Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ ile söyleşi (Cumhuriyet)

Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ ile söyleşi (Cumhuriyet)

Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ, FETÖ soruşturmasının yargı ayağında önde gelen cemaatçilerin ya itirafçı olduğunu ya da kaçtığını, atılanların sempatizanlar olduğunu, yargıya alımlarda yine tarikatların tercih edildiğini Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş'ın soruların cevaplayarak anlattı.

Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ, FETÖ soruşturmasının yargı ayağında önde gelen cemaatçilerin ya itirafçı olduğunu ya da kaçtığını, atılanların sempatizanlar olduğunu, yargıya alımlarda yine tarikatların tercih edildiğini Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş’ın soruların cevaplayarak anlattı

Türkiye uzunca bir süredir yargının araç olarak kullanıldığı siyasi soruşturmalarla şekilleniyor. Cemaat-hükümet ortaklığının 2007’den itibaren yürüttüğü Ergenekon, Balyoz, KCK ve basın soruşturmalarının yerini bugünlerde FETÖ’ye yönelik operasyonlarla Kürt hareketine yönelik siyasi operasyonlar almış durumda. Bu iki eksende yürütülen soruşturmalar, at izi ile it izini karıştırarak, gerçek suçluların yanında bu suçlamalarla ilişkili olamayacak yazar, aydın, gazeteci, siyasetçileri de katarak yürütülüyor. Tıpkı cemaatçi yargıç ve savcıların yürüttüğü soruşturmalarda olduğu gibi “muhaliflerin tasfiyesinin” amaçlandığı açık. Zaten yönetenler de bu amacı gizleme ihtiyacı bile duymuyor. Hukuk ve adalet, korunması ve yaşatılması için emanet edildiği yargı eliyle katledilmesini, Yargıçlar Sendikası Başkanı ve Ankara hakimi Mustafa Karadağ ile konuştuk.

– 15 Temmuz’dan şu ana kadar HSYK yargıda önemli bir cemaat tasfiyesine girişmiş durumda. Son olarak önceki hafta Kurul, ihraç ettiği 3 bin 165 yargıç ve savcının yeniden inceleme talebini reddetti. Siz 15 Temmuz’dan önce yargıda bu kadar çok cemaatçi olduğunu düşünüyor muydunuz?

2 bin 500 civarında olduğunu tahmin ediyordum…

– Bu kadar çok cemaatçi yargıya nasıl yerleşti?

Açığa alınanların, tutuklananların sicil numaralarına baktığınız zaman 1980’den sonra başladığını ve giderek arttığını görüyorsunuz. 82’ye kadar 3, 5, 10 iken 90’larda ve 2000’li yıllarda çok daha fazla sayıda artmış. Netice itibariyle cemaat yargıya yerleşmiş. AKP ile birlikte daha da arttığını görüyoruz ama temelinin 80’den sonra atıldığını söyleyebiliriz.
– Cemaatin yargı içindeki pratiği nasıldı?
AKP’nin ilk dönemi için yapılan çok temel bir değerlendirme hatası olmuştu. Avrupalıların görüşleri de bu hatayı beslemişti. Yetmez ama evetçi arkadaşların da görüşü de buydu. AKP iktidara geldikten sonra demokratikleşme süreci başladı denildi. Biz bunu demedik. Bizim gördüğümüz bambaşka bir şeydi ve ilk yansımasını Ergenekon, yani Silivri davalarında gördük bunun. AKP’nin de nihayetinde Cumhuriyet’le bir hesabı vardı, cemaatin de vardı. Hedefleri aynıydı. Bu yüzden ortaklaştılar. Karşı devrim sürecini beraber yürüttüler. Amaç farklılıkları olmadığı gibi yöntem farklılığı da yoktu. Sadece, cemaatçiler hükümetçilerden daha donanımlıydı, bu nedenle sürekli onlar yönetti. AKP lojistik destek sağladı bunlara. Sahte delil üretmelerine olanak verdi. Cemaatin istediği yasaları, kararnameleri çıkarttı. Fizik olanaklarını verdi. Bu şekilde beraber yürüdüler. Ne zamanki taşeron, yani cemaat, ‘bütün işleri ben yapıyorum, ben riske atıyorum kendimi, daha çok pay istiyorum’ deyince ortaklık bozuldu. Patron, yani hükümet bunu kabul etmedi…
– HSYK’nın bu kadar çok sayıda yargıç ve savcıyı ihraç etmesi ve bunu tek bir işlemle yapması doğru mu? Siz olsanız, örneğin tespit ettiğiniz 2 bin 500 yargıç-savcıyı ne yapardınız?
Yargının içinde cemaat veyahut demokrasiden başka hedefleri olan bir yapının mensubunun bulunması doğru değil. Devletin rejimi ile demokrasi ile bir derdiniz varsa, ‘demokrasi bir ideolojidir ve kendisini koruyacak tedbirleri alır diyor’ Server Tanilli… Bu kabul edilmez. Artı, Gülenci yargı mensuplarının cumhuriyete, demokrasiye ve yargı bağımsızlığına, tarafsızlığına verdiği hasar onarılmaz şekilde ağırdır. Bu nedenle mutlaka cezalandırılmalı gerekir. Biz bunu defalarca söyledik. 2010 Anayasa değişikliği hamlesi zaten bu anlamda atılmış en önemli adımdı. Zulmün en çok arttığı dönemdi. KCK dosyaları, basın davaları, yargı yoluyla yürütüldü. Baskı altına alındı insanlar.
– Tasfiye için 15 Temmuz’un beklenmesi biraz şaşırtıcı değil mi?
İlk MİT krizinden sonra, yani MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın gözaltına alınma girişiminden sonra, biz HSYK ile bir görüşme yaptık. ‘Bu davalarda, Silivri, KCK, basın vb davalarda görev yapan, sahte delil üreten yargıç ve savcıları soruşturun, açığa alın’ dedik. Fakat o zaman soruşturma yapmadılar. Arkasından 17-25 Aralık geldi. 17-25 Aralık’tan sonra da sanki cemaat tasfiyesi yapılıyormuş gibi 40 yargıç ve savcı açığa alındı. Fakat onda da 17-25 Aralık’a bulaşmış olanlar soruşturuldu. Bunun dışında 17-25 Aralık’a bulaşmamış olan, fakat Silivri ve diğer davalarda görev yapan yargıç ve savcıların hiçbiri soruşturulmadı. Hatta anımsayalım; Cumhurbaşkanı, o zamanın Başbakanı, 17-25 Aralık’ın çözülmesi için Yargıtay Başkanı (Rüştü Cirit) ile Ombudsmanı (Nihat Ömeroğlu), Zekeriya Öz’e aracı gönderdi. Hala ‘yine de beraber çalışabiliriz’ düşüncesi vardı. Neticede, evet, cemaat mensuplarının amaçları, inanç bağlamında örgütlenme değil de demokrasi ile ilgili olumsuz bir amaçları olduğu için mutlaka tasfiye edilmeleri gerekiyordu. Ama bunun hukukun içinde yapılması gerekiyordu.
– Şimdi hukuk kuralları içinde mi yapılıyor?
Cemaat mensupları davalarda hukuksuzluklarını bedelini ödeyecekler dediysek, onların yaptıklarının hesabın sorulacak diyorsak, şimdi de aynı şeyi söylüyoruz. Şimdiki fark şu: Cemaat mensubu yargıç ve savcıların ‘uydurma’ kaygıları vardı. Yani bazı ilişkileri bağlamından kopararak örgüt ilişkisi gibi sunuyorlardı ya da sahte delil üretiyorlardı. Hükümet yargısının ise böyle bir kaygısı yok. Toplumdaki cemaat karşıtlığını kullanarak hukuku yerle bir ediyorlar. Cemaat mensuplarının yanında bütün muhalifleri tasfiyeye yöneldiler. Çünkü, hele ki son ayda gördüğümüz gazeteciler, akademisyenler, Kürt siyasilerin tutuklanmaları bunun işareti. Bu insanların, barış imzacılarının cemaatle hiçbir ilişkisinin olmadığını herkes biliyor. Yargının içinde de Gülen cemaati ile hiçbir ilgisi olmayan insanlar tasfiye edildi. Hiçbir şekilde bunlar delillendirilmedi. Bylock var diyorsunuz ama iktidara yakın kişilerde Bylock çıktığında bir şey yapmıyorsunuz.
– Yaklaşık 300 yargıç savcının etkin pişmanlıktan faydalanarak bazı bilgiler verdikleri ve bu yüzden de tahliye edildiklerini okuyoruz. Etkin pişmanlıktan yararlananların sırf tahliye olabilmek için masum insanların isimlerini verme olasılıkları yok mu? Cemaat mensubu bir kişi örgütünü korumak için gerçek cemaatçiler yerine başkalarının isimlerini de verebilir mi?
Önceki hafta 292 yargıç ve savcı hakkında soruşturma açıldı ve bu itiraflarla ilgisi olduğu söylendi. Pişmanlık ya da itirafçılık eskiden beri konuşulan bir şeydir. Bir suç örgütünün ortaya çıkarılması, ana işleyişinin tespit edilmesi ve sorumluların belirlenmesini sağlamaya yöneliktir. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla ifadelerden, itiraflardan biz cemaat yapılanmasına ilişkin yeni bir şey öğrenmedik. Çok basit ifadeler var ama ana yapının işleyişine ilişkin herhangi bir ifade çıkmıyor. Örneğin, 2010 HSYK’sının Başkanvekili Ahmet Hamsici çok önemli bir isimdir, suyun başında duran kişidir. Onun beyanında da ‘gidildi, pazarlık edildi, konuşuldu ve neticede hükümetle anlaşma yapıldı’ diyor. Biz bunu zaten biliyorduk, yeni bir bilgi ortaya konulmuş değil. Hatta bu ifadeler nedeniyle cemaatle anlaşan hükümet görevlileri kimlerdi diye bir araştırma da yok. Soruşturmanın bir ayağı sürekli eksik. Yargıyla ilişkili siyaset ortakları da ortaya çıkmıyor. İtiraflardan bizim anladığımız, çok az sayıdaki cemaatçiyle, çok sayıda sempatizanların ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun da doğrusunu isterseniz adil olmadığını düşünüyoruz. Adaletin merhametli olması gerekiyor. Yani cemaat örgütlenmesi ile ilişkili olmamış, son 5-6 yıldır, 10 yıldır, yargıçlık sınavına girip hükümetten, cemaatten torpil bulmuş ama cemaat içinde faaliyet göstermemiş insanların cezalandırılması doğru değil.
– Böyle çok sayıda insan var mı?
Çok olduğunu sanıyorum. O dönemde kimse başarıya, liyakate, bilgiye bakmıyordu, benden yardım
isteyenlere bizim bir etkimizin olamayacağını, hatta ters etki yapacağını, hükümet ya da cemaatin bu işleri yaptığını söyledim. Onlardan bazıları da girdi bu işlere. Mesela, birinin AKP milletvekili komşusu imiş. Komşuluk hatırına gitti söyledi… Cemaati savunmuyorum ama çaresizlikten cemaatten yardım alan insanların cezalandırılmaması gerekiyor. Kopyacı yargıç savcıların bir kısmı mesleğe geri alındı. Bir kısmı stajyer yapıldı. Büyük çoğunluğu hala görevde. AKP teşkilatlarında görev yapan hukukçular tasfiye edilmediler. Hatta bu soru dağıtılmasının AKP il binalarında yapıldığı iddiaları da var. Hükümet soruşturmalarda, etkin pişmanlıkla verilen ifadelerde yeni bir bilgi ortaya çıkmaması için uğraşıyor, çünkü kendini kurtarmaya çalışıyor. Gördüğümüz şu: Cemaatin önde giden insanların bir kısmı kaçıp kurtuldu. Bir kısım itirafçı olup kurtuldu. Hükümet bunların konuşmasını istemiyor. Çünkü ortaklıkları ortaya çıkacak. Ama bu şekilde cemaatin tasfiyesi olacak ve rejim değişikliğinin de meşrulaşmasını sağlayacak…
– Üst yönetimin itirafçı olması konusunda hükümetin devreye girdiğini mi düşünüyorsunuz?
Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Yine 2010 HSYK’sını oluşturan kilit isimlerden biri olan İbrahim Okur’la bir aydır konuşulduğu söyleniyor. Dedikodu olarak da geçen hafta ifade verdiği söyleniyor. Ama bir taraftan da Okur’un meslekten ihracı kesinleşti. Yeniden inceleme talebinin reddine karar verildi. Okur zaten kendisi söylemişti 2010 HSYK’sının oluşturulma sürecini. İşte oy potansiyeli olanlar önerildi diye… Keza, Hamsici’nin 2010’dan beri yaptıkları belli. Bunlar konuşulduğu zaman, cemaatle hükümet ortak yaptı her şeyi. Cemaat TCK’da, CMK’da da değişiklikler istedi ve bunlar yapıldı. Hepsi cemaatin talebi üzerine hükümet tarafından yapıldı. Biz kişisel olarak Başbakanı, Adalet Bakanını, HSYK Başkanvekilini saflıkla nitelendirebiliriz ama bir yasama organı saftı diyebilir miyiz? Bunu düşünmek lazım. Bunlar ortaya dökülürse hükümetin yargı bürokrasisi çok ağır zarar görecek. Başka bir bilgi…MİT’in HSYK ya 500 civarında yargıç ve savcıyı içeren Bylock listesi getirdiği, bunların 100’den fazla HSYK bürokratı olduğunun görülmesi üzerine HSYK’nın ‘bunları ayıklayın getirin’ dediği gibi dedikodular var. Bunları HSYK ve Adalet Bakanlığı bir şekilde açıklamalı…
– İtirafçıların meslekte kalma şansları var mı peki?
HSYK’nın ihraç ettiği itirafçı yargıç ve savcıların yeniden inceleme talepleri ile ilgili bir karar verilmemiş. Oysa itirafçı olmayanların tamamının talepleri reddedildi. Ama bakarsanız itirafçılar, itirafçı olmayanlarla geçmişte aynı işi yaptılar. Ne farkları var ki HSYK böyle bir ayrıma gitti? İtirafçılık ceza hukukunda sonuç doğurur, ceza almaz ya da az alır… Ama disiplin açısından aynı sonucu doğuran işlem yaptılar ama asıl işin başındakiler kamu görevi almaya devam edecekler.
– Cumhuriyet gazetesine ilişkin soruşturmayı yürüten savcının FETÖ davasında ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasını ve üstelik yurt dışına çıkış yasağı olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adil bir yargılama, muhatabına bağımsızlık ve tarafsızlık içinde yürütüldüğü izlenimini vermeye mecburdur. Bu yönüyle Cumhuriyet’e açılan soruşturma, en azından bu etik kuraldan yoksun. Hukuksuzluğun dolu dizgin gittiğine inanıldığı bir dönemde, kendisi FETÖ’den kovuşturulan bir savcının yine aynı konuyla ilişkilendirilen bir soruşturmayı yapması ahlaki açıdan doğru değil. Yargı bürokrasisinin, başsavcının gözetmesi gerekirdi bu durumu. Bütün bunlar bize bir şeyi anlatıyor: Hükümetin temel derdi muhaliflerin tasfiyesi. Cumhuriyet’le FETÖ’nün ilişkilendirilmesinin ne kadar saçma sapan olduğunu herkes biliyor. Deliller ortaya konulmuyor. Tutuklandıysa bu insanların aleyhlerine bazı delillerin olması gerekiyor. Başsavcılar birçok kez savcıların elinden soruşturma dosyasını almıştır. Yakın tarihte belleğimizde olan şeyler.
– Cumhuriyet soruşturmasında savcının görevden alınmaması ne anlama geliyor?
Alınmaması hükümetin muhaliflere tasfiye iradesini gösterir. Ceza tehdidi altındaki savcının, kendisinin suçlandığı bir örgütle ilgili bağımsız davranma olanağı yok. En basitinden kendisi hakkındaki şüphelerin artmaması için bile yürüttüğü soruşturmada sert tedbirleri isteyebilir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra şüphelileri tutuklamayan hakimler tutuklandı. Tutuklamayanlar kahraman sayılıyor, kahramanlığı hukukçulardan beklememek lazım.
– Siz bugünkü yargı ortamının hukuku adaleti sağlayacağına inanıyor musunuz?
Yargıya güven anketlerde dip yapmış durumda. Çünkü yargının kendi başına karar vermediğini düşünüyoruz. Siyasi iktidar temsilcisi ne derse ona göre davranılıyor, onun dedikleri hep çıkıyor. Bu kadar tesadüf ancak delil olur. Yargıç ve savcıların tek başına karar vermediklerine inanılıyorsa, şüpheliyi tutuklamayan sulh ceza hakimlerinin yeri değiştiriliyorsa, siyasi iktidarın istediği yönde talepte bulunmayan savcılara dosyadan el çektiriliyorsa adaletin sağlanması mümkün değildir. Düşünün ki bir soruşturmada, İstanbul Başsavcısı’nın önemli bir bürokratı soruşturmadan ayır demesine rağmen o bürokratı soruşturmaya devam eden savcıya hemen el çektiriliyor. Hrant Dink davasında oldu bu… Artı, bu soruşturmalar çok hassasiyetle davranılması gereken soruşturmalar. Ankara’da bu soruşturmanın verildiği bazı savcıların kıdemi 3 yıl, 4 yıl… Bu genç savcı arkadaşların davranışlarına da yansıyor. Bu savcılarla sulh ceza hakimlerinin davranışları bir kahraman edasında… Siyasi iktidar ve HSYK sürekli olarak bu savcı ve yargıçlara kahramanlık yaptıklarını, cemaat tasfiyesinde aldıkları rol nedeniyle devletin kurtarılması konusunda büyük emekler verdiklerine inandırıyorlar.
– HSYK üyelerinin yargıç ve savcıların oyuyla seçilmesine devam edilmeli mi?
Evet… Demokrasi bedel ödeme rejimidir. Bu bedeli 2 seçimde ödedik. Belki bir seçim daha ödeyeceğiz. Belki biraz daha ödeyeceğiz ama sonunda sağlıklı bir yapıya kavuşacağız.

Yargıç ve savcılar olarak çoğulculuğu demokrasiyi öğreneceğiz. Eğer bu yapıdan vazgeçilip de konuşulduğu gibi mecliste nitelikli çoğunluk veya RTÜK modeli gibi yapıyı seçerlerse bu çok yanlış olur. Şimdi hükümetçi, Yargıda Birlikçi, ülkücü, Hakyolcu filan gibi ayrımlar varken yargıda o zaman AKP’li, MHP’li, CHP’li, HDP’li yargıç ve savcılardan söz edeceğiz. Aday olan yargıç ve savcılar siyasi parti genel merkezlerinin kapılarında bekleyecek. Biz yargının siyasetten uzak durmasından yana değiliz. Siyaset ve demokrasi yaşayan bir organizma. Yargı bağımsızlığı da böyle. Ama böyle bir değişiklik olursa, genel, evrensel siyaset ve hukuktan parti siyasetine kayacak HSYK.

– Yargıda FETÖ’cülerden boşalan kadrolara başka cemaatlerden insanların geldiği söyleniyor.
Bizzat benim bildiğim yargıç atama hikayesi var. İnsanlar atanmak için referans almak istiyorlar. Yargıç savcı adaylığı mülakatında şu ana kadar 4 kere yazılıda ilk 100’e girmiş insanların elendiğini gördük. Bunları Adalet Bakanlığı ve Yargıda Birlik üzerinden konuşmak gerekiyor. Yargıda Birlik yönetiminde olan müsteşar yardımcısının yazılı sınavı kazanmış yargıç adayına ‘her şey tamam, ama siyasi referansın eksik dediği’ biliniyor. Bu ciddi bir konuşma. Hakyol, Süleymancılar ve Menzilciler tarikatlarından çok sayıda aday alındığı söyleniyor. Yeni alınan 4 bin civarındaki yargıç ve savcıya baktığımızda da ne yazık ki bu dedikodulara inanmak zorunda kalıyoruz. Tabii içlerinde tarikatlara mensup olmayanlar vardır ama en azından adayların içinde mütedeyyinlerin ve özellikle Süleymancılar ve Menzilcilerin tercih edildiğine dair ciddi bilgiler var.
Kaynak:Cumhuriyet