabul ettirdi. Gerçekten de gerek müşteki mağdur aileler, gerek katliamı gerçekleştiren sanıklar, gerek Mahkeme Heyeti ve gerekse salonda yer alan tüm izleyiciler, onlarca avukatın kollektif çalışmasına tanıklık ettiler ve beş gün süren yargılama boyunca katliamın gerçek sorumlularının er geç, bu yargılama dosyasında ortaya çıkarılacağına olan inançlarını pekiştirdiler. Peki yargılama boyunca öne çıkan hususlar neler oldu; bunlara kısaca değinmek gerekirse:
Soruşturmanın eksik, yetersiz ve baştan savma sürdürülmüş olduğuna dair
Ankara Savcılığı tarafından gerçekleştirilen soruşturmada var olan kısıtlama kararından dolayı, soruşturma aşamasında neler yapıldığı, hangi delillerin toplandığı veya araştırıldığı, gerçek sorumluların bulunmaları yönünde bir işlem yapılıp yapılmadığı bilinmemekte iken, iddianamenin kabul edilmesiyle birlikte soruşturma aşamasına dair fikir edinmek de mümkün hale geldi. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılama sürecinde de ifade edildiği üzere, Ankara Savcılığı son derece eksik, yetersiz, özensiz ve baştan savma bir soruşturma yürütmüş; gerçek faillerin bulunup yargılanmalarını değil, tersine kamu görevlilerinin sorumluluklarının saklandığı, katliamın sadece 3-5 IŞİD üyesi tarafından tasarlanmış bir olay olduğu inancıyla hareket etmiş bulunmaktadır. Ankara Savcılığı’nca gerçekleştirilen soruşturmanın, gerçek faillerin ortaya çıkarılması amacına yönelik olmadığına dair bir kaç örnek vermek, konunun daha iyi anlaşılması bakımından faydalı olacaktır.
Sanıkların sürekli girip çıktıkları hücre evleri ile depolara giren tüm kişiler kasıtlı olarak tespit edilmemiş, 30 kişi hakkında “kimlikleri tespit edilememiştir” denilmekle yetinilmiştir. Dava dosyasında bulunan bir kısım kamera kayıtlarında, kimlik bilgilerinin tespit edilemediği iddia edilen kişilerin, bazı sanıklarla birlikte yürüdükleri, depolara ve hücre evlerine eşyalar taşıdıkları, depo önlerinde sohbet ettikleri ve yargılanan sanıklarla birlikte hareket ettikleri açık iken, bu kişiler sanıklara teşhis ettirilmemiş, kimliklerinin tespiti yönünde sanıklara tek bir soru dahi sorulmamıştır. Oysa sanıkların ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, hücre evlerine ve depolara herkesin girip çıkması örgüt içerisinde yasaklanmış, sadece önemli kişilerin bu yerlere giriş-çıkışlarına izin verilmiştir. Bu kişilerin kimlik bilgilerinin bilerek tespit edilmemiş olması, bu kişilerin kasten korundukları veya saklandıklarını akıllara getirmektedir.
Sanıkların üzerlerinde, hücre evlerinde, depolarda, evlerde ve arabalarda ele geçirilen onlarca dijital veri (çok sayıda hard disk, flash bellek, bilgisayar, cep telefonu vb.) soruşturma aşamasında yeterince incelenmemiş, baştan savma hazırlanan raporlarla yetinilmiştir. Bilirkişiler, kendilerine teslim edilen dijital materyaller üzerinde ciddi bir araştırma yapmak yerine; bu materyallerde yer alan çok sayıda yazılı döküman, resim, fotoğraf, video, e-posta ve internet sitesi adresleri vb. verileri tespit etmekle yetinmiş ve bunların tamamının başka bir hard diske kopyalandığını ifade etmiştir. Yine bir kısım Uzmanlık Raporları’nda dijital materyallerde yer alan verilerin rapora eklenmesinin “sayfa sayısını çok fazla artıracağından dolayı” çıktılarının alınmadığı ifade edilmiş (!), sanıklarla kimlerin irtibatlı bulunduklarının tespitinin önüne geçilmiştir. Hatta bazı raporlarda, sanıklara ait çok sayıda fotoğraf olduğu aktarıldıktan sonra, bu fotoğrafların aile, piknik, akraba fotoğrafları olduğu şeklinde görüş bildirilmiştir ki, bilirkişilerin sanıkların ailelerini veya akrabalarını tanımaları olası değildir. Kısacası dava dosyasında sanıkların kimlerle, hangi şekilde irtibatlı bulunduklarının ortaya çıkarılması bakımından son derece önem arz eden dijital materyallerde yer alan bilgilerin saklanmış olması, maddi gerçeğe ulaşılmasının önünde bir engel olarak yer almıştır.
Bir kısım sanıkların kullanmış oldukları GSM hatlarına ait HTS raporları sadece 15.09.2015 ile 15.10.2015 tarihleri aralığı ile sınırlı olarak alınmış; bir kısım sanıklara ait GSM hatta raporları ise hiç alınmamıştır. Burada üzerinde önemle durulması gereken husus, firari konumunda bulunan pek çok sanığın bulunduğu dönemde, bunlara ait cep telefonlarının takip edilmemiş olmasıdır. Gerçekten de, dava dosyasında yargılanan pek çok sanık dışarıda rahatça gezerken ve kendisine ait cep telefonu ile pek çok görüşme gerçekleştirirken, bu telefon kayıtları takip edilmemiş, firari sanıkların derhal yakalanmaları konusunda da bir çaba sergilenmemiştir. Üstelik HTS rapor aralığının sadece bir ayla sınırlı olarak istenmesi, IŞİD yapılanmasının, katliam öncesi ve sonrası irtibatlı bulundukları kimselere de ulaşılmaması gayesine hizmet etmiştir.
Ankara Savcılığı tarafından sürdürülen soruşturmada, pek çok sanık ifadelerinde onlarca isim açıklamış ve bu isimlerin doğrudan veya dolaylı olarak IŞİD ile irtibatlı bulunduklarını, Türkiye-Suriye arasında IŞİD üyelerinin geçişini sağladıklarını, IŞİD’in para transferlerinde yer aldıklarını aktarmış ise de, Ankara Savcılığı bu isimler hakkında herhangi bir işlem yapmamış, ifadelerinin alınmasını dahi gerçekleştirmemiştir. Bu durum ise, soruşturma aşamasının etkin ve efektif yürütülmediğini gösterdiği gibi, bir kısım kişilerin de soruşturma dışında tutulduğunu göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
Bir kısım sanıklara ait telefon görüşmelerinde, sık sık Gaziantep Emniyet Müdürlüğü ile telefon görüşmesi gerçekleştirildiği tespit edilmesine rağmen, sanıklara bu yönde bir soru sorulmamış; sanıklar ile Gaziantep Emniyet Müdürlüğü arasındaki ilişkinin boyutu ortaya çıkarılmamıştır. Tersine, bu hususta görmezden gelinerek, kamu sorumluluğuna gidilmesinin önüne geçilmiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse; Ankara Savcılığı tarafından gerçekleştirilen soruşturma, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve adaletin tecelli etmesine yönelik olmayıp, adeta gerçek faillerin korunduğu, saklandığı bir soruşturma olarak yürütülmüş; dosyada var olan pek çok delil görmezden gelinmiş; IŞİD’in yapılanması ve kamu görevlileri ile irtibatına dair çok sayıdaki ifade ve veri değerlendirme dışı tutulmuş; belli dökümanlarda isimleri geçen IŞİD üyelerinin yargılanmaları ile yetinilmek istenmiştir.
Sanıkların duruşmadaki savunmalarına, çapraz sorguya, çelişkilere ve örgütsel kararlarına dair
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılamada 8 Kasım 2016 günü itibariyle sanıkların savunmalarının alınmasına geçildi. İlk savunması alınacak olan Yakub ŞAHİN’in beyanlarına geçmeden evvel, müşteki ve mağdur aileleri vekilleri olarak somut bir talep dile getirildi ve sanıkların savunmalarının ayrı ayrı ve yalnızken alınmaları gerektiği hususu aktarıldı. Mahkeme Heyeti tarafından da bu husus kabul edildi. İtirafçı sanık Yakub ŞAHİN’in savunması ile başlayan yargılama boyunca, sanıklar genel olarak “Terörle Mücadele Şubesi’nin kendilerine tuzak kurduğunu, kendilerinin masum olduğunu, 10 Ekim Ankara Tren Garı Katliamı ile herhangi bir bağlantılarının bulunmadığını, kolluk güçlerinin kendilerine iftira attığını, evvelki beyanlarını kabul etmediklerini” savunarak, tahliye edilmeleri gerektiğini ifade ettiler. Bununla birlikte, sanık savunmalarının alınmasının ardından, her bir sanığın çapraz sorguya tutulması ile sanıkların savunmalarındaki çelişkiler ortaya çıkarıldığı gibi, her bir sanığın IŞİD üyesi olduğu, büyük bir kısmının Ankara Tren Garı Katliamı ile doğrudan bağlantılı oldukları da tartışmasız bir şekilde kanıtlandı.
Sanık savunmaları aşamasında ön plana çıkan 3 hususun özellikle vurgulanması gerekir. Birinci olarak, müşteki ve mağdur ailelerinin vekillerinin dava dosyasına çok iyi çalışmış oldukları ve çapraz sorgu metodunu tüm duruşma boyunca etkin bir şekilde kullanmış oldukları hususudur. Yakub ŞAHİN ile başlayan sanık savunmalarının çürütülmesi, sanıkların irtibatlarının somut olarak ortaya konulması, savunmaların aksine her bir sanık bakımından IŞİD içerisindeki görevlerinin, yerlerinin ve fonksiyonlarının aktarılmış olması gibi hususlar, hakim olunan bir dava dosyasında çapraz sorgunun hangi şekilde gerçekleştirileceğinin de pratik bir uygulaması olarak görüldü.
İkinci olarak, sanık savunmalarının çapraz sorgu ile birlikte çürütülmesinin idrak edilmesinin ardından, sanıkların bir örgüt kararı alarak, sorulan sorulara “cevap vermiyorum” şeklinde yanıt vermeleri ile devam eden süreçtir. Sanıkların “cevap vermiyorum” şeklinde devam eden istikrarlı davranışları, sanıklar arasında birlikte ve ortak hareket etme, IŞİD isimli örgüte sıkı sıkıya bağlanma iradesini ortaya çıkardığı gibi, vekiller tarafından uygulanan çapraz sorgu metodunun sanıklar üzerindeki psikolojik etkisini sergilemesi bakımından da önem arz etmektedir. Buna rağmen çapraz sorguya devam edilmesi ve yanıtlanmasa dahi sorular sorularak sanıkların bağlantılarının gözler önüne serilmesi, yargılamanın gidişatı bakımından olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirilmelidir.
Üçüncü olarak, tutuksuz sanıklar Suphi ALPFİDAN ve Yakup YILDIRIM’ın savunmalarının alınmasının ve çapraz sorgularının ardından tutuklanmış olmalarıdır. 10 Kasım Perşembe günü savunması alınan Suphi ALPFİDAN savunmasında emlakçılık yaptığını, diğer sanıklardan bir kısmını tanıdığını ama ticari ilişki dışında asla ve kat’a IŞİD üyeliği ile ilgili bir davranışının olmadığını, kendisinin masum olduğunu ifade etmişse de, çapraz sorgu ile birlikte diğer sanıklarla ortak hareket ettiği ortaya çıkarılmış ve sanığın tutuklanmasına karar verilmiştir. Benzer şekilde 11 Kasım Cuma günü savunması alınan Yakup YILDIRIM da ısrarla masum olduğunu ve sanıklardan sadece Hakan ŞAHİN ile irtibatının bulunduğunu aktarmışsa da, kendisinin IŞİD bağlantısı somut olarak ortaya konulmuş ve talep doğrultusunda o da tutuklanmaktan kaçamamıştır.
Kısaca özetlemek gerekirse; dava dosyasına tamamen hakim olan müşteki, mağdur aileleri vekilleri tarafından uygulanan çapraz sorgu metodu karşılığını bulmuş, sanıkların beyanlarındaki çelişkiler somut olarak gözler önüne serilmiş ve sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir.
Müşteki ve Mağdur ailelerine dair
Sadece Ankara Barosu’na kayıtlı avukatların değil ama Türkiye’nin pek çok ilinden gelen ve sayıları yüzü geçen müşteki mağdur vekillerinin katılımı ile başlayan yargılama sürecinde, duruşma salonunu tamamen dolduran müştekiler ile mağdur ailelerinin yaşadıkları ve hissettiklerinin de paylaşılması gerekirse: Derhal ifade edilmesi gerekir ki, duruşma başlamadan önce çoğunlukta egemen olan duygu yargılamanın usulen gerçekleştirilebileceği, adaletin asla tecelli etmeyebileceği, son derece kötü yürütülen soruşturmanın yargılamaya da hakim olabileceği ve gerçek faillerin yargılanmasından kaçınılabileceği şeklinde idi. İlk 2 gün duruşma salonunda bulunanların sürekli olarak adalet istemeleri, 13 ay içlerinde tuttukları acıları haykırmaları, içlerinde taşıdıkları isyan ruhunu dillendirmeleri, biraz da bu düşüncenin sonucu olarak değerlendirilebilir.
Bununla birlikte yargılamanın ikinci gününden itibaren sanık savunmalarının alınması, müşteki, mağdur ailelerinin avukatlarının sürekli olarak çapraz sorgu ile gerçekleri ortaya çıkarmaları, ilk gün ifade edilen “bu davada gerçek sorumluların ortaya çıkarılması hedef alınmalı, sıfatına, görevine, işgal ettiği makama bakmadan, sorumluluğu olan tüm kamu görevlilerinin de yargılanmaları gerektiği” şeklindeki yaklaşımın duruşma boyunca ısrarla dile getirilmesi, salonda bulunan herkesin inancını tazelemesine sebep oldu. Bir başka ifadeyle, duruşma başlarken egemen olan adaletin tecelli etmeyeceğine dair inanç, yerini gerçek faillerin yargılanabileceğine dair umuda bıraktı.
Takriben 4 ay boyunca dava dosyaları üzerinde hummalı ve kollektif bir çalışma sergileyen avukatlar, duruşmanın başından sonuna kadar aileler ile birlikte hareket ederek, aileleri sürekli olarak bilgilendirmeye özen gösterdiler. Yargılama aşamasında, bir yandan IŞİD üyesi olan ve katliamda doğrudan veya dolaylı olarak dühulu bulunan sanıkların en etkin şekilde cezalandırılmaları temin edilmeli; bir yandan da bu katliama sessiz kalan, müsamaha gösteren, belki müsaade edip yönlendiren tüm kamu görevlilerinin açığa çıkarılarak yargılanmalarının önü açılmalı idi. Müştekiler ile mağdur ailelerinin yüreklerinde taşıdıkları isyanın dışavurumu olan bu talep, bir hafta boyunca sürekli olarak dillendirildi ve gerçek adaletin temini için olmazsa olmaz bir talep olarak yinelendi.
Duruşmanın başında avukatlar tarafından Mahkeme Heyeti’ne son derece önemli bir uyarı iletilmişti. Buna göre, tarihe geçecek olan yargılamada, tarihi bir misyona sahip olan Mahkeme Heyeti’nin önünde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve adaletin tecelli ettiğine dair inancın tüm toplumda egemen olması için izleyebileceği iki seçenek bulunmaktaydı. Soruşturma aşamasında sürdürülen anlayışın devamı ile sadece yargılanan IŞİD üyelerinin durumları değerlendirilecek ve kamu görevlilerinin sorumluluğundan kaçınılarak, huzurdaki sanıklara ceza vermekle yetinilecek ve tarihin sayfalarında kötü bir örnek olarak mahkum edilecek bir Mahkeme Heyeti olarak yer alınacak veya hiçbir baskı altında kalmadan, korkmadan, çekinmeden ve cesaretle gerçek faillerin sorumluluğu araştırılacak ve yargılama aşamasında sorumlulukları tespit edilecek olan kamu görevlilerinin de yargılanmalarının önü açılacaktı. Böylece tarihi bir davada, tarihi gerçekler de ortaya çıkarılabilecekti. Baştan dile getirilen bu uyarı, tüm duruşma boyunca aileler tarafından da ısrarla vurgulandı: “Gerçek sorumlular ortaya çıkarılsın!”
Tarihe geçecek olan yargılamada dikkat çeken bir başka husus ise, avukatların kendilerini sadece “vekil” olarak tarif etmemeleri, bizzat katliamın mağdurları olarak telaffuz etmeleridir. Gerçekten de 1 hafta boyunca devam eden yargılamada, müştekiler ile mağdur ailelerinin yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri ve haykırdıkları tüm söylemler, vekilleri tarafından dile getirildiği gibi, avukat beyanlarında da bu husus özellikle vurgulanmıştır. “Sadece salonda bulunanlar değil ama vekilleri olarak bizler de katliamın mağdurlarındanız!” Bu yüzden, her duruşma arasında ailelerle avukatlar arasında sıcak kucaklaşmalar gerçekleştirildi. Bu yüzden “iyi ki varsınız” diyen ailelere, “asıl siz iyi ki varsınız”; “sayenizde kendimizi daha güçlü hissediyoruz” diyenlere, “biz sizin sayenizde kendimizi güçlü hissediyoruz” diyebildik. Ailelerle birlikte bir kez daha fark edildi ki, birlik olunduğunda, yoldaşça sarılındığında, yüreklerimizdeki acı biraz daha hafifliyor ve kaybettiklerimizin katilleri bizlerden daha çok korkuyor. Gözlerimiz ve yüreklerimizdeki acı da bizim; gerçek faillerin ortaya çıkarılacağı mücadeleyi ortaya koymak için gereken inanç ve destek de bizim. Ve bir kez daha gördük ki; biz bir aileyiz ve birlikte daha güçlüyüz…
Kazanımlara Dair
Oldukça gergin başlayan, kimi zaman tansiyonun çok yükseldiği ve bir hafta devam eden yargılamada belli kazanımların elde edildiğinin de bilinmesi gerekir. Kazanımlara dair çok kısa vurgu yapmak gerekirse:
Duruşmanın ilk günü, sanıklardan Abdülmubtalip DEMİR, Abdülhamit BOZ ve Talha GÜNEŞ’in Gaziantep H Tipi Kapalı Cezaevi’nden SEGBİS sistemi ile bağlandıkları görüldü. Oysa ceza yargılamasına egemen olan doğrudanlık ve yüz yüzelik ilkesi gereğince sanıkların duruşmada hazır bulunmaları gerekiyordu. Sanıkların huzur bulunmaları, kendilerine yönelik gerçekleştirilecek olan çapraz sorgu bakımından da önemliydi. Bu nedenle, henüz duruşmanın ilk günü SEGBİS sistemi ile savunmanın alınamayacağı ifade edildi ve diğer sanıklar gibi, adıgeçen 3 sanığın da hazır edilmeleri talep edildi. Mahkeme Heyeti’nin tarafımızca dile getirilen haklı talebi kabul etmesi üzerine, 3 sanık da Çarşamba günü duruşmada hazır edildiler. Böylece Ankara Tren Garı Katliamının sanıkları ile göz göze gelme ve yüzleşme olanağı da sağlanmış oldu.
Duruşmanın ikinci günü, tüm sanıkların savunmalarının yalnız olarak alınmaları gerektiği yönündeki talebin kabulü de önemliydi. Özellikle itirafçı sanık Yakub ŞAHİN’in, hiçbir baskı altında kalmadan, diğer örgüt üyelerinin bulunmadığı bir ortamda savunmasını yapması önemli olduğu kadar, örgüt üyeleri arasındaki bağlantının kesilmiş olması ve birbirlerinden güç almalarının engellenmiş olması da kayda değer bir gelişmeydi.
Tutuksuz olarak yargılanan ve ısrarla masum olduklarını ifade eden sanıklar Suphi ALPFİDAN ve Yakup YILDIRIM’ın maskelerinin düşürülmüş olması, bu sanıkların da tutuklanmasının temin edilmesine ayrı bir parantez açılmalıdır.
İlk hafta itibariyle elde edilen en önemli kazanımlardan biri ise, son gün dile getirilen kovuşturmanın genişletilmesi veya delillerin ikamesi talebinin kabul edilmesidir. Mahkeme Heyeti’ne bir kez daha soruşturmanın oldukça yetersiz ve kötü yürütülmüş olduğu aktarıldıktan sonra, gerçek faillerin tespiti ile sorumlulukları bulunan tüm kamu görevlilerinin yargılanmalarının temini için toplanması gereken deliller tek tek sıralanmış, bu sıralamanın sınırlı olmadığı, celse arasında yazılı olarak delillerin bildirileceği aktarılmış ve Mahkeme Heyeti’nce de kendisine bildirilen delillerin toplanmasına karar verilmiştir. Bir başka ifadeyle, gerçek faillerin tespitine yönelik toplanması zaruri ve acil olan tüm delillerin toplanmasına karar verilmiştir.
Yine tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamı yönündeki istem ile tutuksuz yargılanan sanıklar Hatice AKALTIN ile Esin ALTINTUĞ (DURGUN) isimli kişilerin Gaziantep’te değil ama bizatihi Mahkeme Heyeti huzurunda savunmalarını vermeleri yönündeki talebin de kabul edilmesi de ayrı bir kazanım olarak değerlendirilmelidir.
İlk hafta itibariyle gerçekleştirilen yargılamadaki bu kazanımlar, ilerleyen duruşmalarda gerçek faillerin ortaya çıkarılması yönünde atılmış ufak adımlar olarak değerlendirilmelidir. Toplanacak olan delillerle birlikte sadece Mahkeme’de yargılanan 35 sanığın değil ama sorumlulukları somut olarak tespit edilecek olan tüm kamu görevlilerinin de sorumluluğuna gidilebilecek olup, bu kazanımların değerli olduğunun da altı çizilmelidir.
Sonraki duruşma ve öngörüye dair
Bir sonraki duruşma 6-10 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilecektir. Duruşmaya ilk olarak savunmaları alınmayan sanıkların savunmalarının alınmasıyla başlanılacak, sonrasında müştekiler ile mağdur ailelerinin şikayetleri ve ifadelerinin alınması süreciyle devam edilecektir. Bugünden bakıldığında, bir sonraki duruşmada yaşanacak olanlar 3 madde halinde kısaca aktarılabilir.
Birinci olarak savunmaları alınmayan sanıkların savunmaları alınacak, bu sanıkların da çapraz sorgu ile gerçek irtibatları sergilenecektir. İkinci olarak müştekiler ve mağdur aileleri içlerindeki isyanı bir kez de Mahkeme Heyeti’ne ifade edecekler ve gerçek sorumlular yargılanana kadar yüreklerindeki isyanın sönmeyeceğini dillendireceklerdir. Üçüncü olarak ise, celse arası gelecek delillerin incelenmesi ile birlikte, somut verilere ve delillere dayalı olarak, kamu görevlilerinin sorumluluğuna işaret edilebilecektir.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan duruşmanın tarihsel bir anlamı olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu anlamda, yargılamanın tarafı olan herkes de üzerine düşen yükümlülüklerin ve görevlerin ziyadesiyle farkındadır. Müştekiler, mağdur aileleri ve sadece sayılanların vekilleri olan değil ama aynı zamanda kendileri de katliamın mağdurları olan bizler; tarihsel sorumluluğumuzun farkında olarak yargılamaya dahil olduk. İlk hafta itibariyle sadece IŞİD denilen cihadist örgütün değil ama tüm cihadist yapılanmaların örgütlenmelerine işaret ettik; bu yapılanmaların gerçekleştirdiği eylemlerin ve katliamların engellenebileceğini, önlenebileceğini vurguladık; kamu görevlilerinin, meydana gelen katliamlarda ihmali aşan sorumluluklarının bulunduğunu, cihadist yapılanmalara izin verildiğini ve çoğunca teşvik edildiğini, kamunun sorumluluğundan kaçınılamayacağını haykırarak yineledik, yineleceğiz ve tüm yargılama boyunca da bu talebimizi haykırmaya devam edeceğiz.
10 Ekim Ankara Tren Garı Katliamı’nda canlı bomba olan Yunus Emre KARAGÖZ hakkında daha evvelden ihbar olmasına rağmen, bu kişiyi yakalamaya yönelik bir çalışma yapmayan; bir diğer canlı bomba olan Suriye uyruklu kişinin elini kolunu sallayarak sınırdan geçişine ve günlerce Gaziantep’te adresi belli olan hücre evinde kalmasına müsaade eden; IŞİD’in Gaziantep yapılanması bilinmesine rağmen bu yapının katliam hazırlıkları yapmasına sessiz kalan; Gaziantep-Ankara karayolunda ve Miting alanında gerekli güvenlik önlemlerini kasten almayan; IŞİD isimli cihadist örgütün belli hedeflere yönelik canlı bomba saldırıları gerçekleştirmesini siyasi emellerine alet eden ve bu katliamlardan sonra bile siyasi söylem gerçekleştirerek oy patlaması yaşanıldığından bahsedenler; Miting alanında gerçekleştirilen canlı bomba patlamasının hemen akabinde alanda bulunanlara biber gazı sıkan, akrep tabir edilen araçla insanların üzerine araç süren, yaralıları almaya gelen ambulansları bekleten, geçişlerine bir süre izin vermeyen; yaşamını yitiren 100 güzel insanın cenaze törenlerine dahi müdahale eden, törenlere katılanlar hakkında davalar açan kamu görevlilerinin hiç mi sorumluluğu yoktur? Göz nuru, birbirinden güzel 100 insanın katledilmesinin tüm sorumluluğu sadece yargılanan IŞİD üyelerinin sorumluluğunda mıdır?
Bir sonraki duruşma, kamu görevlilerinin sorumluluklarının tane tane, belgelerle birlikte, hiçbir tereddüde mahal vermeyecek biçimde sergilendiği bir yargılama ile başlayacaktır. Bizler, aynı zamanda katliamın mağdurları olan avukatlar, gerçek adaletin tecellisi için tüm gücümüzle çalışmaya devam edeceğimizin, gerçek failler yakalanana, ihmali ve kastı olan tüm kamu görevlileri adaletin önüne çıkarılana kadar kararlılıkla mücadele edeceğimizin, tarihin bize biçmiş olduğu misyonu yerine getirmek için asla yorulmayacağımızın bir kez daha bilinmesini dileriz.