Basın özgürlüğüne, gazetecilerine, aydınlarına ve kendi yargı organlarına bile güvenmeyenlerin iktidarda olduğu bütün düzenler korkaktır…
Basın özgürlüğüne, gazetecilerine, aydınlarına ve kendi yargı organlarına bile güvenmeyenlerin iktidarda olduğu bütün düzenler korkaktır…
Basın yayın yoluyla “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçu işlenebilir mi?
Gazete haberleri, manşetler, köşe yazıları ile örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlenebilir mi? Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçu gibi bir suç olabilir mi?
Olmaz, ama Türkiye’de olur! Bu ülkede kötülüğün egemenleri basın özgürlüğünü hiçe sayanlardır. Kendi düzenlerine uygun kanun yapan kanun yazıcıları ve yapıcıları, bütün evrensel ceza hukuku ilkelerinden vazgeçebilirler; yeter ki “düzene uygun kafalar” çoğalabilsin!
Hatta ve hatta Türk Ceza Kanunun 1. maddesinde; “Ceza kanunun amacının; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir” diye yazabilirsiniz bile…
Sonra, kişi temel hak ve özgürlüklerini, hukuk devletini görmezden gelir ve kamu düzeni yerine kendi düzeniniz için kanunları istediğiniz gibi değiştirir ve istediğiniz gibi yorumlarsınız… Zihniyetiniz kutsal devletin korunması adına kendi “kutsallarınız” olur ve önce gazetecileri sonra herkesi hapse tıkarsınız ve düzeniniz tıkır tıkır işler…
Türkiye’de hiç dikkate alınmayan gazetecilerin “uluslararası” korunma mekanizmalarına dair metinleri anımsayalım…
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 29 Haziran 2007 tarihli 1805 (2007) sayılı Küfür, dine hakaret ve dinleri nedeniyle insanlar hakkında nefret söyleminde bulunma konulu Genel Tavsiye Kararı başta olmak üzere; 4 Ekim 2007 tarihli Hakaretin Suç Olmaktan Çıkarılmasına Doğru 1577 (2007) sayılı Karar ve 1814 (2007) sayılı Tavsiye Kararı da hakarete ilişkindir.
Gazetecilerin korunması amacıyla Basın Özgürlüğü ve Karışıklık Bölgelerinde Gazetecilerin Çalışma Koşulları Hakkında 28 Nisan 2005 tarihli 1438 (2005) sayılı Karar ve 1702 (2005) sayılı Tavsiye Kararını sayabiliriz. Gazetecilerin Yaşamları ve İfade Özgürlüklerine Tehditler Hakkında 27 Ocak 2007 tarihli 1535 (2007) sayılı Karar ile Avrupa’da Gazetecilerin Güvenliklerinin ve Basının Korunması Hakkında 29 Ocak 2015 tarihli 2035 (2015) sayılı Karar ve 2062 (2015) sayılı Tavsiye Kararı da bu uluslararası metinlere dâhildir.
Bu metinler ülkemizde yok hükmündedir…
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg Türkiye’de basın özgürlüğünü ele alan 12 Temmuz 2011 tarihli raporunda, Türk Ceza Kanununun basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında olumsuz etkiler yarattığına dikkat çekerek “gazeteciler, yazarlar ve insan hakları savunucuları aleyhine” açılan cezai soruşturmalardan endişe duyulduğunu ifade etmişti. Endişeler işe yaramamıştır. Aksine 2017 yılında hayatın gerçeğine dönüşmüştür ve basın üzerindeki baskı şiddetle uygulanmakta olan bir süreklilik halidir.
Komiser bu raporunda; mahkemelerin ve savcıların mevcut yasaları yorumlayıp uygularken orantılılık ilkesinin uygulanmamasına, ceza soruşturmalarının ve gözaltında tutukluluk sürelerinin aşırılığına, yargılananların aleyhlerindeki delillere erişemediğine ilişkin sorunlara dikkat çekmişti. Sonuç olarak ifade özgürlüğünü olumsuz etkileyen ve Türk basınında oto-sansüre neden olacak şekilde savcıların ceza davası açma konusunda kendilerini kısıtlamamalarına ilişkin kaygılarını da paylaşmıştı.
Yargı gazeteciler için endişe bile taşımıyor. Cezalandırıyor geçiyor… Herkesin gerçekleri öğrenme hakkının sağlanması sınırlandırılmış olur gibi hiçbir kaygısı yok…
Komiser Hammarberg; Aralık 2014’te gazetecilerinin ve basın mensuplarının, başka sebeplerin yanı sıra terör örgütü kurma ve terör örgütüne üye olma suçlamaları (madde 314) ile tutuklanmalarının sürdüğü dönemde; “(…) basın özgürlüğü, Türkiye’de uzun zamandır beri gelen bir problem ve söz konusu tedbirler Türkiye’nin yakın zamanlarda elde ettiği gelişim sürecini sonlandırabilecek yüksek risk içermektedir. Şiddete maruz kalmak ve misillemelere uğramak da dâhil olmak üzere, yüksek bir baskı altında olan gazetecilere ve muhalif görüşte olanlara yeni bir tehditkâr bir mesaj yolluyorlar. Aynı zamanda Türk milletini daha da kutuplaştırmaya ve devletin insan haklarını destekleme kabiliyetine ilişkin güvensizliğini artırmaları muhtemel…” demişti. Üç yıl önce yetkililerin “basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalara son vermeye ve hukukun üstünlüğü ile insan haklarına uyumlu bir şekilde hareket etmeye” davet etmişti.
Bu bilgiler Venedik Komisyonunun 15 Mart 2016 tarihli Türkiye ile ilgili olan Raporunda (Opinion No. 831/2015) yer almaktadır.
Komisyonun Raporunda Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesi hakkında yaptığı analizler ilginçtir…
Madde 314/1’in atıfta bulunduğu Ceza Kanununun IV Kısım 4. ve 5. bölümleri, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve onun işleyişine, cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı, yasama organına, hükümete karşı silahlı isyan, silâh sağlama, devlete ve millete karşı suç suçların listesini içermektedir.
314. maddenin 3. fıkrasına göre, “suç işlemek amacıyla örgüt kurmaya ilişkin diğer hükümler ayrıca bu suç için de uygulanır”. Suç örgütü kurmak ile ilgili “diğer hükümlere” atıfta bulunarak madde 314, çoğu kez “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” hakkındaki TCK’nin 220. maddesiyle birlikte uygulanmıştır. Özellikle, madde 220’nin 6. fıkrasında öngörülen örgüt “adına” suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişiler, fıkra 7’de ise; örgüt üyesi olmasalar bile örgüte üye olmak suçundan dolayı çoğunlukla madde 314 ile bağlantılı olarak/birlikte cezalandırılırlar.
Freedom House 2015 yılı Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu’nda “Ceza Kanununun 314. maddesindeki geniş terörizm ve silahlı örgüt üyeliği tanımı (…), gazetecilere, özellikle de Kürtlere ve sol siyasetle ilişkili olanlara karşı kullanılmaya devam edilmektedir.” diyordu…2017’de artan bir baskıyla sürmektedir.
Mahkemeler tarafından Madde 314 (Silahlı Örgüt) ile ilgili olarak, kişinin silahlı örgütle “organik ilişkisinin” “devamlılığı, çeşitliliği ve yoğunluğunu”göstermesi ya da kişinin eylemlerinin örgütün “hiyerarşik yapısı” içerisinde bilerek ve isteyerek işlenip işlenmediğinin tespiti gerekir. 220. maddenin (Suç işlemek amacıyla örgüt kurma) (madde 314 ile bağlantılı olarak) 6. ve 7. fıkralarında düzenmiş olan “örgüt üyesi olmasa bile, örgüt üyesiymiş gibi cezalandırılma” düzenlemesi yürürlükten kaldırılmalıdır.
6. ve 7. fıkradaki bu düzenleme yürürlükte olduğu gibi kalması halinde ise; 220. maddenin 314. madde ile birlikte uygulanması ifade özgürlüğü ve toplanma hakkına zarar vermeyecek bir biçimde sınırlandırılmalıdır.
Venedik Komisyonu 220. maddenin 6. ve 7. fıkralarında bulunan “örgüt üyesi olmasa bile, örgüt üyesi olarak cezalandırılır” şeklindeki kanuni düzenlemenin yürürlükten kaldırılmasını önermiştir.
Türkiye’nin böyle bir öneriyi yaşama geçirecek cesareti yoktur.
Yargının tarafsızlığı, taraflılık ilkesine bağlılıktır. Bağımsızlığı; Yürütme organına olan bağlılığıdır. Umutsuzdur. Yargı, ifade özgürlüğü hakkını koruyacak gerekçeli karar yazamaz.
Basın özgürlüğüne, gazetecilerine, aydınlarına ve kendi yargı organlarına bile güvenmeyenlerin iktidarda olduğu bütün düzenler korkaktır…