Hukuk devletinde yetki, bir görevi yerine getirmek için tanınır; yetkinin karşılığı olarak da mutlaka sorumluluk öngörülür. Yetki aşımı ve yetkinin kötüye kullanılması, sorumlulukla önlenir
Hukuk devletinde yetki, bir görevi yerine getirmek için tanınır; yetkinin karşılığı olarak da mutlaka sorumluluk öngörülür. Yetki aşımı ve yetkinin kötüye kullanılması, sorumlulukla önlenir.
Erkler ayrılığında anlam kazanan görev+yetki+sorumluluk üçlüsü, anayasal denge ve denetim düzeneğinin ana halkasını oluşturur.
Sıkça şu söyleniyor: “CB’nin sorumluluğu yok 1982 düzenlemesinde; Teklif bu eksiği gideriyor.”
Bu karşılaştırma doğru değil; iki açıdan:
-Kişi olarak CB açısından: Yürürlükteki Anayasa’ya göre CB vatana ihanet suçu işlediği iddiasıyla TBMM’de 184 milletvekili önergesi ile görüşme açılabilir; Değişikliğe göre ise, ‘suç işlediği iddiası’ ile soruşturma açılması istemi için 301 milletvekilinin oyu gerekir. Bir de, vatana ihanet göreve bağlı olarak işlenen bir suç olduğu halde, Değişiklik, görevle ilgili olmayan suçlar için de, ilk adımın atılmasında salt çoğunluk gereğini öngörüyor.
-Yürütme olarak CB açısından: Başbakan ve bakanlar, TBMM’ye karşı bireysel ve kolektif olarak sorumlu oldukları gibi; CB ile birlikte yaptıkları işlemlerden de sorumlu. Değişiklik ise, CB’nin sorumluluğu bir yana, CB yardımcıları ve bakanları da işlem ve eylemleri nedeniyle sorumlu tutmuyor. ‘Görevleriyle ilgili işledikleri suç iddiasıyla’ soruşturma istemi bile, 301 milletvekilinin oyu ile mümkün.
Görevleri bittikten sonra da…
‘Görevleri bittikten sonra da’: ‘Suç işlediği iddiası’ veya ‘görevleriyle ilgili işledikleri iddia edilen suçlar’ için soruşturma istemi, aynı kurala bağlı.
Bu nedenle, Yürütmenin sorumluluğunu tümden ortadan kaldıran Değişiklik metni ile 1982 Anayasası, sorumluluk ilkesi açısından karşılaştırılabilir değil:
Yürütme, yasamaya karşı sorumlu değil.
Yürütme’nin yargı önünde sorumluluğunun işletilmesi için yasamanın 2/3 çoğunluğu gerekli.
Şu halde, ‘suç işleme’ halinde bile yürütme sorumluluğu veya yaptırımı, yasama inisyatifine bağlı; kısacası, TBMM kararı olmadan yargı müdahale edemiyor.
Daha doğrudan bir anlatımla, yürütme+yasama+yargı üçlüsünde yürütme, ne yasama önünde(siyasal) ne de yargı önünde (cezai) sorumlu.
Değişikliği savunanlar, “halk önünde sorumlu” diyorlar.
‘Halka karşı sorumluluk’, seçimle ilgili bir kavram olsa da bu, sadece CB için geçerli; çünkü yardımcılarını ve bakanlarını TBMM dışından belirleyeceği gibi, izleyen yasama seçimlerinde aday göstermeyebilir de.
CB açısından, olsa olsa 2. veya 3. kez aday olduğunda gündeme gelebilir…
Kaldı ki, ‘millete karşı hesap verme’, siyasal bir slogan olarak kulağa hoş gelse de; hukuki bir anlamı olmadığı gibi tehlikelidir de: suç işlemenin yaptırımı, yeniden seçilmemek olabilir mi?
Anayasa yargısı denetlemez mi?
CB kararnameleri üzerinde AYM denetim yapar. Ancak üç önemli kayıt var: OHAL KHK’leri, sonradan denetim ve Anayasa’dan kaynaklanan yetki.
1) OHAL KHK’leri, şimdi de denetim dışı; ancak değişiklik, CB’nin Bakanlar Kurulu ile birlikte kullandığı bütün yetkileri (fazlasıyla), CB’ye veriyor.
2) CB kararnameleri: AYM’nin oluşum biçimi nedeniyle, CB kararnameleri üzerinde etkili bir denetim yapamayacağı sıkça dile getirilse de, asıl olumsuzluk, sonradan denetimden kaynaklanıyor. Radikal ve kapsamlı değişiklikler yapan bir CB kararnamesinin bir veya iki yıl sonra iptali, işlevsel olamaz…
3) Anayasal yetki: “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile teşkilat yapısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir” hükmü, TBMM’yi dışladığı gibi AYM’nin de yetki alanını daraltıyor.
Sorumlu organ yok, sorumlu kişi de…
Değişiklik ile arttırılan ve kişi uhdesinde yoğunlaştırılan yetki fazlalığı, 1982 ile karşılaştırılabilir değil…
Geçen yazımda, Değişikliğin ‘şekil, esas ve OHAL’ açısından Anayasa’ya aykırılığına işaret etmiştim. Sorumluluk ise, ‘demokratik hukuk devleti’ ve denge-denetim düzeneği ölçütü.
Demokrasinin özünü yansıtan çift başlı ve kurul halinde yönetim yerine ‘sorumsuz tek kişi yönetimi’, hukuk devletine de tamamen yabancı.
Sonuç olarak; Bahçeli ve Yıldırım, “fiili durumu anayasal duruma getirelim” derken, “anayasasızlaştırma” tehlikesine işaret ediyordu. Adına dokunulmasa da, 21 Ocak metninin anayasa olarak nitelenmesini olanaksız kılan üç noksan:
-İktidarın sınırlanması (erkler ayrılığı),
-Denge ve denetim düzeneği,
-Görev+yetki ve sorumluluk.
Bu nedenle, “anayasasızlaştırmaya son” sloganı ile kotarılan Anayasa değişikliği, bu kez, ‘anayasasız dönem’e sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya bırakıyor Türkiye’yi.