Raflardan kaldırılan ve yasaklanan bir şişe şarap, bir kadeh içki için değil; uğruna ölünesi haklarımız için gerici, faşist, sermaye tahakkümü ittifakından oluşan bu zorbalığa karşı özgürlük mücadelesi vermek günün insanlık görevidir
Kurucu siyaset iddiasını her fırsatta yüksek sesle kürsülerden duyuran iktidarın fiili ve zorlayıcı hukuk mesaisinde yeni meselemiz tam kapanma tedbirleri arasına sıkıştırılmış içki satış yasağı oldu.
Nisan ayı itibariyle vaka ve ölüm sayılarında dünyada ilk sıraya oturma becerisi gösteren Türkiye salgın idaresi, 1 Mayıs’tan bir gün önce başlattığı 17 günlük kapanma/kapatılma süresince tekel büfelerini kapattı ve açık kalacak marketlerde dahi içki satışını yasakladı. Bu garabet yetmemiş olacak ki yasağı genişleterek kırtasiye, kozmetik, iç çamaşırı, hırdavat, bahçe ürünlerinin satıldığı rafları bantladı.
30 Nisan günü öğle saatlerinde Tekel Bayileri Platformu sözcüsü ile TESK Başkanı’nın içki yasağı yoktur, satış yapabilirsiniz mesajından iki saat sonra Süleyman Soylu devreye girdi ve İl Umumi Hıfzıssıhha Kurullarını toplamak üzere Valilere talimat verdi. Apar topar toplanan bu kurulların “market tedbirleri” genelgesini okuyarak kararlarına içki yasağını eklemeleri kanunsuz emir niteliğindedir. Kanunla yapılması gereken temel bir hakkın sınırlanması genelge ve kurul kararıyla yapılmış; gayri kanuni ve gayrimeşru şekilde bir içki yasağı türetilmiştir.
Son 14 aydır 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ndan devşirdiği maddeleri Cumhurbaşkanı kararları ve Bakanlık genelgelerine iliştiren Türkiye salgın idaresi; bir avuç patrona ve gerici otoriter siyasete hizmet etmektedir. Salgını yönetmeyi değil; salgın şartlarında muhalefeti yönetmeyi tercih eden iktidar; sermaye sınıfının menfaatlerine payanda olmuştur. Erdoğan’ın deyimiyle üretim ve tedarik zincirinin aksatılmaması hedefi; milyonlarca işçinin sağlığı ve ekmeği için risk ancak sermaye kar oranlarının sigortası olmuştur.
Kurucu Siyasetin İddiasının Yeni Hukuku
15 Temmuz hadisesini Allah’ın bir lütfu olarak fırsata dönüştüren Erdoğan 16 Nisan 2017 oy’lamasında atı alıp karşıya, Üsküdar’a geçtikten sonra hayalini kurduğu Başkanlık koltuğuna oturmuştu. Anayasa Profesörü Kemal Gözler’in haklı saptamasıyla Neverland[1] dışında başka hiçbir yerde duyulmamış, görülmemiş bir hükümet sistemi Türkiye’de uygulanmaktadır. Yeni hükümet sistemini sandıktan geçirten iktidar OHAL rüzgârını arkasına alarak yasama ve yargı’yı hızla tahkim etmeye başlamıştır. Aynı operasyonun devamında devletin güneş görmeyen karanlık odalarında sırasını bekleyen eski/yeni iktidar paydaşlarını ittifak siyasetine dâhil etmiştir.
10 Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan önderliğindeki iktidar bloku, adım adım fiili ve zorlayıcı siyaset pratiğiyle yeni bir hukuk ihdasına soyundu. Başkanlık koltuğu yürüyüş kolunda ilerlerken sistem henüz yürürlük kazanmadığı halde mevcut anayasa iktidarca kadük hale getirilmiştir.
2016 darbe girişimi sonrası Gazi Meclis aforizmasıyla kurucu meclis söylemini, üstüne bir de başkanlık apoletiyle kurucu siyaset iddiasını her fırsatta yüksek sesle dünyaya ilan eden iktidar; artık yönetemediği bu iktidar oyununu temel hakları koruyan mevzuatın arkasından dolanarak ve kazanılmış hakları hinlikle aşındırarak sürdürmektedir.
Yeni Türkiye iddiasının iktidar koalisyonu, her seferinde ayağına dolaştığını söylediği mevzuatı ilga etmek için torba kanun tekliflerini uzun yıllar meclisten blok olarak geçirdi. 15 Temmuz öncesinden başlayarak çok sayıda KHK ile faaliyetlerini hızlandırdı. Darbe sonrası OHAL KHK’ları ile kendi sivil darbesini gerçekleştirdi. Sistemin değişmesinden sonra Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri iktidarın imdadına yetişti. Salgın süresince Bakanlık genelgeleri ve en çok İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu kararları ile siyaset alanını genişletmeye çalışan iktidar, hep zaman kazandı.
Ancak darbe dönemlerinde görülebilecek bir hoyratlık ve acullukla masasının üzerinde duran tertipleri yaşama geçiren iktidar bloku; yularından kendisini azade ederek anayasayla, kanunla, uluslararası yükümlülükler ile bağını kopartmıştır. İktidar tahlili yapılırken bırakalım hukuk devleti prensibini yahut idarenin yargısal denetimini; yasayla veya genelgeyle hareket etme zahmetine katlanmadan basın açıklaması ve sözlü talimatların etkisinde de facto hukuk operasyonları tercih edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Halk Ekmek büfesini kaldırmak için yahut tekel büfesini kapatmak için iktidar; yazılı bir hukuka değil yazısız bir siyasete ihtiyaç duyuyor; uzun yıllardır öyle hareket ediyor.
Pandemi süresince turistin göreceği kadar aşıyı, 39,5 liralık kısa çalışma yevmiyesini, kolluk gücüyle sokakta boğazına basarak ağzını kapattığı yurttaşı, lebalep kepaze parti kongrelerini, dip dibe şeyh cenazelerini, tek kuruş destek vermeden evlerine zorla kapatılan esnafı, okulu kapatılmış ekrana hapsedilmiş milyonlarca öğrenciyi ve Kartal Anadolu İmam Hatip tosuncuklarının kamuda iş güvencesini yönetebileceği kadar hukuk iktidara yetmektedir. Geriye kalan iş hep fiili zorlamalar ile halledilmekte ve yetmeyen kısımlar için ise gecelik Cumhurbaşkanı Kararnameleri ve tek atımlık Bakanlık genelgeleriyle siyasetin yakıt tankı ikmal edilmektedir.
Saray Siyasetinde Yürütmenin İdari İşlemleri
Anayasa hükümleri uyarınca kanunla belirlenmiş bir konuyu düzenleme yetkisi olmayan bu yeni kararname türü zembereğinden boşanırcasına saray koridorlarından hızla çıkartılıyor ve aynı hızla tadil ediliyor. 6 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayımlanan kararnamenin başlığı çok şey anlatıyor, beraber okuyalım; “Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılmasına dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”[2]. 2018 yılında yürürlüğe girmiş birden fazla sayıda cumhurbaşkanlığı kararnamesinde yer alan toplam 27 madde yukarıda bahsi geçen kararname ile değiştirilmiş oldu. Kararname değişikliklerini içeren birçok yeni kararname sürekli olarak Resmi Gazete’de yer buluyor. Ancak dikiş tutmuyor, üzerine konuşulacak bir hukuk kalmıyor. İstikrarsızlık, vasatlık ve pervasızlık siyasetin ve hukukun yönünü belirliyor; bu marazi durum Türkiye reel siyasetinin bilindik hukuk teamüllerini tüketerek ilerliyor.
İktidarın pupa yelken içeride ve dışarıda yedi düvele, hem Trump’a hem Biden’e, meclis muhalefetine, toplumsal muhalefet güçlerine, Boğaziçili öğrencilere, Düzce’deki kâğıt toplayıcıya, içinde 128 sayısı geçen tanka, pankarta, araba plakasına karşı yürüttüğü beka savaşında durmaksızın Cumhurbaşkanı Kararları alınmakta ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılmaktadır. Yasama ve yargı erkine ihtiyaç duyulmadan Saray merkezli yürütme işlemleri ile Türkiye yönetilmeye çalışıyor lakin Türkiye yönetilemiyor.
Yasak da Var İsyan da
Çözülen, çürüyen, çuvallayan ve kurduğu tezgâha eskisi kadar müşteri toplayamayan iktidar karşısında işyerini açık tutmak için direnen ve rafa dizdiği içkiyi satarak ekmek mücadelesi veren tekelci esnafının çıkışı önemlidir, umut vericidir. Bu karşı çıkış, yasakçı faşist siyasete karşı toplumdaki adalet arayışıdır. Muhalefetin örtük şekilde ramazan ayı hassasiyetiyle içki yasakları karşısındaki atıl pozisyonunu esnaf yırtıp atmıştır. Bakan Soylu’nun içki yasağı ile salgınla mücadele tedbirleri arasında illiyet bağı kurmaya çalıştığı gayri ciddi açıklamalar; 128 milyar nerede sorusuna geçenlerde verilen her biri diğerinden farklı çelişkili cevaplarla aynı lezzeti vermektedir.
İfşa olan tek şey devlet kat’ında yaşanan hukuksuzluk değildir. Asıl önemlisi yoksulluk, adaletsizlik, işsizlik, baskı ve çürüme siyasetinin içeriden dışarıya taşması ve herkesçe görülüyor olmasıdır. Kosova’dan video gönderen Sedat Peker rögar kapağını açmıştır. Hukuku terk edeli uzun zaman olmuş bu koalisyonun perde arkası hikâyelerinde çözülmenin görülmesi lağım kokusunu her yere bulaştıracaktır. Dün Sedat Peker’in ve bugün Alaattin Çakıcı’nın baş tacı edildiği saray oyunlarında bir eşik aşılmıştır.
İktidar, 3 Kasım 2002’den bu yana kanunsuz emir’den beslenmektedir. Bu koşullarda iktidar güçlerince terennüm edilen ve hepimizin içinde olduğu söylenegelen batık geminin başka bir suda yüzdürülmesi artık imkân dâhilinde değildir.
Salgında yoksullara çorba dağıtan belediye aşevini kapatmak, tamtakır edilmiş hazineyi denkleştirmek için yurttaşa IBAN göndermek, daha dün mazbatası gasp edilen İmamoğlu’na elleri arkada türbe gezintisi yaptığı gerekçesiyle inceleme başlatmak beyhudedir. Bugüne değin adliye teşkilatını ve mevzuatın işe yarar kısmını koçbaşı yaparak siyaseten sürekli hücum oynayan muktedirler oyunu doldur boşalt’a çevirmişlerdir.
Normlar Karmaşası
Anayasaya aykırı kanunları; kanunlara ve anayasaya aykırı genelgeleri; genelgelerde ve mevzuatın hiçbir satırında yer almadığı halde yasaklara yer veren Hıfzıssıhha Kurulu kararları Türkiye’nin pandemi siyasetinin iflasını belgelemektedir.
Siyasi iktidarın hukuk dışı politikası; Normlar Hiyerarşisi adıyla hukuk tedrisatında öğretilen klasik piramidi devirmiş ve basamaklandırmayı ters yüz etmiştir. Bu kuramın teorisyeni Hans Kelsen mezarında ters dönmüştür. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ismiyle müsemma yeni siyaset ve yeni hukuk, pandemiyi yönetememiş, bu yetersizlik ve liyakatsizlik çuvallamıştır. Kanunsuz emir müessesesi; Yeni Türkiye kalkışmasının şiarı olmuştur. Kabine toplantıları sonrasında ilkin Cumhurbaşkanı açıklaması, ardından Süleyman Soylu’nun sözlü talimatı; bu talimatı emir telakki eden polisin tekel büfelerine yaptıkları baskınlar Yeni ve Büyük Türkiye hukukunun usulü olmuştur.
İktidarın İllegal, Fiili ve Cebri Hukuk Arşivi
OHAL döneminde on binlerce kamu emekçisinin KHK zulmüyle ihracında fiili zorlama ile bir hukuksuzluk dayatılmış; büyük gürültü içinde hukuk ve adalet talebi bastırılmıştır.
“AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyoruz, bizim için bağlayıcı değildir” sloganı atan devlet ricali; pervasız ve denetimsiz bir tasarrufla İkizdere Yaylası’nı Mehmet Cengiz’lere peşkeş çekebilecek hukuku yukarıdan aşağıya adım adım ve cebren örgütlemiştir.
Gecenin apansız karanlığında Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çıkmaya karar vermesi yeni ve fiili hukuk yönünden şaşırtıcı değildir. Tam da iktidar cephesinin gönlünden geçirdiği hukuksuz ve denetimsiz siyaset siciline uygun bir yük boşaltılmıştır.
1 Mayıs’a iki gün kala yasalara ve anayasaya aykırı Bakanlık genelgesiyle sokakta işkence yapacağını alenen duyurmuş devletin güvenlik cephesinin kayıt altına alınacak olası görüntüleri kişisel veri olarak saptayıp yasaklaması ise iktidarın sayısız hukuksuzluğuna bir başka örnektir. Bu genelgeyle iktidar, kendi raf ömrünü uzatabilmek için sokağı zapt etmeye çalışmaktadır.
Tüm bu illegal hukuk pratikleri çıkartılacak yasalar için mecliste harcanacak zamana, muhalefetin eleştirisine ve halkın demokratik tepkilerine katlanmak istemeyen bir tahammülsüzlüğü içermektedir. Zira sermayenin menfaatini ve talancı siyasetin saadet zincirini kollayacak kurmaylığın tek merkezden yürütülecek olması Başkanlık sisteminin biricik muradıdır. Reisin “ol” deyince her şeyin “oluverdiği” kutsal kararlara her partili ve menfaat sahibi yüz sürmekte, yeni ve hızlı hukuktan aman dilemektedir.
Son 20 yılda kamu ihale mevzuatını 196 kez değiştirmiş iktidarın yeni zorlama hukuku; Demirtaş’ı, Yüksekdağ’ı, Mızraklı’yı, Kavala’yı zindanda, Melih Bulu’yu kayyımlık makamında, işçi sınıfını hastalık ve işsizlik salgınında, 128 milyar doları buhar edenleri kaçak saray’ın müşavir kadrolarında tutmayı amaçlamaktadır.
Salgın Fırsatçılığına Karşı Özgürlük ve Hukuk
Çağımızın tanık olduğu bu büyük kapatılma sürecinde küresel virüs salgını hayata ve insanlığa dair olan her türden verili durumu ve sayısız değişkeni alt üst etmiştir. Ekmeğimiz, özgürlüğümüz, sağlığımız, sevinçlerimiz, acılarımız ve gezegenimiz bir düşman hukukunun yaylım ateşinde tahrip edilmektedir.
Covid-19 ateşinin ortasında sermayenin kar oranlarını arttırdığı, salgın zenginlerinin milyar dolar sahipleri listesine girdikleri, emperyalist şebekenin azgınlaştığı, devletlerin dikta hükümetlerce yönetildiği, halkların ve sınıfların içindeki eşitsizliğin derinleştiği yeryüzünde Büyük İnsanlık’ın yüzyıllar boyunca kanıyla edindiği temel haklar ve özgürlükler tek tek gasp edilmektedir.
Raflardan kaldırılan ve yasaklanan bir şişe şarap, bir kadeh içki için değil; uğruna ölünesi haklarımız için gerici, faşist, sermaye tahakkümü ittifakından oluşan bu zorbalığa karşı özgürlük mücadelesi vermek günün insanlık görevidir.
Salgın fırsatçılığıyla azgınlaşan karşı devrimci gerici güçlerin birleşik mücadele programı karşısında işçi sınıfının, ezilen halkların, toplumsal muhalefet güçlerinin ve devrimci bir hukuk siyasetinin hareket edeceği kavşak noktası hakların korunması ve yeniden kazanılması için harcanacak çabanın ortaklaştığı yer olacaktır. O yerde toplanalım …
Av. Şahap Arpacı
*İçişleri Bakanlığınca 04.05.20121 tarihinde 81 İl Valiliğine gönderilen genelge
[1] Profesör Kemal GÖZLER’in 2017 yılında ilk baskısı yapılmış “Elveda Anayasa” kitabında şunları yazar: “Türkiye’de önerilen sistem, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş, duyulmamış, bir “Neverland hükûmet sistemi”dir”
[2] 31387 sayılı resmi gazetede 6 Şubat 2021 tarihinde yayımlanmış 70 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi