Bir kaç günlük Salihli ziyaretimizde kapitalizmin vicdanı olmadığını, şehir, coğrafya fark etmeksizin kar edebileceği her şeye nasıl da saldırdığına ve saldırmaya da devam edeceğine ve vicdan sahibi olan insanların buna göz yumarak değil bu yağma ve talan düzenine karşı dimdik durarak Sanko ve nicelerinin Yürüyen Şatolarıyla mücadele edilebileceğine bir defa daha ikna oldum
Bir kaç günlük Salihli ziyaretimizde kapitalizmin vicdanı olmadığını, şehir, coğrafya fark etmeksizin kar edebileceği her şeye nasıl da saldırdığına ve saldırmaya da devam edeceğine ve vicdan sahibi olan insanların buna göz yumarak değil bu yağma ve talan düzenine karşı dimdik durarak Sanko ve nicelerinin Yürüyen Şato’larıyla mücadele edilebileceğine bir defa daha ikna oldum
Vicdanlı insanların birçoğunun, gözünü kulağını Kaz Dağları’na çevirdiği bir anda, yurdun başka bir noktasında yaşamın ve yeşilin çığlığı yükseldi. Yine bir grup vicdanlı insan, Salihli’den yükselen toprağın sesini duymuş, toprağın sesine ses olmaya karar vermiş ve sermayenin Salihli’nin başına sardığı JES (Jeotermal Elektrik Santrali) belasına karşı amansız bir mücadeleye girişmişler. Aslına bakılırsa çok önceden yürüyen bir mücadeleymiş de sermayenin iştahı hiç olmadığı kadar açılınca, bizim oradan(yani Ankara’dan) anca duyulmuş. Salihli’de yaşayan ve oralı olan dostumuz, aynı zamanda Salihli Çevre Derneği başkanı Av. Seçil Ege’nin ortak program önerisi üzerine Salihli’de neler olup bittiğini anlamak için yollara düşüyoruz.
Salihli’ye yaklaştıkça, sanki şehre girenleri selamlarcasına zeytinlikler karşılıyor. Merkeze varana kadar kiraz ağaçları, üzüm bağları ve çeşit çeşit meyve ağaçları devam ediyor. Sonunda Salihli’ye varıyoruz.
Salihli mobilyacılar çarşısında kısa bir kahvaltı yaptıktan sonra yeniden yola koyuluyoruz ve Salihli’ye kurulmak istenen JES’ler için; “ÇED gerekli değildir” diyen Valiliğin kararına karşı Manisa Valiliği’ne ve Salihli’de yapılan JES talanın baş rolünde olan SANKO, ZORLU, AYTEMİZ gibi ulusal sermayenin sembolik temsilcilerine karşı açılan davaları takip edip Salihli için mücadele eden insanlara destek olmak amacıyla kendimizi Manisa İdare Mahkemesi’nin önünde atıyoruz. Burada kısa bir basın açıklaması yapılıyor ve duruşma salonunun önüne geçiyoruz.
Davacı; çevreciler ve köyünü savunan köylülerken davalı da valilik ve sermaye olunca ister istemez duruşma salonunun önünde polis yoğunluğu hiç de ilginç görünmüyor gözümüze. Duruşmada çevrecilerin avukatı Av. Seçil Ege’nin beyanlarını dinledikçe JES talanı ile ilgili çok az şey bildiğimi fark ediyorum. Meğerse Jeotermal Enerji Santrali’nin yarattığı tahribat tahmin ettiğimden de öteymiş. Salihli şehri her ne kadar termal su vasıtasıyla ısınsa da burada kullanılan su ile JESlerin kullandığı suyun birbirinden bambaşka olduğunu, JES’lerin doğada telafisi mümkün olmayan bir yıkıma yol açtığını öğreniyorum. JES tribünlerini işletip elektrik üretebilmek için 2000-3000 metrelik sondaj yapılıp bu derinlikte bulunan ve içinde eriyik halde bulunan birçok ağır metali içinde bulunduran su; önce çıkartılıp tribünlerden geçirildikten sonra, yeniden çıkan suyun basınç farkından ötürü kuyuya geri basılabilmesi için soğutulması gerekmekteymiş. Çıkarılan suyun tamamının soğutulup yeniden basılması ise hiç de karlı bir şey olmadığı için jeotermal enerji santrallerinin bu suları doğaya saldığı ve doğaya salınan suyun temas ettiği her bir parça toprağı tomurcuk vermekten en az 100 sene alıkoyduğunu ve mevcut canlı varlığının tamamını yok ettiğini, doğada topyekûn bir yıkıma yol açtığını dehşetle öğreniyorum.
Duruşma çıkısında konuştuğum bir çevreci Salihli’de şu an 300’ü aşkın JES çalışması bulunduğunu, hatta mevcut projelerinin Salihli’de yetişen ve dünyaca ünlü olan Sultani Üzüm bağlarını ve Salihli Kiraz bahçelerinin birçoğunu yok etmiş olduğunu belirterek yine Salihli gibi Gediz Havzasında bulunan Alaşehir’de neredeyse tarımın bittiğini, oranın doğal varlığı için yapılacak çok az şey kaldığını ancak Salihli’nin aynı kaderi paylaşmayacağını, bunun için mücadele ettiğini söylüyor.
Basın açıklaması ve duruşma tamamlanıyor ve daha önce nefis doğasını ve dünyaca ünlü kirazlarını HES talanına karşı korumayı başarmış olan Allahdiyen Köyü’nde bir mola verip dinlendikten sonra direnişlerine destek olmak için; JES’lere karşı verdikleri mücadeleyle adını duyuran ve kısa bir süre önce kamuoyuna yansıyan ve jandarmanın köylüleri, çevrecileri darp ettiği Hacıbektaşlı Köyü’ne gidiyoruz.
Gördüğümüz manzara gerçekten korkunçtu. Köy evlerine 50 metre uzaklıkta yeşilin ortasına bir sondaj platformu kurulduğunu görüyoruz. Platformun çıkardığı gürültü, sondajın yerde yarattığı titreşim ve platformun görüntüsü o kadar dehşet vericiydi ki aklıma doğruca Hayao Miyazaki’nin Yürüyen Şato’su geliverdi. Ancak bu şato görüntüsü, eğretiliği ve tüm rahatsız ediciliğiyle ne yazık ki Miyazaki’nin değil SANKO’nun Şatosu olarak 1 günde köyde yükselmiş.
Bu arada belirtmeden de geçemeyeceğim. Salihli’ye gitmeden önce SANKO’yu internetten biraz araştırma imkânım olmuştu. SANKO ve SANKO’ya bağlı vakıf ve derneklerin sağlık ve çevre konusunda ne kadar duyarlı olduğunu gösteren birçok yazılı ve görsel haber görmüştüm. Ancak internette SANKO ile ilgili okuduğum şeyler ile Hacıbektaşlı’da gördüğüm manzara arasındaki fark beni hiç ama hiç şaşırtmadı. E ne de olsa sermayenin çalışma metodu buydu. Ha bu arada benim bu yazıyı yazdığım esnada haber geldi Hacıbektaşlı’dan: meğer SANKO Hacıbektaşlı Köyü’ndeki çocuklara kırtasiye malzemesi ve oyuncak dağıtmış.
Ankara’dan kendilerine destek olmak için 1-2 günlüğüne de olsa, yanlarına geldiğimizi söylediğimizde köylüler çok mutlu oldular. Neden bu kadar memnun ve mutlu olduklarını sorduğumda ise biri araya girerek sorduğum soruyu görmezden gelip sanki dertlerini Salihli Çevre Derneği ve bölgedeki çevre aktivistlerinden başka kimseye duyuramamanın verdiği birikmişlikle; “Gece evimizde uyuyamıyoruz. Sondaj aleti çok fazla gürültü çıkarıyor ve yarattığı titreşime dayanamıyoruz. Titreşimden ötürü evlerimizde çatlaklar oluştu, korkuyoruz” diyerek, cep telefonundan evlerinde oluşan çatlakları gösteriyor.
Salihli’de jandarmanın müdahale görüntüsü
Araya yaşlı bir köylü giriyor ve olayın gelişimini en başından anlatmaya başlıyor:
“Buraya JES kurulacağı bizim köyden kimseye sorulmadı. Biz de istemezdik zaten. Biz buraya JES kurulacağını köyümüzdeki hareketlilikten öğrendik. Elimizden geldiğince itiraz ettik, -sondaj için gerekli malzemeleri taşıyan tırları kastederek- kamyonları sokmamaya çalıştık. Avukat bey bizim köyün yolları yıllardır bozuk. Nereye başvurduysak olmadı başaramadık. Ancak JES alanına giden yollar bizim köyün bozuk yolları olduğu için belediye bir gecede ağaçları kesip, gündüzüne de asfalt döküp JES alanına başka bir yol yaptı” diyor ve JES protestosu sırasında kendisinin ve eşinin darp edildiğini söylüyor.
Söz JES protestosuna gelince köyün gençlerinden biri, amcanın sözünü bitirmesini beklemeden lafa giriyor ve diyor ki; “Ben daha önceden başkaca adli vakıalara karıştım, birçok adli vakıaya tanık oldum. Ancak hiçbir olayda polisin, jandarmanın bu denli nefretle ve öfkeyle saldırdığını görmediğim” diyor ve gülerek şimdiye kadar jandarmanın kendisini darp etmediğini ancak evine, bahçesine sahip çıkmaya çalışırken yani en haklı olduğu anda jandarmanın kendisini darp ettiğini söylüyor. Başka bir genç ise gövdesine isabet etmiş plastik mermi izini gösteriyor.
Sohbet böylece ilerliyor ve Hacıbektaşlı’da hava en nihayetinde kararıyor. Ancak SANKO’nun Yürüyen Şato’su o kadar parlak ve aydınlık ki gece olduğu Hacıbektaşlı’da biraz daha geç hissediliyor. E tabi Yürüyen Şato’dan gelen göz alıcı ve alabildiğine rahatsız edici ışığı menfaatine kullanan henüz talandan nasibini almamış bir incir ağacından incir toplayan köy çocukları gözüme takılıyor ve uzun uzun izliyorum. Çocuklar haklı olarak canımın çektiğini düşünmüşler ki topladıkları incirleri masaya getiriyorlar. Az önce sohbet ettiğim köyün genci çocukların incir topladığı ağacı göstererek ‘’Yemiş ağacını görüyor musunuz avukat bey?’’ diye soruyor ve yine başlıyor anlatmaya. Müdahalenin olduğu günü kastederek: “O gün çok fazla Jandarma geldi. Belki 200-300 kadar vardı. 6-7 tane jandarmanın ise bu yemiş ağacına dadandı ve ağacın kırılan dallarına, dökülen yapraklarına aldırış etmeden ağacı dahi hunharca talan etti ve yemişleri alıp yediler” diyor ve akabinde kendisinin: “bu ağaç bu yemişi nasıl veriyor, başka kimler buradan yemiş yiyor, seneye bu ağaç burada yine olacak mı, bunları hiç düşündünüz mü?’’ diye bağırdığını ancak jandarmaların sadece kendisine gülerek karşılık verdiğini söylüyor ve ağzından Allah bunları ıslah etsin diye sözlerini tamamlıyor. Sohbetin ardından gittiğimiz meslektaşlarımızla dört bir koldan, ertesi gün adliye önünde yapılacak toplu suç duyurusu için direniş alanına gelen ve jandarmanın kendilerine uyguladığı şiddetten, evlerinde oluşan çatlaklardan şikayetçi olan yurttaşların şikayetlerini alıyotuz.
Saat iyiden iyiye geç oluyor, bizlerle meyvesini, yaptıkları yemekleri paylaşan ve dertlerini paylaşan Hacıbektaşlılar her ne kadar oturmamız için ısrar etse de ve şikayetlerini kayda aldığımız kişilerin suç duyurusu dilekçelerini hazırlığını tamamlamak için çalışmamız gerektiğinden ve sabah suç toplu suç duyurusunun hemen ardından Ankara’ya dönmemiz gerektiğinden Hacıbektaşlı’dan ayrılıyoruz.
Sabah ise gelen köyü ve çevrecilere suç duyurusu dilekçelerini teslim edip, bir günlük Salihli ve JES maceramızı da yanımıza alarak Salihli’den ayrılıyoruz.
Dönüş yolunda ise bir günlük Salihli macerası üzerine epey düşünüyorum.
Şimdiye kadar yalnızca Ankara’da yaşamış biri olarak, sermayenin büyükşehirde kurduğu talan ve yağma düzenine doğrudan tanıklık etmiş biri olarak, vardığım sonuç ise şu oluyor:
En basit ifadeyle kapitalizmin vicdanı olmadığını, şehir, coğrafya fark etmeksizin kar edebileceği her şeye nasıl da saldırdığına ve saldırmaya da devam edeceğine bir defa daha ikna oldum. Bunu yaparken de gerekirse tüm devlet aygıtlarını ve kolluğu kullanmaktan geri durmayarak zorbalıkla; gerekirse de zaten parasız eğitim hakkına sahip olan çocuklara verdikleri burslarla, gerekse kendi isimlerini vererek gövde gösterisi yaptıkları fidanlıklar oluşturarak gerekse de köy çocuklarına kırtasiye malzemesi dağıtıp insancıl kapitalizm illüzyonuyla insanları aldatarak talanı ve sömürüyü sürdürdüğünü bir defa daha görmüş oldum.
Buna karşı ise vicdan sahibi olan insanların buna göz yumarak değil bu yağma ve talan düzenine karşı dimdik durarak SANKO ve nicelerinin Yürüyen Şato’larıyla mücadele edilebileceğine bir defa daha ikna oldum.
Av. Deniz Altaylı