Çocuk yaşlarda fark ettiğim bu eşitsiz sistemin içinde, varoluşumuzun kabulü sağlanana dek, eşit birey olarak tanımlanacağımız o kutsal güne dek sürecek mücadelemiz
Çocuk yaşlarda fark ettiğim bu eşitsiz sistemin içinde, varoluşumuzun kabulü sağlanana dek, eşit birey olarak tanımlanacağımız o kutsal güne dek sürecek mücadelemiz
Mersin Barosu Kadın Hakları Merkezi’nde yıllardır aktif bir şekilde emek veren bir grup meslektaş olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar haftası için dolu dolu bir program hazırlamıştık. Bu program kapsamında cezaevi, yaşlı bakım evi ziyaretleri yapıp, Mersin’in iki büyük alışveriş merkezine stant kurup, birçok yere de kadın hakları ile ilgili sunuma gidecektik.
Yine bu program kapsamında, her sene olduğu gibi bu sene de TÜBAKKOM ile birlikte aynı gün basın açıklaması yapmak istedik, aynı metinle.
Basın açıklaması yapmak istedik, FAKAT…
Bu konudaki isteğimizi baro başkanımız ile görüştüğümüzde hiç beklemediğimiz bir tavırla karşılaştık. Önce merkez başkanımız ile yaptığı mesajlaşmada basın açıklamasının okunmasını kabul etmeyeceği konusunda diretti. Bunun Kadın Hakları Merkezinin aktif çalışanları olarak -10 kişi- kendisi ile yüz yüze odasında görüşmek istedik. Ve 6 mart günü öğleden sonra bu görüşmeyi gerçekleştirdik. Bütün açıklamalarımıza rağmen metnin siyasi bir metin olduğunu vurgulayıp durdu baro başkanı. Yıllardır şiddetin sona erdirilmesi gerektiğine dikkat çekmek amacıyla büyük harflerle yazılan HAYIR kelimesinin bilinçli olarak büyük yazıldığında ısrarcı oldu. Örgütlü hareket etmek adına ve bu metni okuma isteğimizi de göz önünde bulundurarak metindeki “hayır” kelimesini küçük yazabileceğimizi söyledik. Bu sefer de “son on yılda artan şiddet” ibaresini “son yıllarda artan” olarak değiştirmemizi istedi. Çünkü bu ifade mevcut hükümeti hedef göstermek demekmiş. Onu da kabul ettik; çünkü amacımızın siyaset yapmak olmadığını bilsin görsün istedik. Ama müdahale çabası bununla kalmadı. Bu sefer de “etkili bir devlet politikası uygulanmamaktadır” yerine “daha etkili bir politika uygulanmalıdır” deyin diye bir teklif geldi. Bu iki cümle arasında dağlar kadar farklar olduğunu, istatistiklerin ortada olduğunu, ilk ifadenin eleştiri anlamına geldiğini ancak diğerinin yetmez ama evet demek olduğunu açıkça belirttik. Ancak ikna olmadı.
Baktı ki biz uzlaşmada ısrarcıyız, “TÜBAKKOM dayatma yapamaz” diye ısrar etti. Bizler bunun dayatma olmadığını, açıklamayı kendi isteğimiz doğrultusunda okumak istediğimizi açık açık ve defalarca söylediğimiz halde bu tutumu değişmedi.
“Yerinize yapacak adamlar bulunur”
Bir saatten fazla süren görüşme sonunda kendisinin soyut endişelerine dayanan dayatması yüzünden bir uzlaşma sağlanamadı. Bu yüzden bizler de yapılan bu müdahalenin çalışmalarımıza ve emeklerimize gölge düşürdüğünü beyan ettik. Bu şekilde giderse çalışma hevesimizin kalmayacağını, bu haftaki programımızı da uygulamayacağımızı söyledik. Karşısında aldığımız cevap ne yazık ki “yerinize yapacak adam bulunur” oldu. Her ne kadar zorumuza gitse de uzun zamandır yapmış olduğumuz hazırlıklar boşa gitmesin diye son bir umut, metinde istediği değişikliklerden “hayır”ın küçük harflerle yazılması ve “son on yıl” ifadesinin “son yıllarda” şeklinde değiştirilmesi konusunda mutabık olduğumuzu ve bu konuda kendisinin de uzlaştığımızı teyit etmesini, aksi halde merkezdeki görevlerimizden istifa edeceğimizi bildirerek odasından çıktık.
Akşamın ilerleyen saatlerine kadar olumlu cevap beklediğimiz halde hiçbir şekilde olumlu bir cevap alamadık. Bu sebeple hiçe sayılan emeklerimiz için istifa etme ihtiyacı duyduk. Ve o gün 12 arkadaş Kadın Hakları Merkezinden istifa etmeye karar verdik. 7 Mart’ta, adliyede bulunan Kadın Hakları Merkezi odasında istifa dilekçemizi yazarken baro başkanı birkaç defa yanımızdan geçti ve bize selam verdi. Bu ayrıntıyı şunun için söylüyorum, sonraki bazı açıklamalarında “haber bekliyordum ben kabul etmiştim” diye bir şeyler söyledi. Oysa haber bekleyen insan o gün birkaç defa yanımızdan geçti ve “ne oldu son durum” diye sorma ihtiyacı bile duymadı. Çünkü zaten son sözler çoktan söylenmişti, kendisi açıklamanın okunmasını kabul etmeyeceğini açık ve net bir biçimde beyan etmişti.
Baro başkanının beni itmesiyle sözüm kesildi
8 Mart günü ise bilindiği üzere baro tarafından bir basın açıklaması yapıldı. Ben de başkan sözünü bitirdikten sonra, istifayı gerektiren durumun herkesçe bilinmesini sağlamak üzere açıklama yapmayı kararlaştırdığımız için istifa eden merkez üyelerini temsilen kürsüye çıktım. Bu sırada konuşma yapacak diğer meslektaşım henüz kürsüye gelmemişti. Kürsüye çıkar çıkmaz da baro odasında bulunan herkesten nezaketen izin alarak konuşmama başlayacaktım. Ancak daha izin cümlem dahi bitmemişken baro başkanının beni itmesiyle sözüm kesildi. Bir tartışma yaşandı. Kısa süreli çekişmeden sonra baro başkanı “provokasyona izin vermedim, siyasi metin okutmadım” dediği o metni okutmak zorunda kaldı; çarpıtmaya çalıştığı, kendini aklamak için farklı yönlere çekmeye çalıştığı istifa mektubumuzu yani.
Ve ben ile arkadaşlarım o salondan çıkarken hala TÜBAKKOM metninin siyasi olduğuna ikna etmeye çalışıyordu basın mensuplarını. “Projeksiyon olsa da göstersem” diyordu. Keşke olsaydı da gösterseydi. Belki oradaki birinin “e bunda bir şey yok ki demesiyle kendine gelirdi. Ama öyle olmadı. Hızını alamayıp hemen bir bildiri yayınladı Başkan; “Basın açıklamasının provokasyona uğramasına dair basın açıklaması”. Bizi teröristlikle suçladı. Siyasi eylem yapmakla suçladı. Kürsü işgali ile suçladı. Siyasi bir grubun uzantıları olmakla suçladı. Verdiği demeçlerde bunun altını ısrarla çizdi.
“O arkadaş hak etti”
Yetmedi. Katıldığı radyo programında herkesten özür diledi. Refleksti dedi. Bilerek olmadı dedi. Ama dedi, “o arkadaş hak etti”. O arkadaş da ben oluyorum. Benim önceki hareket ve sözlerim bu eyleme maruz kılmamı haklı gösteriyormuş. Bir hukukçu, hatta bir baro başkanı yaptı bu açıklamayı. Ben bu açıklamayı duyana kadar da hiçbir yasal işlem başlatmadım. Ancak bu noktadan sonra durduğum kabahat olurdu ve 10 Mart’ta baroya şikayette bulundum.
Bu olanlardan sonra her Çarşamba olağan olarak toplanan yönetim kurulu 13 Mart akşamı olağanüstü toplandı. Ve toplantıda bir özür dilenmesi gerektiği kararı alınmış. Hal böyle olunca beni arayıp ertesi gün beni ziyaret etmek istediklerini belirttiler. Aldığım aile terbiyesi ışığında buyur ettim onları. Ofisime gelip konuyu açan Baro başkanı ve birkaç yönetim kurulu üyesi ile bu konuyu uzun uzadıya konuştuk. Haklı hiçbir yanının olmadığını altını çize çize söyledim. Bu yüzden özür dilense de şikayetimden vazgeçmeyeceğimi dile getirdim. Kaldı ki şikayetim devam etmekte. Şunu da belirtmeliyim ki şayet başkan yalnız gelseydi böyle bir özür dilenmezdi. Yaptığı hareketi haklı bulan bir zihniyet var çünkü karşımızda. Peki, neden özür diledi? Çünkü yönetim kurulundaki bazı isimler ısrar etti. Böyle olmaz dedi. Ve o gün ofisimde benden ve diğer kadın arkadaşlarımdan özür diledi. Aynı özrü bir metin ile basın karşısında da yapacağını taahhüt etti.
“Ama”sız “fakat”sız bir özür
Ancak… Yine bir “ama”. Ertesi gün yazmış olduğu ve basına okumak istediği, güya özür dileyen metin içler acısıydı. Hala “Ben ittim, ben bunları söyledim; ama haklıydım. Çünkü şu şu olmuştu” diyen bir kafa yapısının yansımasıydı. Bu metinle saat 16:00 ya kadar uzlaşma sağlanamadı ve ben bu şekilde bir özrü kabul etmeyeceğim konusunda direttim. Çünkü kadın arkadaşlarımızla 8 Mart ertesi yapmış olduğumuz basın açıklamasında da belirttiğimiz üzere “amasız fakatsız bir özür” içeren kısa ve öz bir konuşma olmalıydı dilenecek özür. Ne yazık ki baro başkanı kendini aklamaya o kadar odaklıydı ki uzlaşılan noktaları hiçe saydı. Yine yönetimde bulunan bir iki kişi sayesinde son okunan metin üzerinde uzlaşıldı. Yine söylüyorum, kendisine kalsa “benim bir hatam yok” deyip işin içinden sıyrılırdı.
Bu eylemi, yani basın karşısında özür dileme eylemini o kadar isteksiz yaptı ki sonraki hareketlerine de yansıdı. Her türlü basın metnini baro sayfasında çarşaf çarşaf yayınlayan baro, başkanın özrünü ihtiva eden metni sayfada paylaşmadı. Başkan, sadece bizlerle bir araya gelindiği hususunu paylaştırdı.
Velhasıl kelam, iki haftayı aşkın bir süredir içine sürüklendiğim bu süreç beni fazlasıyla yıprattı. Kendi rızasıyla özür dilemeyen, baskılar sonucu bunu yapan ve baro sayfasında özür metnini paylaşmadığı için hala asılsız haber yapılmasına vesile olan bir baro başkanının sebep olduğu durumun içinde olduğumuz için üzülüyorum.
Böyle bir olayın tekrarı olmamasını ve yaptığı yanlışların arkasında duran, gerçekten telafi etmeye çalışan hukukçuların olmasını temenni ediyorum.
İlle de benim dediğim olacak, ille de siz haksızsınız diyen bir zihniyete öyle ya da böyle, eh işte de olsa geri adım attırdık
Şunu da belirtmek isterim ki, bu sembolik olay hayatımızın her anında kadınlar olarak karşımıza çıkan tüm olayların bir yansımasıdır aslında. Düşünsenize, koskoca diplomalı, üstelik de bir hukukçunun hareketiydi, sözleriydi tüm onlar. Bu zihniyet biz olduk olalı var, olacak da. Yine kocaman bir AMA, ben, bu zihniyet karşısında ne olursa olsun yılmayacağım. Çünkü her ne kadar içten değilse de dilenen özür, biz kadınların eşsiz mücadele ruhu ile sağlandı. İlle de benim dediğim olacak, ille de siz haksızsınız diyen bir zihniyete öyle ya da böyle, eh işte de olsa geri adım attırdık. Bu çok mühim.
Kadın mücadelesi benim için kutsal bir mücadele. Taa çocuk yaşlarda fark ettiğim bu eşitsiz sistemin içinde, varoluşumuzun kabulü sağlanana dek, eşit birey olarak tanımlanacağımız o kutsal güne dek sürecek benim açımdan. Yine temennilerle sürecek sözlerim, bunca mücadelenin meyvelerini en kısa zamanda, en güzel şekilde almayı umuyorum. Ve alacağız da elbet! Adım adım ve kararlı bir şekilde devam edeceğiz. Yılmadık, yılmıyoruz, yılmayacağız! Ne ben ne de biz!