Herkesin her anlamda yoksullaştırıldığı bu düzende, en acısı zihinlerde inşa edilmeye çalışılan hapishanelerdir. Asıl zihinlerin hapisliğine karşı çıkmalıyız
Herkesin her anlamda yoksullaştırıldığı bu düzende, en acısı zihinlerde inşa edilmeye çalışılan hapishanelerdir. Asıl zihinlerin hapisliğine karşı çıkmalıyız
Ceza hukuku ne insanları korkutmak için var edilmiştir ne de mutlaka cezalandırmak için.
Her memleketin ceza sisteminin nasıl olduğunu cezaevleri gösterir.
Eski yıllarda insanları hapsetmek için hangi binalar uygunsa kullanılırdı. Daha sonra sadece “cezaevi inşa etmek” fikri on sekizinci yüzyılda akla gelmiştir. Hiçbirisi cezaevi olarak inşa edilmemiştir ama bir dönem cezaevi olarak kullanılmış olan ve efsaneleşmiş isimleriyle hala akılda kalan Bastille, Londra Kulesi, Kremlin, Alcatraz gibi binalar en ünlü hapishanelerdir.
Bizim topraklarımızda ise ne kadar güzel yer varsa hapishane yapılmaya en uygun yer olarak seçilir ve oralarda cezaevi inşa edilir. İki milyon 269 bin 924 metrekare büyüklüğünde 18 cezaevinin projesi tamamlanmış. Adalet Bakanlığının 2018 yılı planlamasına göre toplam yüzölçümü dört milyon 115 bin 558 metrekare olan 53 yeni cezaevi yapılacak. Amaç “çağdaş ve modern” cezaevi inşa etmek, ceza infazın kalitesini artırmak. Ne tuhaf cümleler.
Beş yıldızlı otel inşaatları çoğaldıkça cezaevleri çoğalıyor. Cezaevleri de artık “beş yıldızlı cezaevleri” olarak tanıtılıyor. Yadırganmayan bu durum kimseyi şaşırtmıyor ve aksine inşaatçıları çok sevindiriyor. İhaleler çoğalıyor, E tipi, L tipi, F tipi, güvenlikli, yüksek güvenlikli cezaevleri inşaatları artarak sürüyor. Cezaevlerine ad vermek için alfabedeki harfleri süratle tüketen bir ceza infaz sistemine sürüklenmiş bulunuyoruz.
Harfler azaldıkça, cezaevleri çoğalıyor, dilimiz fakirleşiyor, konuşmuyoruz ve artık küfrediyoruz. Cezaevleri çoğaldıkça hukuka olan, demokratik devlete olan inancımız yoksullaşıyor. Öfkeleniyoruz, hiddetleniyoruz ve hukukun hiçbir işe yaramadığını kanıtlarcasına cezaevleri memleketin en güzel yerlerinde, yaşam alanlarından çok uzaklarda göklere yükseliyor, tarlalara yayılıyor ve hayata hakim oluyor. Mahpuslar gökyüzünün rengini unutuyor, tarlalar artık yok olduğundan buğday, darı, arpa ekilecek yer kalmıyor. İşsiz güçsüz bırakılanlar verilen iş ilanlarını takip ederek cezaevinde işe girmek için devlet kapısında. Hapishanede infaz memuru olmak, hapishanede iş bulmak…
Ceza hukuku artık cezaevlerine yer açan bir hukuktan ibaret, kupkuru ve zavallı.
Hayatların heba edildiği, insanların cezaevlerinde unutulduğu mahpusluklar nedense bir türlü tarihin geçmiş yüzkarasına dönüşemiyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi bilgi edinme hakkını kullanmış. Adalet Bakanlığına cezaevlerini sormuş. Adalet Bakanlığı yanıtlamış. Rapor haline getirilen ve kamuoyuna açıklanan bu veriler aslında ürkütücü ve can sıkıcı.
15 Mayıs 2018 tarihi itibariyle Ceza İnfaz Kurumlarında toplam 246 Bin 416 mahpus varmış.
Basında yer alan bu rapora göre AKP iktidarının işbaşı yaptığı yılda 31 Aralık 2002 tarihi itibariyle toplam 59 bin 429 kişi cezaevinde mahpusmuş, geçen 16 yılda mahpus sayısı dört kat artmış. 15 Mayıs 2018 tarihi itibariyle hapishanelerde bulunan 246 bin 416 mahpusun 66 bin 902’si tutuklu. 28 bin 488’i hakkında hüküm verilmiş ama henüz kesinleşmemiş ve 151 bin 26’sı ise hükümlü. Mahpus sayısında yaşanan yüzde 315’lik artışla cezaevleri tarihinin en yüksek mahpus sayısına ulaşılmış bulunuyor.
31 Aralık 2002 tarihinde hükümlü sayısı 34 bin 808 iken, 15 Mayıs 2018 tarihi itibariyle yüzde 416’lık artış ile 179 bin 514’e yükselmiş. Tutuklu sayısı yüzde 172’lik artış ile 24 bin 621’den, 66 bin 902’ye fırlamış. Haklarında ilk derece mahkemelerinin mahkumiyet kararı vererek sanıkların tutukluluk halinin devamına hükmettiği, yani henüz hükmü kesinleşmemiş 28 bin 248 kişiyi de mevcut tutuklu sayısına eklerseniz cezaevlerinde tutuklu mahpus sayısı 95 bin 390 olarak veriliyor.
İnsanların “tutukluluk” denilince neden bir tedbir değil de “cezalandırma”olarak algıladıkları ve tahliye edildiklerinde ise ceza davasının sanki beraatle bittiğini zannetmeleri boşuna değil. Korkular buna göre yaratıldı, buna göre endişeler çoğaltıldı. Artık adına saray denilen adliyenin soğukluğuyla karşılaşan herkes “tutuklanır mıyım?” diye boşuna sormuyor. Her nedense mahpusluk yolu açılırken adli kontrolün yetersizliği gerekçesini kullanarak tutuklama kararı veren hakimliklere kimse güvenmiyor. Adları “tutuklama mahkemesine” çıktı.
Yeni mahpus sayısı 10 bin 528’e ulaşmış ve deniyor ki; günde 109 kişi hapse giriyor.
14 Kasım 2017 tarihi itibariyle 624 çocuk anneleriyle birlikte cezaevinde kalıyor.
Çocuk mahpus sayısı iki bin 45 iken, 16 yıl süren iktidar sürecinde yüzde 51’lik artış ile üç bin 85’e yükselmiş. Adli İstatistiklere göre 2008-2016 yılları arasında yani 9 yılda “suça sürüklenme” nedeni ile güvenlik birimlerine 859 bin 759 çocuk getirilmiş.
Memleketi yönetenlerin 16 yıllık iktidarlarının cezaevleri bilançosu “hukuk devleti” anlayışlarının mahpusluk üzerine kurulu bir düzenden ibaret olduğunu kanıtlıyor. Boşuna cezaevleri inşaatları çoğalmıyor.
Cezaevlerinin nüfusu hiç bu kadar çok değildi. Mahkum ve mahpus sayısı sürekli artan bir ülkede yaşamak, açık cezaevine dönmüş gibi bir ülkede yaşamakla aynı.
Giderek artık “kaliteli yargı” için bulunabilen en iyi çarelerden birisi de adliye binalarını ve mahkeme salonlarını cezaevleri önünde, girişinde, yanında, arkasında bir yerde kurmak. Cezaevine komşu binalar adliye oluyor. Adliye saraylarından çıkarılan mahkeme salonları artık neredeyse cezaevi kampüsü/yerleşkesi içinde kurulacak. Kuruldu da aslında.
Ne tuhaf ve ne gariptir ki, SEGBİS denilen bir sistemle cezaevleri içinde kurulan küçük küçük odalarda elektronik ve teknolojik yargılamalar ekranlar üzerinden on-line yapılıyor. Bir anda Adliye Saraylarının içindeki mahkeme salonlarında cezaevi SEGBİS odaları, aynı anda cezaevi içindeki segbis odalarının içinde mahkeme salonları.
SEGBİS “Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi”nin kısaltılmışı. UYAP Bilişim Sisteminde ses ve görüntünün aynı anda elektronik ortamda iletilmesi, kaydedilmesi, saklanması anlamına gelen ses ve görüntü bilişim sistemini ifade ediyor.
SEGBİS’in kanunu var, yönetmeliği var. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa yerleştirilmiş olmakla “video konferans yöntemi” ile sorgu yapabilme usulü artık kanuni sayılıyor. Elektrikler kesilmezse, teknik bağlantı kopmazsa, kayıt yapılabilirse “SEGBİS” yöntemi ile sorgu yapılması artık yargının vazgeçmediği alışkanlıkları arasında çoktan yerine aldı. Sanık hakları için bu sistem ne kadar uygundur? Mahkeme huzuruna çıkmadan bu yöntemle savunma alınması, duruşmada hazır olmak isteyen sanıkların taleplerinin SEGBİS yüzünden sürekli reddedilmesi adil yargılanma hakkına uyar mı? SEGBİS denilen sistem cezaevleri içinden yapılan bu tür yargılamalarda adalet sağlar mı?
Yeni ve sürekli sorun üreten teknolojik yargılama sistemleri cezaevlerini çoğaltıyor. Yeni cezaevleri bu teknolojik sistemlere uygun akıllı binalar olarak inşa ediliyor.
Durup düşündüğümüzde aslında, kendimize nasıl acı bir hayat yaratıyoruz. Mahkemeler cezaevlerinde, cezaevleri mahkemelerde. Artık cezaevleri inşaatları ile yürütülebilen bir ekonominin yarattığı mahpusluk, demokrasi ve hukuku kurutuyor.
Herkesin her anlamda yoksullaştırıldığı bu düzende, en acısı zihinlerde inşa edilmeye çalışılan hapishanelerdir. Asıl zihinlerin hapisliğine karşı çıkmalıyız. Öfkelenmeli ve ceza hukukunu temel insan hak ve özgürlüklerini koruyan ve başvurulacak en son çareye dönüştürmeliyiz. Düzen eğer böylece sürer giderse; hayatımız hapistir. En samimi duygu ve aklımızla tamam ve yeter artık demenin zamanıdır. Aksı takdirde cezaevine konulmamıza gerek bile yoktur. Çünkü zihinlerimiz, aklımız ve hukuk devletine olan inancımız tutuklanırsa zaten mahpus sayılırız.
* Yazının Bianet’teki hali için tıklayın.