Temel hak ve özgürlükler var gibi yapılıyorsa; gerçekte yoktur, biçimsel olarak kâğıt üzerindedir ve gerçek değildir. Referandum sürecinde yapılanlar budur
Temel hak ve özgürlükler var gibi yapılıyorsa; gerçekte yoktur, biçimsel olarak kâğıt üzerindedir ve gerçek değildir. Referandum sürecinde yapılanlar budur
Demokrasi siyasal bir rejimdir, tek kişinin siyasal rejimini kurması için araç değildir.
Demokrasi; devlet iktidarını kullanma yöntemlerinden birisidir. Gerçek ve biçimsel olmayan demokrasi için amaç olmalıdır. Çünkü ancak gerçek ve biçimsel olmayan demokrasilerde anayasal demokratik hak ve özgürlükler ayrımsız tüm yurttaşlar için güvence altına alınabilir, aksi olanaksızdır. Eğer temel hak ve özgürlükler var gibi yapılıyorsa; gerçekte yoktur, biçimsel olarak kâğıt üzerindedir ve gerçek değildir. Referandum sürecinde yapılanlar budur.
Emekçilerin katılmadığı devlet yönetimlerinde “biçimsel ve gerçek olmayan” demokrasiler hüküm sürer. Türkiye’de yıllardan beri süre gelen devlet iktidarının görünmeyen asıl gerçeği budur. Yaşadıklarımızı ve sıkıntılarımızı bu gerçekle açıklayabiliriz. Böylece var kabul edilen ama temel hakların olmadığı ve herkesin sadece varsaydığı bir yanılsamadır topluma egemen olan… Ne yazık ki devlet iktidarının kullandığı güç nedeniyle gazetecilerin, aydınların ve akademisyenlerin biçilmesinin altında yatan böyle bir gerçekliktir. Yükselen değerler ve rant hesapları inşaatları hızla çoğalan hapishaneler ve suçlar üzerinden yapılır. Olup bitenlere karşı yaratılan korkuların hâkim kılındığı topluma sesi çıkması gerekenlerin “suskunluğu” siner. Bununla yüzleşmek yerine “dönemin geçmesi” beklenir ve yeğlenen çıkar yol sanki “beklemekmiş” gibi görünür. Direnmek yerine, kabul edilmiş çaresizliğin yalnızlığına dönüşmüş savunmalarıdır avuntular ve sessizlik!
Oysa yaşamı yaratanların gücünden doğan mücadelelerin tarihi ve geleceği bu değildir.
Devlet iktidarının sunduğu biçimsel demokrasinin hâkimiyetinde ortaya çıkan korkular. Suskunluk toplumda etkili olur. Zaten istenilen budur. İçinde bulunduğumuz halin kendisidir yaşadıklarımız. Kısacası gerçek olmayan bu tip “demokrasi” topluma sanki uygun bir elbise gibi biçilmiştir. Kabul görmüş gibi gözükmektedir ve sanki toplum tarafından içselleştirilmiş gibidir. Oysa biçilen uygun bir elbise değil, topluma giydirilmeye çalışan deli gömleğidir.
Bu tür demokrasi sayesinde gerçek eşitsizlik derinleşir. Demokrasi, hak ve özgürlükler için “herkes eşitmiş gibi” kullanılan bir siyasal rejim aracına dönüşmüştür. Anayasa referandumu için “evet” demenin şart olduğunu ileri sürenlerin kurmak istedikleri rejim böyle bir demokrasinin üretimidir. Bütün “korkulara” davetiye çıkararak talep edilen “evet” oyu sadece görünen gerçektir, biçimseldir. Somut gerçeğe aykırıdır. Ama “hayır” demek biçimsel demokrasinin varmış gibi gözüken temel haklara rağmen gerçek bir haktır ve doğru seçimdir.
Demokrasinin bu çeşit siyasal araçsallığı sayesinde; devlet iktidarını kullananlar aşama aşama otoriter rejimleri demokratik rejimlerin yerine geçirmeye başlarlar. Asıl niyet budur. Bu istek ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın ve var olmanın mücadelesidir. Örgütlenmeler yasaklanır, toplantılar baskılanır. Temel hak ve özgürlükler sınırlandırılır ve verilmez. Protestolar susturulur. Her protesto suçmuş gibi kabul edilir. Ceza davaları yoluyla yaratılmak istenen cezalandırma tehdidi korkuların çoğalmasında en etkili araçtır, kullanılır.
Yargı, korkuları çoğaltır. Mahkeme kararlarıyla verilen mahkûmiyetler suskunluğa, davetiye çıkarır. Her ifade biçimi protesto ve her protesto suç sayılır. Cezalandırma tehdidi biçimsel demokrasinin en kanuni yoludur. Temel hakların kullanılmasına getirilen türlü çeşitli sınırlandırmalarla; suskun kalmayanlara hapishanelerin yolu açılır, gazeteciler içeri tıkılır, ceza davaları çoğaltılır, akademik özgürlükler kaldırılır ve biçilen hayatlara reva görülen tüm eziyetler açıkça uygulanır. Medyada mağduriyetler “seyirlik” hale dönüştürülür.
Toplum, olup bitenleri benimsemeye başlar, zaten biçimsel demokrasiyi yeğleyenlerin istekleri de budur. Otoriter rejimler, kendi iktidarlarını perçinlemek için adım adım ilerler. Demokrasinin “temsili kurumlarını” baskılamak ve sınırlandırmak için demokratik güçlerin gücünü en aza indirgemeye çalışır. O yüzden demokrasinin biçimsel eşitliğini varmış gibi gösteren demokratik kurumlarını kapatmayı en son başvurulacak çare gibi elinde tutar. Ama gerekirse kapatmak konusunda tereddüt göstermez. Ancak demokrasinin biçimselliğini sağlamak için kapatmak yerine, demokratik kurumların tümünü işlevsiz halde tutmayı yeğler.
Bu gücün böyle kullanılmasının temel nedeni topluma hâkim olmak isteyen siyasal iktidarın kurmak istediği otoriter rejime yaklaşabilmek için toplumun sahip olduğu temel haklardan yoksun bırakmayı hedef alan önlemleri “sürekli kılmak” suretiyle ayakta kalmasıdır.
Bu yüzden basın, kitle iletişim ve haberleşme araçları üzerinde baskı ve gerekirse mali etkinlik kurulur. Türkiye’de bu etkinliği kurmuşlardır. Parlamentolar yasa üreten devlet kurumumu organlarıdır ama nadiren kendi güçlerine dayanarak yasa yaparlar. Gerçekte yasaları yapan hükümetler ve ona bağlı yürütme organlarıdır.
21.01. 2017 kabul tarihli 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (RG 01.02.2017 tarih ve 29976 sayı) Parlamentonun kabul ettiği bir yasa gibi gözükmesine rağmen hükümetin, yürütme organının eseridir. Yürütmenin biçimsel demokrasiye olan bağlılıklarını ispat etmektedir. Düne kadar parlamentoyu savunanların –aslında savunuyormuş gibi gözükenlerin- 6771 sayılı Anayasa değişikliği hakkındaki yasayı parlamentodan geçirdikten sonra, referandum surecinde parlamentonun “güçsüzlüğü”, “işlevsizliği” ve hatta “iktidarsızlığı” üzerine söylevlerle Anayasaya “evet” deyin propagandaları biçimsel demokrasiye uygundur, gerçek demokrasiye aykırıdır.
Sırf bu yüzden bile olsa; Anayasa değişikliğine “hayır” demek gerekir.
Parlamento olmadan devleti yönetme isteğine izin verilmemelidir. Parlamentoda “muhalif gruplara” karşı tahammülsüzlük sürekli vardır, tıpkı bizde olduğu gibi. Anayasa değişikliği bu tahammülsüzlük nedeniyle yapılıyor. Devlet yönetimi parlamentoyu reddediyor, ama ne yazık ki Anayasa engeli var. Çünkü Anayasanın 7 maddesine göre; “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez” Bu yüzden “yetkinin devredilemezliği” ilkesine dokunmak ve varmış gibi göstermeye devam etmek istiyorlar. Tahammülsüzlük bundan ibaret! Böyle bir anayasal engeli ortadan kaldırmak için biçimsel demokrasiyi araç olarak kullanmanın tam zamanı olduğunu düşünenlerin kanunudur bu Anayasa değişikliği… İktidardakilere göre; anayasa değişikliği başta bu engeli ortadan kaldırmak için yapılmalıdır! Ama maddede değişiklik yapılmamalı, içinin boşaltılması ile yetinilmelidir.
Bizde taraftar bulan “ileri demokrasi” aldatmacasına karşın Fransız komünistlerinin “ileri demokrasi” denilince parlamentoyu nasıl savunduklarını anımsadım…
1936-1940 ve 1945-1973 yılları arasında milletvekilliği ve 1964-1972 yıllarında Fransız Komünist Partisi Genel Sekreterliğini yapmış olan Waldeck Rochet şunları yazmıştı: “Programımız anayasadaki tek kişinin egemenliğine izin veren maddelerin iptalini öngörür. Hiçbir zaman, hiç kimseye halk ve parlamento tarafından denetlenmeksizin ulus adına tek başına hareket etme izni verilemez. Genel oyla seçilmiş olan ulusal meclis yasaları kabul etmek ve hükümet faaliyetlerini denetlemekle yükümlü olacaktır. Belirli bir görev süresi içinde kendisine yürütme gücü verilmiş olan bu hükümet, etkin iktidara sahip olarak, halkın çoğunluğu tarafından kabul edilen programı yürütecektir” (Paris, 1969).
Devlet iktidarını kullananlar, demokrasi diye diye otoriter rejimleri aşama aşama demokratik rejimlerin yerine geçirmeye başlarlar. Bu Anayasa değişikliği, otoriter rejimin ilk ve en önemli adımlarından biridir.
Anayasa değişikliğine deyim yerindeyse eğer; Fransız kalmamak, bilgilenmek gerekir.
Parlamentoya tahammülsüzlük yüzünden yapılan Anayasa değişikliği üzerinde düşünmeliyiz!
Değişikliğin yaratacağı dönüşümü reddetmeliyiz ve “hayır” demeliyiz.
Yarım asır önce yazıldığı gibi hedefimiz anayasadaki tek kişinin egemenliğine izin vermemek olmalıdır. Hiçbir zaman, hiç kimseye halk ve parlamento tarafından denetlenmeksizin ulus adına tek başına hareket etme izni verilemez.