Dayatılmış adımlarla ve yangından mal kaçırırcasına otokratik hükümranlık ve anayasal diktatörlük yolunda yürürken bu tür rejimlerin başka ülkelere ne getirip ne götürdüğüne de bakılabilir. Sonucun toplumun ortak geleceği açısından son derece endişe verici olduğu söyleyebilirim.
Dayatılmış adımlarla ve yangından mal kaçırırcasına otokratik hükümranlık ve anayasal diktatörlük yolunda yürürken bu tür rejimlerin başka ülkelere ne getirip ne götürdüğüne de bakılabilir. Sonucun toplumun ortak geleceği açısından son derece endişe verici olduğu söyleyebilirim.
Halk egemenliğinin temsili bir kişide vücut buluyorsa, bu rejimin adı otokrasidir. Birkaç kişi veya bir zümrede vücut buluyorsa, rejim aristokrasidir. Egemenlik herkeste vücut bulabiliyorsa, o zaman rejime demokrasi denir. Alman filozofu Immanuel Kant, 18. yüzyılın son çeyreğinde, mutlakiyetçi monarşilerin iktidarlarının çatırdamaya başladığı bir dönemde dile getirdiği bu tespitini, otokratı tanımlayarak tamamlar: Otokrat, hükümranın bütün kuvvetleri elinde tutan yegâne şef olduğu rejimdir.
Otokrat kelimesi, eski Yunanca kökenlidir. “Otokrates”, gücü başka hiçbir güce dayanmayan, dolayısıyla iktidarının yegâne kaynağı kendisi olan kişiyi tanımlar. Daha ileri dönemlerde, otokrat kelimesi mutlak gücü elinde tutan hükümdarı tarif etmek için kullanıldı. Rus imparatorluğunda, çar veya çariçe zaman zaman “bütün Rusların avtokratı (otokratı)” olarak resmen adlandırılıyordu.
Daha sonra otokrat kelimesi, günlük dilde, davranışları tiranlık derecesine varan bir siyasal lideri veya şahsiyeti tanımlamaya da başladı. İradesini mutlak biçimde herkese dayatmak isteyen kişiye, Batı dillerinde otokrat denir. Otokrat, bir aileye, bir cemaate veya bir şirkete bu şekilde hükmedebileceği gibi, ülkeye de hükmedebilir.
Otokratın hükümdar olduğu rejim anlamına gelen otokrasi, tek kişinin gücü, iktidarı elinde tuttuğu, dolayısıyla iktidarın şahsi ve mutlak olduğu rejimdir. Otokrasi, diktatörlüğün bir türüdür. Diktatörlükten önemli farkı, gücün bir şahısla ilgili olması, onda vücut bulmasıdır. Mutlakiyetçi hükümranlığın en önemli göstergelerinden birisi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin olmamasıdır. Kâğıt üzerinde varmış gibi gözükse de bir dizi önlemle bu ayrılığın fiilen bütünlüğe dönüşerek çalışması öngörülmüştür. Diğer niteliği, seçimlerin serbest olmamasıdır. Muhalif çevre ve kişilere karşı uygulanan düzenli baskı, özgürlüklerinin kısıtlanması, seçimlerin öncesinden seçim sonucunu belirler. Bunu basın özgürlüğünün yok denecek noktaya gelmesi tamamlar. Bir başka özelliği, yürürlükteki anayasa ve yasaların bile fiili durumlarla sürekli ihlali, olağanüstü yasaların egemenliği olarak tezahür eden keyfi yönetimdir. Bu olağanüstü yetkiler, halk egemenliğini şahsında ve eksiksiz temsil eden bir kişinin elinde toplandığı zaman, otokratik hâkimiyet tesis edilmiş olur. Bu halin olağanlaştırılması, yani anayasanın ve yasaların bu keyfi yönetime kanuni kılıf sunmak, fiili durumu yasal görünüme kavuşturmak için değiştirilmesi, rejimin mutlakiyetçi ve otokrat niteliğini değiştirmez. Anayasal diktatörlük veya otokrasi mümkündür.
Almanya’da Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Weimar Cumhuriyeti anayasasının 48. maddesi “istisna hali”ni tanımlıyordu. Alman hukukçular 1920’lerde bu tanımın farklı yorumları çerçevesinde bir tartışma başlattılar. İstisnai durum nedir, bunu ilan etmekle kim yetkilidir gibi sorulara yanıtların arandığı bu tartışmalarda, 1924’te ilk kez “anayasal diktatörlük” kavramı önerildi. İstisna halinin anayasaya dayandığı ve süreklilik içerdiği, dolayısıyla hukuk devletinden kanun devletine geçildiği bir rejimi tanımlıyordu bu terim. Daha sonra Nazi tecrübesiyle unutulur gibi oldu ama ABD’de 1948’de bazı hukukçular bu kavramı gündeme getirdiler. Esas 11 Eylül saldırısı sonrasında, ABD’de terörle mücadele gerekçesiyle ilan edilen özgürlük kısıtlayıcı yasalara gerekçe olarak bazı hukukçular tarafından yeniden dile getirildi. Olağanüstü yetkilerin birçok kuruma dağıtılması ve süreklilik kazansalar bile olağanlaştırılmamalarını öneriyorlardı.
Günümüzde birçok ülkedeki diktatörlük rejimlerinin asli ve kalıcı niteliği anayasal diktatörlük terimine uyuyor. Bu diktatörlüklerin bir kısmı otokrat nitelikte. Yani mutlak iktidar esas meşruiyetini, kan, kabile, zümre veya parti bağından değil, hükümranın kendi şahsından alıyor. İktidarın esas kaynağı hükümranın kendisi olduğu için, rejim neredeyse bütünüyle o kişinin iktidarda kalmasına bağlı olarak ayakta durabiliyor. Bu da rejimin baskıcı niteliğini katlıyor.
Dayatılmış adımlarla ve yangından mal kaçırırcasına otokratik hükümranlık ve anayasal diktatörlük yolunda yürürken bu tür rejimlerin başka ülkelere ne getirip ne götürdüğüne de bakılabilir. Sonucun toplumun ortak geleceği açısından son derece endişe verici olduğu söyleyebilirim.
Ahmet İnsel
Kaynak: Cumhuriyet