Burada önemli olan bizlerin nasıl bir ütopya ortaya koyacağı ve genelde yurttaşları özelde ise avukat meslektaşlarımızı nasıl kendi gelecekleri hakkında daha aktif söz sahibi olabileceği, nasıl aktif siyaset yapabileceği yönündeki tartışmanın önünü açmaktır.
Malum ülkemiz çok ciddi bir ekonomik krizin yıkıcı sonuçlarını tüm etkileriyle görmeye devam ediyor. Bu yazının kaleme alındığı günlerde açlık sınırı 19.271 TL, yoksulluk sınırı ise 62.772 TL olarak belirlenmiş durumda. Buna ilave bir veri daha paylaşmış olayım; bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti de 24,962 TL olarak kayda geçmiş. Yurttaşların aç kalmaması için gereken paralar yukarıda ifade edildiği gibi olmasına karşın asgari ücret halen daha 17.002,12 TL; emekli aylığı ise 12.500 TL. O da yakın zamanda yapılan son zamlarla.
Öncelikle şunun adını bir koyalım; kötü yönetilen bir ekonomi var dersek ekonomiyi gerçekten kötü yönetme potansiyeline sahip aktörlere saygısızlık etmiş oluruz. Bile isteye bu hale getirilen, sonuçları çok önceden öngörülmesine rağmen uygulanan, AKP’yi ve işbirlikçilerini ayakta tutmak, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık iktidarını korumak için üretilmiş özel bir ekonomik modelin zorunlu sonuçlarını tecrübe ediyoruz. Yoksa ekonomi yönetimi kötüydü, bilgisizdi gibi retoriklerle çağımızın en büyük sorunlarından bir tanesine çözüm üretmemiz mümkün görünmüyor. Bu denklem içerisinde bizler en temel yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılamak için mücadele eden, gündelik yaşamaya mecbur bırakılan, geleceksizleştirilen, ülkeyi terk etme hayalinden başka hiçbir hayalde ortaklaşamayan, işine yabancılaşan kitleler olarak tarih sahnesine çıkıyoruz. Ez cümle sadece hayatta kalabilmek için mücadele eden proleter yurttaşlar çağına hepiniz hoş geldiniz diyerek kısa bir giriş yapmış olayım.
Başlık ile giriş birbirinden farklı gibi duruyor ancak kanımca bağlantılı olduğu birçok nokta var. Yukarıda anlattığım çizgi, yurttaşları yani bizleri tek bir amaç etrafında toplamış durumda: hayatta kalma ve elindekileri muhafaza etme mücadelesi. Bu, geniş kitlelerin ortak kaderi haline gelmiş bir gerçek. Bununla birlikte 23 yıldır bunca mezalime rağmen değişmeyen siyasi iktidar insanların değişim umutlarını yok ediyor, onları bir kanıksama ile yaşamaya mecbur bırakıyor. Demokratik siyasetin katılımcı yollarını kullanarak geleceği hakkında söz söylemek isteyen yurttaşlar asi ilan edilerek ya polis şiddetine maruz bırakılıyor yada tutuklanarak susturuluyor. Faşizm yabani bir ot misali tüm bahçemizi sarıyor. Bu gerçeğin içinde de kitleler siyasetten yani kendi kaderleri üzerinde söz söyleme hakkından mahrum bir şekilde yaşamaya mahkum ediliyor.
Şimdi biraz meselenin mesleki geleceğimiz ile ilgili kısmına odaklanalım. Malum biz avukatlar da toplumun her kesimi gibi bu krizin faturasını ağır bir şekilde ödüyoruz. Birçoğumuz asgari ücretli işçi avukat. Asgari ücretli olmayanlar da tıpkı asgari ücretli meslektaşları gibi tekelleşen piyasada patron avukatların çıkarlarını koruyan birer emekçi. Kendi nam ve hesabına çalışan avukatların birçoğu ise güvencesiz. Devletin günü kurtarmak için ürettiği sıkılaşma politikalarının altında ezilen, neredeyse sadece vergi yükümlülüğünü yerine getirmek için çalışan, bir sonraki ay ofis kirasını ödeyip ödeyemeyeceği muammasının psikolojik yükü altında ezilen hukuk emekçileri..
Hal böyle olunca insanların gündelik sorunlarına çözüm üretemediği bir siyasi alandan bahsetmemiz gerekiyor. Tüm bu kriz ve yıkım süreçlerinin siyasi zorbalıklarla birleşerek meydana getirdiği tek başlı düzen, yurttaşların hiçbir değişim umudu barındırmayan siyasetten uzaklaşmasına neden oluyor. Bunun kendi açımızdan önemli örneklerinden bir tanesini de meslek örgütünün yönetiminde söz sahibi olma motivasyonu neredeyse tamamen yok olmuş avukatların baro seçimleri ile olan ilgi ve alakasında görebiliyoruz.
Şimdilik bu tespitlerle yetiniyorum zira bu konuyu üç bölümlük yazı dizimizde kapsamlı bir şekilde ele alacağız. Ancak şu hususu da belirtmeden geçmeyelim; yurttaşların siyaset yaparak kendi gelecekleri hakkında söz sahibi olmaları süreci kendi içerisinde hareketli, devinimli bir süreçtir. Asla durağan olmayan bu sürecin tek başına sandık siyasetine indirgenemeyecek kadar da geniş çaplı ele alınması gerekir. Seçimlerde istediğimiz siyasi figüre oy verme hakkının var olması demokratik siyasetin hakkının verildiği anlamına gelmemektedir. Bu genel seçimler için de lokal nitelikteki bir meslek örgütünün seçimleri için de böyledir. Burada önemli olan bizlerin nasıl bir ütopya ortaya koyacağı ve genelde yurttaşları özelde ise avukat meslektaşlarımızı nasıl kendi gelecekleri hakkında daha aktif söz sahibi olabileceği, nasıl aktif siyaset yapabileceği yönündeki tartışmanın önünü açmaktır. Özellikle de baro seçimleri yaklaşmışken..
Av. Mert Ekinci