Kafka, Dava ve Ahmet Cemal gerçekliği – Av. Fikret İlkiz (bianet)

Kafka, Dava ve Ahmet Cemal gerçekliği –  Av. Fikret İlkiz (bianet)

Yeryüzünün insanı, Ahmet Cemal insanlardan ayrıldı… Daha söyleyeceklerini, söylemesi gerekenleri, mutluluklarını, kırgınlıklarını yüklendi ve gitti. Ardında aydınlanmanın ışığını bıraktı

Yeryüzünün insanı, Ahmet Cemal insanlardan ayrıldı… Daha söyleyeceklerini, söylemesi gerekenleri, mutluluklarını, kırgınlıklarını yüklendi ve gitti. Ardında aydınlanmanın ışığını bıraktı

Ölümün kıyısından dönmedi, yüreği yorgun ve halsizdi…

Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan son yazısından bir önceki 5 Haziran 2017 tarihli “ne garip federico adında olmak…’ başlıklı yazısına şöyle başlamıştı:

Bu yıl ölümün kıyılarına yaptığım üçüncü yolculuk.
Ve bir geri dönüş daha.
Ve yine tuhaf bir güven duygusu: “Bu hikâye daha bitmedi…”
Cankurtaranın sirenleri gecenin karanlığını yırtarken bile gücünü yitirmeyen bir duygu: “Bu hikâye daha bitmedi…”
Başlangıçta, iç dünyamda hafiften nabız gibi atarken, henüz soyut adımlarla ilerleyen bir kıpırdanış. İleriye yönelik, sanki yeterince şekillenmemiş bir köprüde el yordamıyla ilerlemeye çabalayan bir duygu
: “Daha söyleyeceklerim, söylemem gerekenler var…

Ahmet Cemal “daha söyleyeceklerim, söylemem gerekenler var” demişti…

Bu yazısının tam orta yerinde General Franco’ya bağlı faşistler tarafından yargılanmadan otuz sekiz yaşında kurşuna dizilen Federico Garcia Lorca için şöyle söylemişti:

“General Franco, Lorca’nın ve İç Savaş’ın ardından daha uzun yıllar yaşadı. Şimdi Madrid yakınlarında, harcı uygar insanlığın sonrasız lanetleriyle yoğrulmuş bir anıtmezarda yatıyor. Yeryüzü yolculuğu otuz sekizinci yılında Franco’nun gözlerini kan bürümüş faşistlerinin kurşunları ile noktalanan Lorca’nın mezarı ise belli değil; çünkü insanlık mimarlıktaki onca ilerlemelerine rağmen, tüm dizelerini insanı her defasında daha da insan kılan sözcükler bestelemek için avuçlarından evrene üfleyen şairlere layık gömütler inşa etmeyi henüz başaramadı.” 

Güncel Hukuk dergisinin Temmuz sayısında “Edebiyat ve Hukuk” köşesi Can Yayınlarından Franz Kafka‘nın “Dava” adlı romanına ayrılmıştı. Çevirmeni Ahmet Cemal…

Yeryüzünün insanı, Ahmet Cemal insanlardan ayrıldı… Daha söyleyeceklerini, söylemesi gerekenleri, mutluluklarını, kırgınlıklarını yüklendi ve gitti. Ardında aydınlanmanın ışığını bıraktı.

Yaşamı insanlığa armağan, eserleri; insanın insan korkusu olmadan yaşayabileceği bir evrene üflenmiş edebiyatın sonsuzluğu gibi…

Nasıl uğurlamalı acaba? Kendi satırlarıyla, kendi yazdıklarıyla, çevirileriyle ve yaşama kattıklarıyla uğurlamalı ve yaşatmalı…

Kafka’nın Dava’sı gündemimizden hiç eksik olmuyor.

Ahmet Cemal, 20. yüzyıldan günümüze dek etkisini hiç yitirmeyen “korku”ile ilişkimizi Kafka’nın “Dava”  adlı eserinin Önsözünde “Kafka, Dava ve Gerçeklik” başlıklı yazısında anlatır.

Ahmet Cemal ile vedalaşmadan onun bu yazısının bazı bölümlerini alıntılayarak uğurlamak en iyisi…

Ahmet Cemal’in gerçekliği ve insanın insan korkusu hakkındaki Dava’ya Önsöz’den bazı bölümler….

(…) Kafka’nın eserlerinin tümünde kavramlaştırdığı konu, Camus’nün sözünü ettiği korku’dan başka bir şey değildir. Ve kimi kültür tarihçilerinin savları doğrultusunda, kimi çağların özetleyicisi olan sanatçılar varsa eğer, Kafka da korkunun çağı olan 20. yüzyılı bu niteliğiyle en yetkin düzeyde özetleyebilmiş birkaç yazardan biridir.

(…) Dava, yazarın yukardan beri sözünü ettiğimiz korkusunun yaratı düzleminde en yoğunlaştığı eserlerinden biridir. Romanın kahramanı Joseph K. dünya ile aslında bir sıradanlık ilişkisi içerisindedir; bir başka yönüyle o, her yönüyle bir sokaktaki adam’dır. Her gün düzenli gittiği bir işi, her sabah çıktığı, akşam da geri döndüğü bir pansiyonu, küçük merakları, sıradan tutkuları vardır. Yani hiçbir yönüyle bir kahraman değildir; ama her yönüyle, ya da sırılsıklam insandır. Her şey, bu insanın bir sabah evinde bilmediği bir suçtan ötürü tutuklanmasıyla başlar.

K. ilk başta doğal olarak korkarsa da, bu korkusu zamanla yoğunluğunu yitirir. Hangi suçu işlediğini bilmeden yargılanma sürecine girmesi,çevrenin telkiniyle K.’ya da bütünüyle doğal bir süreç gibi gözükmeye başlar. Aslında kendi “davalı” konumundan romanda ilk söz eden de K.’dır. Kimin tarafından dava edildiğini sorduğunda, daha biraz önce ona tutuklandığını bildirmiş olan ve böylece görevini tamamlamış gözüken kişi K.’ya dava edildiğini söyleyemeyeceğini, daha açık deyişle dava edilenin o olup olmadığını da bilmediğini söyler; evet, tutuklanmıştır, ama doğru olan tek şey, şimdilik budur.

K., gerçi tutuklanmıştır, ama günlük yaşamını sürdürmekte özgürdür. Belki mahkeme, yalnızca onun tutuklanmasını istemiştir; belki de bu tutuklama bir tehdit değil, yalnızca bir uyarıdır. Her ne olursa olsun, K. davayı kendi girişimleriyle yürütmek ister; mahkemenin çok ağır çalıştığı düşüncesiyle, bir an önce mahkûm olabilmek için çare arar. Mahkûm olmak istemesinin nedeni, davadan ancak böyle kurtulabileceğini bilmesidir. Gerçi ressam Titorelli ile yaptığı uzun görüşme sırasında, gerçek anlamda aklanma, görünüşte aklanma ve sürüncemede bırakma gibi yolların da bulunduğunu öğrenmiştir. Ancak, gerçek anlamda aklanma kararını yalnızca hiç kimsenin ulaşamadığı en yüksek mahkeme verebilmektedir; geriye kalan öteki iki yolun ortak noktası ise, Titorello’nun deyişiyle, davalının mahkûmiyetini önlemektir; ne var ki bu K.’ya göre aynı zamanda gerçek anlamda aklanmanın engellenmesi demektir.

Mahkûmiyetin engellenmesi, aklanmanın engellenmesiyle eşanlamlı olunca, tutuklanana tutukluluktan kurtulabilmesi için kendini mahkûm ettirmekten başka çare kalmamaktadır.

Kafka’nın burada anlatmak istediği, K.’nın aslında zaten yaşam ya da dünya tarafından tutuklanmış, fakat bunun bilincine hiçbir zaman varamamış oluşudur. Bu, her insan için geçerli olan bir konumdur. Dava ’da yer alan bütün ayrıntılar, bu tutukluluğun kanıtlarıdır. Bu bağlamda romandaki mahkeme süreci, yaşam süreciyle eşanlamlıdır; yaşam tarafından tutuklanmış olmaya bir son verme girişimi, yani elde edilecek mahkûmiyet, tutuklulukla birlikte yaşamın da son bulması anlamına gelecektir.

Daha soyut anlatıldığında bu, dünya ile yaşayamayan bir Ben’in, dünyasız yaşama olasılığını seçmesi demektir; ama dünya, yaşamanın onsuz olunamaz koşulu niteliğini taşıdığından, sözü edilen olasılığın seçilmesi yaşamın yitirilmesine yol açmaktadır.

Kafka’nın kahramanının istemediği dünya, en başta sözünü ettiğimiz korku çağının dünyasıdır.

İnsanı insan kılan sözcüklerinle “ne garip federico adında olmak…’ başlıklı yazını bitirdiğin ve dediğin gibi, “Peki. Öyle olsun!” 

Dava’larla olan sıradanlık ilişkisinde “Kafka, Dava ve Gerçeklik” yazın üzerinden insanlığın insan korkusunu anlamak için çaba göstermeye ve aydınlığını anlamaya çalışacağım Ahmet Cemal…

Gerçekliğinle yeryüzünden uğurluyorum, ışıklar içinde kal…