Anayasa değişiklikleri demokratik meşruiyetten yoksun, diktatörlüğü meşrulaştırma amacına yönelmiş bir sistem getirmekte
Anayasa değişiklikleri demokratik meşruiyetten yoksun, diktatörlüğü meşrulaştırma amacına yönelmiş bir sistem getirmekte
TBMM’de 9 oy farkla kabul edilen AKP’nin anayasa değişikliklerinin en başta gelen sorunlarından biri demokratik meşruiyete sahip olmaması. Anayasada yapılan değişikliklerin demokratik meşruiyeti hem anayasanın değiştirilmesi yönteminin, hem de içeriğinin demokratik ilkelere uygun olmasına bağlı.
Günümüzde anayasanın yapımı ya değiştirme yöntemi anayasanın içeriği kadar önemli. Yöntemin demokratik olması anayasanın da demokratik olmasına yol açar. Yöntemin demokratikliği anayasa değişikliğinin, sivil toplumun ve tüm siyasal partilerin katıldığı geniş bir danışma, konuşma sürecinin yaşama geçirilmesiyle sağlanır. Böyle bir sürecin gerçekleşmesi için toplumda iletişim kanallarının açık olması, halkın anayasa değişiklikleri konusunda aydınlatılması, hiçbir kesimin dışlanmaması, ifade ve toplantı özgürlüklerinin güvence altında bulunması gerekir.
Günümüzde, anayasalar ya da anayasa değişiklikleri artık yukarıdan aşağı yapılmıyor. Bir siyasal parti, bir grup elit ya da bürokrat tarafından hazırlanan anayasa değişikliklerinin içeriği demokratik olsa bile, demokratik meşruiyetten yoksun oldukları kabul ediliyor. Bunun böyle olmasının temel nedeni, anayasa gibi, toplumun her bireyini ilgilendiren bir metnin hazırlanışına bireylerin katılımının bir hak olarak görülmesi.
Kanada Yüksek Mahkemesi, Quebec’in ayrılma istemine ilişkin 1998 yılında verdiği kararda şöyle der:
İşlevsel bir demokrasi sürekli bir müzakere süreci gerektirir. Hiç kimse gerçeğin tekeline sahip değildir. O nedenle ulusun bütünlüğünün söz konusu olduğu durumlarda bile, muhalif sesleri dinlemek ve bunları gözönünde bulundurmak hükümetin ödevidir. Her birey anayasanın değiştirilmesini talep etmek hakkına sahip olduğuna göre, buna tekabül eden anayasa müzakerelerine katılmak konusunda da görevi bulunmaktadır.
Katılımcılık uzlaşıya da yol açar. Anayasa değişikliklerinin geniş bir katılımla, toplumsal müzakere süreciyle gerçekleştirilmesi, Türkiye gibi kutuplaşmış toplumlarda bir uzlaşı ortamı yaratması, ulusal mutabakata yol açması bakımından önemli.
Türkiye’de yapılan son anayasa değişikliğinin bu ilkelere uygun bir biçimde hazırlandığı söylenemez. Anayasa değişiklikleri hiçbir toplumsal müzakere, sivil toplumun ve siyasal partilerin katılımı aranmadan, AKP tarafından dört duvar arasında hazırlandı, büyük bir telaş içinde TBMM’den geçirildi. Değişikliğin içeriği bir yana, böyle bir anayasa değişikliğine gereksinim olup olmadığı konusunda bile toplumda bir görüş birliği yok.
Referandum öncesinde de serbestçe tartışmak, halkı bilgilendirmek için gerekli iletişim kanalları tıkalı. Basın özgürlüğünün zaten bulunmadığı ülkede, bir de OHAL’in getirdiği, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanması gibi sınırlamalar, cezaevine konulan parti başkanları, milletvekilleri, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, bunların yarattığı baskı ve korku ortamı, sağlıklı, demokratik bir iletişimi olanaksız kılıyor.
Anayasa ya da anayasa değişiklikleri yapımında iki seçenek mevcut: Uzlaşıcı ve katılımcı ya da tepeden inme ve dayatmacı. Son anayasa değişikliklerinde AKP ve onu destekleyen MHP’nin tepeden inme ve dayatmacı yöntemi benimsedikleri anlaşılıyor. Bu yöntem anayasayı demokratik meşruiyetten yoksun bırakır.
Katılımcı yöntemle anayasa yapımının en başarılı örneklerden biri olarak Güney Afrika gösterilir. Oysa, Türkiye’deki anayasa değişikliği sürecine daha yakın Zimbabwe örneği. Zimbabwe’de anayasa yapımı için Cumhurbaşkanı Mugabe tarafından oluşturan komisyon ve bütün süreç Mugabe’nin partisinin kontrolü altındaydı. Mugabe’nin partisi bu süreçte görüşlerini kabul ettirmek için şiddet, yıldırma yöntemlerine başvurdu. Böyle bir yöntemle hazırlanan anayasa önce Mugabe’ye, sonra referanduma sunuldu. 2000 yılının Şubat ayında yapılan referandumda, halk yüzde 54’lük bir çoğunlukla anayasayı reddetti.
Türkiye toplumunun demokrasiye bağlılığının Zimbabwe toplumundan daha düşük olduğunu düşünmek için bir neden yok.
Venedik Komisyonu 2009 yılında Kabul edilen “Anayasa Değişikliği” başlıklı raporda şöyle der:
Değişiklik usullerinin kamuoyunda tartışmaya izin vermesi, anayasa değişikliğinin meşruiyetini ve içselleştirilmesini sağlar. Buna karşılık, anayasa değişikliği aceleye getirilir, demokratik bir tartışma olmadan gerçekleşirse, siyasal istikrarsızlığa ve anayasanın meşruiyetten yoksun kalmasına yol açar.
O nedenle, Venedik Komisyonu, anayasa değişikliğine bütün siyasal güçlerin ve sivil toplumun aydınlatılmış olarak katılmalarının, bu zaman alsa bile, konsensus sağlanması ve değişikliğin başarılı sonuç vermesi bakımından önem taşıdığının altını çizer. Ancak bunun gerçekleşmesi için, devletin toplantı ve ifade özgürlüğünü ve ileri sürülen argümanların medya tarafından adaletli bir biçimde iletilmesini güvence altına olması gerekir.
Anayasa değişiklikleri içerik bakımından da demokratik meşruiyete sahip değil. Anayasaların amacı, iktidarı sınırlamak ve bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına almak. Bu amaçların gerçekleşmesini sağlayacak olan hukuk devleti. Demokrasilerde bağımsız yargı bir yandan iktidarın uyması gereken sınırları belirlerken, öbür yandan bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alır. Ancak, demokratik bir anayasal düzen her şeyden önce, güçler ayrılığına ve özellikle bağımsız bir yargı gücünün var olmasına bağlı. Tüm güçlerin, yani yasama, yürütme ve yargının tek bir elde toplanması durumunda ancak diktatörlükten ya da krallık ise, mutlak monarşiden söz edilebilir. Buna olanak sağlayan bir anayasanın demokratik meşruiyete sahip olamayacağı açık.
ABD anayasasının yazarlarından James Madison şöyle der:
İster irsiyet, ister kendi kendini atama, ister seçim yoluyla işbaşına gelsin, tüm gücün, yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanması tahakkümün gerçek bir tanımıdır.
ABD Anayasası böyle bir olasılığı önlemek için sert bir güçler ayrılığını öngören başkanlık sistemini kabul etmiştir.
AKP’nin değişiklik önerileri referandumda kabul edilecek olursa, Türkiye’de Madison’un sözünü ettiği sistem yürürlüğe girecek ve yürütme, yasama, yargı tek elde toplanacak. Oysa demokrasi, gücün tek elde yoğunlaşmasına değil, paylaşılmasına dayanır.
Referanduma sunulan metinde, Cumhurbaşkanı, Hâkim ve Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinden 4’ü atayacak. Cumhurbaşkanı tarafından göreve getirilen Adalet Bakanı ve Müsteşar zaten otomatik üye. Böylelikle 6 üye Cumhurbaşkanı tarafından atanmış olacak. Geri kalan 7 üye, TBMM tarafından seçilecek. Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini Cumhurbaşkanı atayacak. Böylece yargı Cumhurbaşkanı’na bağlanacak.
Yasama üzerindeki Cumhurbaşkanı denetimi ise, Cumhurbaşkanı’nın partili ve büyük bir olasılıkla parti başkanı olması, dolayısıyla milletvekilleri adayları listesinin Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenmesi ve Cumhurbaşkanı seçimleriyle ve milletvekili seçimlerinin aynı zamanda yapılması yoluyla sağlanacak.
Bunların dışında, Cumhurbaşkanı’nın hiçbir denetime tabi olmayan, kararnamelerle ülkeyi yönetmek, OHAL ilan etmek ve OHAL kararnameleri çıkarmak gibi son derece geniş yetkileri bulunmakta.
Başka bir deyişle, bu anayasa değişiklikleri demokratik meşruiyetten yoksun, diktatörlüğü meşrulaştırma amacına yönelmiş bir sistem getirmekte.
Şunu da belirtmek gerekir ki, referandumda çoğunluğun “evet” demesi, anayasa değişikliklerindeki demokratik meşruiyet eksikliğini gidermez. Referanduma sunulan metin üzerindeki halkın sadece “evet” ya da “hayır” oyu verme yetkisi var. Tartışarak, konuşarak metnin oluşturulması olanağına sahip değil.
Anayasalar ve anayasa değişiklikleri, gelecek kuşakları bağlayan kalıcı metinlerdir. O nedenle, bu değişiklikleri hazırlayanların kendi gündelik gereksinimlerinin, çıkarlarının ötesine bakabilmeleri, gelecek kuşakların sorumluluğunu taşıyabilmeleri gerekir. Aksi takdirde, anayasa değişikliklerinin hazırlanması ve kabulü sırasında temsilcileri bulunmayan kuşaklara demokratik olmayan bir kriz anayasası bırakmış oluruz. Ne yazık ki, bu anayasa değişikliklerini hazırlayan ve Meclis’te kabul edenlerin böyle bir sorumluluk bilinciyle hareket etmediklerini görüyoruz.