Bugüne dek kendimizi ve yanı başımızdaki kadınları savunmayı bir an olsun bırakmadık. Haklarımızın gasp edilmesine izin veremeyiz. Kendimiz için, yaşam çığlığını duyduğumuz veya duyamadığımız tüm kadınlar için yaşamlarımızı ve haklarımızı savunmaya!
Bugüne dek kendimizi ve yanı başımızdaki kadınları savunmayı bir an olsun bırakmadık. Haklarımızın gasp edilmesine izin veremeyiz. Kendimiz için, yaşam çığlığını duyduğumuz veya duyamadığımız tüm kadınlar için yaşamlarımızı ve haklarımızı savunmaya!
Bir yaşam çığlığı yer etti kulaklarımızda. Boşandığı eski kocası tarafından katledilen ve son sözü “ölmek istemiyorum” olan Emine Bulut erkek şiddetinin ulaştığı son noktayı önümüze sererken ve 7 saniyelik bu görüntüde bugüne kadar katledilen tüm kadınlar gözümüzün önünden geçerken yalnızca Emine Bulut’un değil, bugüne kadar katledilen tüm kadınların çığlıklarını kulaklarımızda hissettik. Hemen her gün bir yaşam kavgası içinde olduğunu bildiğimiz fakat bu denli net görmediğimiz, duymadığımız belki hiç tanımadığımız kadınların mücadelesini en derinden hisseden bizler öfkeden dişlerimizi kenetleyip bu 7 saniyeye tanıklık ettik. Bugüne kadar yaşananlar bir gram daha az acı verici, daha az öfkelendirici değildi elbet fakat bu çığlık bu kez *sağır sultana dek herkesi ayağa kaldırmalı. Sağır sultan bu çığlığı duymalı çünkü erkek şiddeti bu denli tırmanırken ve kadınlar amansız şekilde hayatta kalma savaşı verirken kadın cinayetlerini sağır sultana duyurmaya gerek olmadığını dillendirenler, sistematik kadın cinayetlerini münferit olaylar olarak niteleyenler bir kadının hepimizin gözleri önünde katledilmesinin zeminini hazırladı.
Öte yandan sosyal medyada kendini “olayın perde arkasını de bilmek lazım” vb söylemlerle varlığını arsızca ve inatla sürdüren bir kadın düşmanlığı öfkemizi bilese de şu bir gerçek ki Emine Bulut cinayeti toplumsal bir infial yarattı. Yapılan yorumların, yaklaşımların, kınamaların şekli de içeriği de ayrı birer tartışma başlığı olmakla beraber kadın cinayetlerinin geldiği en trajik noktada olduğumuz bugünlerde vicdani bir azap duymaktan ve en nihayetinde yine kadınları sorgulayan ve aşağılayan yaklaşımlarla bu cinayeti kınamaktan daha fazlasına ihtiyacımız var.
Bu noktada uzunca bir süredir hem kadın düşmanı iktidarın hem de haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz diyen kadınların gündeminde olan 6284 sayılı kanunun ve İstanbul Sözleşmesi’nin altını çizmek gerekiyor…
Kabullenmek istesek de istemesek de Emine Bulut bizleri böyle derinden sarsan ne ilk ne de son kadın cinayeti. Gerçek şu ki Emine Bulut cinayeti için yaptığımız eylemler esnasında Konya’da Tuba Erkol 20 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Gerçek şu ki bu memlekette kadınlar her gün gözlerimizin önünde öldürülüyor ve tüm bu sistematik cinayetler karşısında bir iç savaş içinde bulunduğumuzu söylersek yanlış olmayız. Tam da bu vahameti, bu gerçeği önümüzü koyarak, kadınların “ölmek istemiyoruz” çığlıklarını daha derinden duyarak yanyana gelmek ve bu iç savaşa son vermek zorundayız. Bu savaşta bir nevi yaşam sigortamız olan mekanizmalardan haberdar olmalı, bu mekanizmaları savunmalı ve uygulatmalıyız. Bu noktada uzunca bir süredir hem kadın düşmanı iktidarın hem de haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz diyen kadınların gündeminde olan 6284 sayılı kanunun ve İstanbul Sözleşmesi’nin altını çizmek gerekiyor:
Bir, bu mekanizmalar bize ne gibi korumalar sağlıyor? İki, yıllardır örgütlediğimiz mücadelemizle hem politikleştirdiğimiz özel alanlarımızda hem de kamusal alanlardaki kazanımlarımıza kimler neden göz dikiyor?
Boşanmaları cinayetten daha önemli sorun olarak görenler, kadını aile dışında tariflemeyenler, 18 yaş altı evlilik destekçileri, sözde boşanma ve nafaka mağduru baba/koca senaryocuları, tecavüzü aklama yasacıları, Ensarcı’lar… Yaşamımızı tehdit eden kim varsa en önemli kazanımlarımızdan olan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanuna göz dikmiş durumdalar. Aileler yıkılıyor, babalar/kocalar mağdur oluyor yaygaralarıyla bugüne bugün kazandığımız hakların altını oymaya çalışıyorlar.
Bu mekanizmalara gelecek olursak; Uluslararası alanda kadına yönelik şiddet ile mücadelede atılan en önemli adımlardan biri olan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) Türkiye ilk ve çekincesiz olarak imzalamış ve bu sözleşmenin uygulanabilmesi için 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kabul edilmiştir. Bu kanunun sağladığı korumadan mülteci kadınlar ve LGBTİ+’ların yararlanabileceği notunu da düşmek gerekir. Erkek yargı mekanizmalarının gözle görülür şekilde işlediği bu ortamda çoğu zaman şiddetin karşısında yalnız ve savunmasız hissetsek de İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun kadına yönelik şiddet karşısında mücadele ederken başvuracağımız ilk adres. “Bir kişi daha eksilmeme” sloganını hayata geçirebilmek anlamında 6284 sayılı kanunun kadınlara sağladığı korumalardan haberdar olmanın hem kendi hayatımızı hem de çevremizdeki kadınların hayatını kurtarma ihtimali çok yüksek.
6284 sayılı kanun kapsamında koruyucu ve önleyici tedbirler olmak üzere iki farklı tedbir türü düzenlenmiş. Güzel yanı ise işletilmesi ve takibi zor, kadınları oradan oraya koşturan prosedürlerden farklı olarak bu tedbirlerden yararlanabilmek oldukça kolay. Hayat kurtarabilecek bu mekanizmalardan haberdar olmak, karakoldan, mülki amirden hakimden veya savcıdan istemek yeterli.
Bir diğer önemi kadınlara güçlü hissettirecek ve yeni bir hayat kurmanın mümkün olduğunu gösterecek birtakım hususların da düzenlenmiş olması. Biliyoruz ki ayrılma ve boşanma durumunda kadınların en çok karşılaştıkları zorluklardan biri de ekonomik sorunlar. Bu nedenle Kanun:
-Şiddete maruz kalanlara, geçici maddi yardım ve çocuklara kreş imkânı da sağlamış.
– Şiddet uygulayanın ev ekonomisini sağlayan kişi olması durumunda kadınlara tedbir nafakası talep etme imkanı verilmiş.
-Koruma kararı devam ettiği süre boyunca, kadının genel sağlık sigortası kapsamında, sağlık hizmetlerinden yararlanabileceği düzenlenmiş.
– Şiddete maruz kalan kadının ihtiyaç duyduğu psikolojik, mesleki, hukuki destekle beraber sosyal rehberlik ve danışmanlık hizmetini ücretsiz isteyebileceği düzenlenmiş.
Daha hayati durumlar için ise:
– Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak telefonla arayanlar için, gizliliğe bağlı kalarak veya arayanların kimliklerinin açıklanmamasına gereken dikkati göstererek, ülke çapında 7 gün 24 saat esasına göre faaliyet gösteren ücretsiz telefon hatlarının oluşturulması için gerekli yasal veya diğer tedbirler alınması,
– Kimlik ve adres bilgilerinin tüm resmi kayıtlarda gizlenmesi, hayati tehlike durumunda diğer önlemler yeterli olmuyorsa kimlik bilgilerinin değiştirilmesine kadar varan birtakım tedbirler de yine bu Kanunda mevcut.
Önemle işaret edeceğimiz noktalardan biri de ısıtıp ısıtıp önümüze koydukları arabuluculuk tartışmaları. Getirilmeye çalışılan arabuluculuk uygulaması İstanbul Sözleşmesi’nde net bir şekilde yasaklanmış.“Taraf devletler, Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır” hükmü İstanbul Sözleşmesi’nde tüm açıklığı ile mevcut. Böylece bu aşamada kadınların travmalarının tetiklenmesinin, kendilerini baskı altında hissetmelerinin, boşanma kararından vazgeçmelerinin dahası bu aşamada yaşanabilecek şiddet olaylarının önü alınmış. Şiddete uğrayanın kendisini uzlaşma, anlaşma, barışma baskısı altında görmemesi amaçlanmış.
Kendimiz için, yaşam çığlığını duyduğumuz veya duyamadığımız tüm kadınlar için yaşamlarımızı ve haklarımızı savunmaya!
Kısacası bu kanunla evde, iş yerinde yahut yaşamının herhangi bir anında, herhangi bir mekanda ve herhangi bir şekilde şiddet tehlikesiyle karşı karşıya olan bir kadına yönelik şiddetin engellenmesi adına pek çok husus düşünülmeye ve düzenlenmeye çalışılmış. İyileştirilebilecek ve geliştirilebilecek pek çok noktası olmakla birlikte bu mekanizmalar şu anki haliyle şiddeti yıkmak ve bu savaşın ortasında hayatta kalmamızı sağlamak adına son derece işlevsel. Cinsiyet temelli şiddete maruz bırakılan herkesin hayat sigortası olarak görebileceğimiz bu mekanizmalara duyduğumuz ihtiyaç her gün en can yakıcı haliyle yüzümüze çarparken ne yazık ki pek çok ayrıntısıyla düzenlenen bu tedbirlerin kağıt üzerinde yazılı olması, Türkiye’nin bu sözleşmenin imzacılarından olması hiç yeterli değil. Bir kişi daha eksilmemek için tüm bunları bilmek ve zorla da olsa işletmek zorundayız.
Bugüne dek kendimizi ve yanıbaşımızdaki kadınları savunmayı bir an olsun bırakmadık. Bu haklarımızın gasp edilmesine, bu düzenlemelerin lağvedilmesine izin veremeyiz, bir adım dahi geri atacak durumda değiliz. Kendimiz için, yaşam çığlığını duyduğumuz veya duyamadığımız tüm kadınlar için yaşamlarımızı ve haklarımızı savunmaya!
Stj. Av. Diren Göymen
*Ayşenur Islam’ın “kadın cinayetlerini sağır sultana duyurmaya gerek yok” sözüne atıf.