Bir Yargılama Pratiği: ÇHD’li Avukatlar Nasıl Yargılandılar? – Av. Neslihan Varol

Bir Yargılama Pratiği: ÇHD’li Avukatlar Nasıl Yargılandılar? – Av. Neslihan Varol

Her dönemde siyasi iktidarların en çok korktuğu ve en başta susturmak istediği sestir savunmanın sesi. Savunmanın sesinin susturulmaya çalışılmasının bir örneği olan ÇHD'li avukat yargılamasında nelerin yaşandığını, son durumu ve ölüm orucundaki avukatları ve bizlere düşenleri yazı içeriğinden okuyabilirsiniz

Olan Hukuk-Olması Gereken Hukuk ayrımı, hukukçuların tarih boyunca sürdürdükleri bir tartışmadır. Ancak günümüz yargılama pratiklerine bakıldığında bırakın ideal (olması gereken) hukuk düzenine nasıl ulaşılacağı tartışması yürütmek; var olan hukukun bile duruşma salonlarında işletilmediği çok açık bir şekilde görülmektedir.

Elbette soruşturmaların siyasi iktidarların hedef göstermesi üzerine başladığı, yargılama mercilerinin yasayla bağlı kalacaklarına dair asgari bir güvence vermediği rejimlerde; mevzu hukuk hangi isimle adlandırılırsa adlandırılsın, uygulanmakta olanın Düşman Ceza Hukuku olduğu gerçeği tartışmasızdır.Şu günlerde dostlarımız ve meslektaşlarımız Av. Aytaç Ünsal ile Av. Ebru Timtik’in adil yargılanma talebi ile sürdürdükleri ölüm oruçları da yargılama adı altında maruz kaldıkları ihlaller zincirinin gerçekte ne olduğu konusunda hepimizi düşünmeye sevk etmiştir.

Dosyaları aylardır Yargıtay’da görüşülmeyi bekleyen, ölüm oruçlarının bu kritik evresinde halen cezaevinde bulunan ve adil yargılanma taleplerini ısrarla sürdüren meslektaşlarımızın nasıl yargılandıklarına dair tanıklıklarımızı paylaşmak hem müdafileri hem de meslektaşları olarak bizlerin sorumluluğudur.

“Savunma Saldırıyor” isimli eserinin girişinde şöyle der Jacques Vergés: “Çelişki bizatihi varoluşun önkoşuludur, suç da hayatın, değişmesi için kendisine çaktığı işaret.

Davanın işlevi ise bireylerle toplum arasındaki çelişkiyi çözmektir. Bizzat sanıkların rızasıyla ya da en azından boyun eğişiyle.

Düzen, davanın bu işlevinden yararlanarak toplum içindeki ayrık otlarını temizlemeye, yaramaz çocuklarını yola getirmeye çalışır.”

Aşağıda anlatacağımız kısım ise var olan ya da dayatılan hukuk düzeninin hizaya soktuğu sanıklarla ilgili değil; tıpkı Antigone gibi zapturapt altına alınamayan, işe sanık oldukları ve var olduğu mutlak bir suça karşı savunma sundukları ön kabulünü reddederek başlayan ve devamında yargılayanın bizzat kendisi haline gelen meslektaşlarımızın pratiğiyle ilgilidir.

NASIL TUTUKLANDILAR?

Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi olan ve bir kısmı da Halkın Hukuk Bürosu’nda mesleğini ifa eden 16 avukat, müdafiliğini üstlendikleri ve KHK ile ihraç edilmelerine karşı yürüttükleri hak mücadelesi uluslararası kamuoyunun gündeminde olan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın duruşmasından sadece 2 gün önce, 12 Eylül 2017 tarihinde, gözaltına alınmıştır. 15 avukat 20 Eylül tarihinde ve 1 avukat da 29 Eylül tarihinde tutuklanmıştır.

Bundan kısa bir süre sonra, 3 Kasım 2017 tarihinde, Soma Maden Katliamı’nın yaşandığı Manisa ilindeki bir mitingde, Soma Davası’nda mağdur ailelerin avukatlığını yürüten Av. Selçuk Kozağaçlı, siyasi iktidar tarafından hedef gösterilmiştir. Kozağaçlı, bu olaydan sadece 5 gün sonra, 8 Kasım 2017’de, aynı soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve devamında tutuklanmıştır.

(Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı)

Av. Selçuk Kozağaçlı tutuklanmadan hemen önce adliyede meslektaşlarına “Soma Davası’nda, katledilmiş olan 301 insanın hesabı sorulacak, buradaki herkes soracak. Benim içeride veya dışarıda olmamın buna hiçbir etkisi yok, diğer avukatların da öyle. O davayı asla terk etmeyeceğiz. Son ölümüzün hesabı son katilden sorulana kadar Soma Davası’nı terk etmeyeceğiz. Asla vazgeçmeyeceğiz. Bu Soma’nın bedelidir, öderiz. Bu Suruç’un bedelidir, öderiz, ödüyoruz. Nuriye ile Semih’in bedelidir, öderiz, memnuniyetle ödüyoruz. Biz yaptığımız işin arkasında olduğumuz için seve seve bu bedeli öderiz. Soma Davası’nın avukatları burada, asla sahipsiz kalmayacağını biliyorum. Ankara Katliamı Davası’nın, Suruç’un, Ermenek’in, Nuriye ve Semih’in, Hasan Ferit Gedik’in, Berkin’in hiçbirinin sahipsiz kalmayacağını biliyorum” demiştir.

Av. Yaprak Türkmen’in de aynı soruşturma kapsamında 20 Aralık 2017 tarihinde tutuklanmasıyla birlikte 18 avukatın, haklarındaki suçlamaya dair fikir sahibi olabilmek ve buna karşı savunma imkanlarını kullanabilmek için beklemesi gereken 1 yıllık süre başlamıştır.

İLK GRUP DURUŞMALAR

Bir SEGBİS Dayatması

Avukatlar 1 yıl süren tutukluluğun ardından nihayet duruşma günü kendilerine bildirildiğinde, yüzyüzelik ilkesinin çiğnenerek duruşmaya bizzat getirilmeyeceklerini, SEGBİS sistemi ile katılabileceklerini öğrenmişlerdir.

Tutuklu avukatlar bizzat duruşma salonunda bulunmak istediklerini, SEGBİS ile yargılama yapılacak olması halinde duruşmaya katılmayacaklarını, böyle bir uygulamanın hem yüzyüzelik ilkesinin hem duruşmada hazır bulunma hakkının hem de doğrudanlık ilkesinin ihlali anlamına geleceğini ifade etmişlerdir.

Tutuklu avukatlar ve müdafilerinin ısrarlarıyla bu dayatma kırılmış ve 10 Eylül 2018 günü İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşması tutuklu avukatların hazır edilmesiyle başlamıştır.

Duruşma başladığında tutuklu avukatların talebinin haklılığı ve SEGBİS uygulamasının ciddi hak ihlallerine sebebiyet verdiği gerçeği, yaşanan fiili durumla açıkça ortaya çıkmıştır.

Mahkeme hazırda bulunanların beyanlarını yine aynı sistem üzerinden sesli ve görüntülü kayıt altına almak istemiş ancak sistemin bozuk olduğu anlaşılmıştır.

Sistemdeki arıza nedeniyle sesli ve görüntülü kayıt ya da bir başka kuruma görüntülü olarak bağlanma bir yana, duruşma dahi başlatılamamıştır.

Bu Davayı Kim Yürütüyor?

Duruşma salonlarının yetersizliği nedeniyle Bakırköy Adliyesi’ne taşınan davada, sanık avukatların kendi müdafileriyle iletişim kurabilmesine, müdafilerin de gerektiği gibi savunma yapabilmesine müsaade etmeyecek kadar çok sayıda kolluk personeli bulunmuştur.

Ayrıca soruşturma süreçlerinde yer alan, usulsüz şekilde delil toplamaya hatta delil üretmeye çalışan TEM şube polislerinin de duruşma salonunda olduğu fark edilmiş ve yine müdafilerin ısrarı üzerine bu kişiler dışarı çıkarılmışlar, çıkarken de müdafi avukatlara silah göstererek ve ayrıca sözlü olarak tehdit etmişlerdir.

Belki tam da bu noktada bu davanın soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin OHAL döneminde gerçekleştiği hatırlatmasını yapmak gerekir.

Söz konusu olay, yasama faaliyetinin KHK rejimine dönerek Ceza Muhakemesi kapsamındaki pek çok değişikliğin bu yöntemle yapıldığı ve üstelik kamusal iddia makamının soruşturma yetkilerinin bir kısmının kolluğa devredildiği bir süreçte gerçekleşmiştir.

Salondan çıkarılmasına karar verilen soruşturmacı kolluğun, talebi sunan avukatlara hem de duruşma salonunun içinde silah göstermesi henüz başlamamış olan bu yargılamanın seyri hakkında da önemli ipuçları vermiştir.

Daha duruşmanın ilk anlarında yaşananlar, soyut suçlamalara karşı kopuş savunması yöntemlerini benimseyen hukukçu sanıklar bakımından yöntemsel haklılığı da böylece tescil etmiştir.

14 Eylül gününe kadar devam eden duruşmalar boyunca da tutuklu avukatlar, mahkeme heyetinin gözleri önünde jandarma tarafından darp edilmiş ve mahkeme salonu içerisinde elleri kelepçelenmiştir.

Hangi Delillerle ve Hangi İsnatlarla Yargılanıyorlar?

Avukatlar hakkında düzenlenen iddianamedeki temel dayanakları itirafçı tanık B.E.’nin beyanları ve usulsüz şekilde B.E.’ye yorumlattırılan, aslı bulunmayan dijital materyaller oluşturmaktadır.

Söz konusu dijitaller materyaller hiçbir şekilde sanıkların ve savunma avukatlarının bilgi ve incelemelerine sunulmamıştır.

Dosyanın savunma makamından gizli tutulması, yargılama iddiasındakilerin, Dreyfus Davası’ndan bu yana değişmeyen alışkanlığı olmuştur.

Dosyadaki delillerin savunmadan gizlenmesi, silahların eşitliği ilkesinin alaşağı edilmesi ve çelişmeli yargılama ilkesinden tümüyle vazgeçilmesi bu davanın meşruiyetini baştan sakatlamıştır.

Sanık avukatlar beyanlarında, yargılanmakta olanın esasen avukatlık pratikleri olduğunu, kendilerine yöneltilen suçlamaların mesleki faaliyetlerinin birer parçasını oluşturduğunu dile getirmişlerdir.

Bugün “Adil Yargılanma” talebi ile ölüm orucunda olan Av. Aytaç Ünsal duruşmalardaki beyanlarında, sürdürdükleri avukatlık pratiğinin yurttaşlara yönelen hak ihlallerinin, işkencelerin, kötü muamelenin karşısında bir engel oluşturduğunu bu nedenle şu anda tutsak edildiklerini, avukatların bu tip operasyonlarla yıldırılmak istendiğini ama mücadeleye son vermeyeceklerini, halkın avukatlığını yapmaya devam edeceklerini belirtmiştir.

(Av. Aytaç Ünsal)

Av. Ebru Timtik ise beyanlarında; “Nuriye ve Semih’ in avukatlığını yaptığımız için bizi tutukluyorlar. Son zamanlarda göze batan ve en rahatsız edici faaliyetimiz oydu ve duruşmalarına 2 gün kala tutuklandık. Taşerona karşı mücadele ettik, emeğin hakkını savunduk, bunun için yargılanıyoruz. Barınma ve konut hakkını savunduk bunun için yargılanıyoruz. Çevre ve sağlık, kapitalizmin ayakları altına aldığı ilk haklarımızdı biliyorsunuz, bu kapitalist yağmaya karşı sularımızı, havamızı, toprağımızı, madenlerimizi savunduğumuz için suçlanıyoruz. Düşünce ve ifade hürriyetini savunduk, bunun için suçlanıyoruz. Toplanma bir haktır dedik, örgütlenme bir haktır dedik, bu yüzden derneklerin kapatılmasına karşı koyduk, onlara kilit vurulmasına karşı koyduk, kendi derneğimiz kapatıldığı zaman da bunu tanımadık, faaliyetlerimize devam ettik. İşte bunun için suçlanıyoruz onların meşru olmadığını söylediğimiz için, haykırdığımız için suçlanıyoruz.” demiştir.

(Av. Ebru Timtik)

10 Saatlik Tahliye

14 Eylül 2018 günü, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu bulunan tüm avukatlar hakkında;

“Dosyadaki mevcut delil durumu, suç vasfının değişme ihtimali, sanıkların savunmalarının alınmış olması ve sanıkların avukat olması, tutuklamanın tedbir olması, tutuklulukta geçen süre, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin tutuklama konusundaki başvurular hakkında vermiş olduğu kararlar, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanması ile yargılamada amaçlanan tedbirlerin sağlanabilecek oluşunu” gerekçe göstererek tahliye kararı vermiştir.  

Ancak tahliye kararının üstünden saatler geçmesine rağmen cezaevi idaresi hak ihlaline sebebiyet verecek şekilde avukatların çıkış işlemlerini gerçekleştirmemiştir.

Yaşanan bu ihlalin ardından duruşma savcısının 15 Eylül 2018 gecesi tahliye kararlarına itiraz ettiği öğrenilmiştir.

Bir gün önce tutuklu meslektaşlar hakkında oy birliğiyle ve gerekçeli şekilde tahliye kararı veren Mahkeme Heyeti; 15 Eylül 2018 Cumartesi günü, yani mesai saatleri dışında toplanarak usule aykırı şekilde savcılığın itirazını kabul etmiş ve 12 avukat için mevzuatta yeri olmayan bir “tutuklamaya yönelik yakalama kararı” vermiştir.

Tahliyelerinin ardından İstanbul Barosu’nda düzenlenecek bir etkinliğe katılmak için yola çıkan 4 avukat, baro binasının önünde haksız şekilde yakalanmış ve gözaltına alınmıştır.

Kolluğun ve yargının buradaki pratiği yeni değildir.

Davanın tutuklularından Av. Selçuk Kozağaçlı daha önce de aynı suçlamalarla -ki bu durum söz konusu dava bakımından mükerrer yargılama itirazının da temelini oluşturur- aynı biçimde aynı süreçlere maruz kalmıştır.

2012 yılında, yurtdışında iken bürolarına saldırıldığını ve hakkında bir soruşturma yürütüldüğünü öğrenen Kozağaçlı, haberi alır almaz ülkeye dönmüş ve fakat akıl almaz biçimde “kaçma şüphesi” ile tutuklanmıştır.

Bu pratiğe hiç de yabancı olmayan Av. Selçuk Kozağaçlı, hakkındaki hukuksuz kararıöğrenince yine bizzat kendisi adliyeye gitmiştir.

Av. Selçuk Kozağaçlı, açıkça hukuksuz bu karara karşı neden orada bulunduğunu “Bu kadar hukuk dışı, hukukun zerresinin olmadığı, ahlak dışı bir karara uymak için gelmedim… Sadece terbiyesizliklerini, korkularını ve utançlarını yüzlerine söylemek için geldim. Bir mahkeme kararıyla karşı karşıya değiliz. Mahkeme kararı uygulamak için gelmedim. Mahkemelerin bu kadar hukuk ve ahlak dışı kararlarına uyulması taraftar da değilim… Selçuk bir mahkeme kararına uymuş da gelmiş değil, bunlar mahkeme kararı değil. Bunlar hukuksal adli işlemler değil.” ifadeleriyle açıklamıştır.

17 Eylül 2018 günü, tahliye kararı veren Mahkeme Başkanı yerine bu dosyanın pek çok aşamasında yasaya aykırı şekilde farklı pozisyonlarda yer alan Akın Gürlek’in geçici olarak görevlendirildiği anlaşılmıştır.

Bu görevlendirmeyle birlikte mahkeme önüne çıkan Av. Selçuk Kozağaçlı, savunma yapma imkanı dahi tanınmadan ve müdafilerinin yokluğunda yeniden tutuklanmıştır.

Tahliye kararı veren heyetin ise tenzil-i rütbe ile görev yerleri değiştirilmiş ve Akın Gürlek’in başkanı olduğu İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti olarak görevlendirilmiştir.

Bu şekilde doğal yargıç ilkesinin de alenen çiğnenmesiyle birlikte yargılamanın seyri büyük ölçüde değişmiştir.

BU OYUNCU DEĞİŞİKLİĞİ NASIL BİR ANLAM TAŞIYOR?

Anayasa’nın doğal yargıç güvencesine ilişkin 37. Maddesi, “Hiç kimse kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.” hükmünü taşımaktadır.

Bu madde, hukuki uyuşmazlığın meydan geldiği anda yargılamayı yürütecek hakimin/mahkemenin kanunen öngörülebilir olması gerektiğini ifade etmektedir.

Ancak yargılama öncesindeki ve sonrasındaki pek çok fiili durum, söz konusu yargılamayı yürüten heyetin ve özellikle Mahkeme Başkanının doğal yargıç ilkesine göre belirlenmiş, bağımsız ve tarafsız hakimler olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Avukatlar hakkında bir soruşturma açılmasına sebebiyet veren itirafçı tanık B.E.’nin, gözaltına alındıktan sonra ilk sorgusu İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimi tarafından yapılmıştır. O dönem Sulh Ceza Hakimi sıfatıyla sorgulamayı yapan kişi Akın Gürlek’tir.

B.E. hakkında Akın Gürlek’in de dahil olduğu tahkikat sürecinde deliller toplanıp İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde davası açıldığında, Akın Gürlek bu kez de o mahkemenin başkanı olarak görevlendirilmiştir.

Aynı Hakim yine, avukatlar hakkında açılan soruşturmayla ilgili haber yapan ve haberinde tanık B.E.’ye de yer veren Cumhuriyet Gazetesi Muhabiri Canan Coşkun’a da “terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” suçlamasıyla 2 yıl 3 ay hapis cezası veren heyetin başkanıdır.

İleride dönemin önemli yargılamaları olarak anılacak ve pek çok hak ihlalinin vücut bulduğu yargılamalar olarak örnekleştirilecek pek çok siyasi yargılamada yine aynı ismi görmek ilginçtir.

Ancak bilhassa bu dava, bir yargılamayı yürütmek üzere bir heyetin kendi mahkemesinden komple alınıp aynı yargı çevresinde ve aynı derecedeki bir mahkemeye atanmasını ve elbette bunun ardındaki saikleri göstermesi bakımından son derece çarpıcıdır.

İKİNCİ GRUP DURUŞMALAR

03 Aralık 2018 tarihinde, ÇHD’li avukatlarının yargılanmakta oldukları dosyanın 2. grup duruşmaları başlamıştır. Yaşanan duruşma pratiği bizlere; yargılama makamlarının kendi varlıklarını üzerine inşa ettikleri “Hukuk Devleti” kavramını bile yeri gelince nasıl çiğnediklerini, artık duruşma salonlarında mevzu hukukun dahi uygulanmadığını somut bir biçimde göstermiştir.

Duruşmanın yapıldığı gün yürürlükte bulunduğuna şüphe olmayan ve ancak uygulamaktan imtina edilen, ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenleyen 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ne şekilde ihlal edildiğini tek tek açıklamak; Avukatlık mesleğine ve kutsal kabul edilen savunma hakkına yönelen saldırıların, bugün hangi boyuta ulaştığını göstermek açısından önemlidir.

O gün salonda yaşananların, yürürlükteki Ceza Muhakemesi Kanunu kapsamında bir yargılama faaliyeti olmaktan ne kadar uzak olduğu belki en iyi bu şekilde ortaya konulabilecektir.

03 Aralık 2018 tarihinde, artık Silivri Cezaevi Yerleşkesi’nde devam eden yargılamada, tutuklu bulunan sanıklar salona getirilmiş, müdafileri ile görüşemeyecek şekilde aralarında üç sıra jandarma ve yine etrafları da jandarmalarla çevrili halde mahsus bölüme alınmıştır.         

Tutuksuz yargılanan meslektaşlar da tutuklularla aralarında beş sıra ve diğerlerine göre ters köşede yer alacak şekilde oturtulmuşlardır.

Sanık müdafilerinden İzmir Baro Başkanı Av. Özkan Yücel, tutuklu müvekkiliyle görüşmek için yanına yaklaştığında duruşma salonunda bulunan Jandarma erleri tarafından engellenmiştir.

Avukat, müvekkiliyle görüşmek konusunda ısrarcı olunca bir Jandarma tarafından darp edilmiştir. Avukata yumruk atan jandarma salondan kaçırılırken Mahkemeden tanıklık ettikleri bu olay karşısında gereğini yapmaları için talepte bulunulduğunda Mahkeme Heyeti eylemsiz kalmış ve hatta salonu terk etmiştir.

Heyet salona döndükten sonra; İzmir Baro Başkanı Av. Özkan Yücel ve İstanbul Baro Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu söz almış, jandarmanın fiziki müdahalesine heyetin neden sessiz kaldığı sormuşlardır.

Baro Başkanlarının sorusuna Mahkeme Başkanı, salonda olduğu halde “Ben görmedim” diye yanıt vermiş, jandarma hakkında gerekli işlemlerin yapılması talebi ise sonuçsuz kalmıştır.

Yaşanan aleni bir hukuksuzluğun hukukçu ve dahası hukuk uygulayıcısı tanığı, bununla ilgili yasal sorumluluğunu yerine getirerek işlem başlatmaktan imtina ederek; artık sadece önüne konan dosyadaki belli usuli işlemleri uygulamak dışında hukuksal vasfı olmadığını tescil etmiştir.

Bu hadiseden sonra Mahkeme, önceki celse ara kararıyla çağrılmış tanıkların hazır bulunup bulunmadığı konusunda tespit yapmaksızın ve henüz tüm tutuklu sanıklar salona getirilmeden tutuksuz sanığın sorgusuna başlamak istemiştir. Avukatların usule ilişkin itirazları heyet tarafından dikkate alınmamıştır.

Tutuksuz sanıklardan Av. Ezgi Çakır, dosyadaki diğer sanıklar ve izleyiciler salona alınmadan savunmasına başlayamayacağını dile getirmiştir. Ancak bu da heyet tarafından dikkate alınmamış ve sanık derhal savunma yapmaya zorlanmıştır.

Tanıkların dinlenmesi aşamasına gelindiğinde mahkeme başkanı daha önce duruşmaya bizzat çağırmış olduğu tanığın sorgusunu güvenlik gerekçesiyle SEGBİS sistemiyle yapmak konusunda diretmiştir. Sanık müdafileri tanığın SEGBİS sistemiyle dinlenmesinin “tanığa doğrudan soru yöneltme hakkını” fiilen kısıtlayacağını, bu tanığın huzurda dinlenmesi gerektiğini, şayet tanık huzura getirilmeyecekse bu aşamada dinlenilmesinden vazgeçilmesini talep ettilerse de Mahkeme Başkanı tarafından bu talep reddedilmiştir.

Sorgusuna başlanan tutuksuz sanık Av. Ezgi ÇAKIR savunmasını yaptığı sırada Mahkeme Başkanı savunmaya fiilen müdahale ederek “CMK’nin 147. Maddesi uyarınca, yalnızca suç isnadıyla ilgili olarak savunma yapması” için ihtarda bulunmuştur. Sanık müdafiinin savunmanın içeriğinin bizzat suç isnadına ilişkin olduğu, savunmanın mahkeme tarafından engellenmemesi talebi “Avukatın araya girmek suretiyle sanığın savunmasını engellemesi” gerekçesiyle dinlenmemiştir.

Sanık müdafilerinin savunmalarına geçildiğinde onların savunmaları da Mahkeme Başkanı tarafından çeşitli biçimlerde birçok kez engellenmiştir.

Bir Duruşma Salonunda Sav Nereye Düşer Savunma Nereye?

Beyanları dosyanın bel kemiğini oluşturan tanık B.E.’nin kimliği dosyada gizli olmamasına karşın SEGBİS sistemi açıldığında tanığın yüzü gösterilmemiştir. Sanık müdafilerinin tanığın gizli tanık olmadığı, dolayısıyla yüzünün gösterilmesinin ve kimliğinin tespitinin zorunlu olduğu yönündeki talepleri önce teknik bir aksaklık dolayısıyla tanığın gösterilmediği gerekçesiyle geçiştirilmiş, devamında B.E. olduğu iddia edilen SESin yüzünün gösterilmemesi talebi üzerine Mahkeme Başkanı Savcıdan görüşünü sormuş, sanık müdafilerinin söz alma taleplerine rağmen kendilerine söz vermeyerek tanığın yüzünün gösterilmeden sorgusunun yapılması yönünde ara karar kurmuştur.

Avukatlar Mahkeme Başkanının duruşmayı yönetirken usule ilişkin hiçbir kurala riayet etmediği, avukatsız yargılama yapıldığı, bunun hukuken kabul edilebilir olmadığı konusunda itirazlarını dile getirdiğinde Mahkeme Başkanı bunu “salondan birtakım gürültüler geldiği görüldü” şeklinde tutanağa geçirmiş ve sanık müdafilerine duruşma düzenine riayet etmeleri hususunda ihtarda bulunmuştur.

Yalnızca bu bile, sav ile savunmanın kendi iddialarını, delillerini ve taleplerini ortaya koyacakları duruşma salonunu ve temelde muhakeme faaliyetini anlamsız bir noktaya sürüklemiştir.

Tüm itirazlara rağmen ve kimliği konusundaki şüphe giderilemeden tanığın dinlenilmesine geçilmiştir. Sanık müdafileri tanığa doğrudan soru yöneltmek istediklerinde bu da Mahkeme Başkanı tarafından fiilen defalarca engellenmiştir. Mahkeme Başkanı soru sayısını ve içeriğini kısıtlama girişiminde bulunmuş, soruların doğrudan sorulmasını engelleyerek ve içeriklerine müdahale ederek tanığa yönlendirici sorular sormuştur. Tanık, avukatların sorularına itiraz etmeksizin cevap verirken Mahkeme Başkanı bazı soruların sorulmasını kendi inisiyatifiyle engellemiştir. Sanık müdafilerinin bu husustaki itirazları da yine dikkate alınmamıştır.

Çapraz sorgu sırasında tanığın önceki ifadeleriyle çelişkili kısımlar ortaya konmuştur. Çelişkiye rağmen Mahkeme Başkanı tanığa önceki ifadelerini okumamış ve çelişkiyi gidermeden “Önceki ifadeleri okundu ve tanığın şimdiki beyanlarıyla arasında çelişki bulunmadığı görüldü” şeklinde tutanağa geçirmiştir.

Tanığın dinlenmesinden sonra avukatlar buna karşı beyanlarını dile getirmek istediklerinde yine fiili engellemeyle karşılaşmışlardır.

Daha sonra gizli tanıkların dinlenmesine geçilmiştir. Tanık sözünü bitirdiğinde avukatlara soruları olup olmadığı sorulmuş, sanık müdafilerinden Av. Bahattin Özdemir söz alarak tanığa doğrudan sorular yöneltmiştir. Bu sorgu sırasında tanığın yalan beyanda bulunduğu ortaya çıkınca Mahkeme Başkanı araya girerek bu sorunun sorulmasının dosya açısından faydalı olmadığı gerekçesiyle heyete dahi sormadan “Heyet olarak sorunun sorulmasının reddine karar verdiklerini” açıklamıştır. Sanık müdafilerinin kararın heyet olarak verilmediği konusundaki itirazları da dikkate alınmamıştır.

Mahkeme Başkanı yeniden sanık müdafilerine başka soruları olup olmadığını sormuştur.  Av. Bahattin Özdemir sorularının bulunduğunu söyleyerek söz almıştır. Kendisine söz verilmesi üzerine mikrofonu açılmış ve konuşmaya başlamıştır. Ancak bu kez de duruşma düzenini bozduğu, söz almadan konuştuğu gerekçesiyle dışarı çıkarılmak istenmiştir. Sanık müdafileri kendisine mahkeme tarafından söz verilen, mikrofonu dahi mahkeme tarafından açılan avukatın nasıl olup da söz almadan konuştuğu konusunda itiraz etmişlerdir. Seyirciler ve tüm sanık müdafilerinden itirazlar gelmeye başlamıştır. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı tüm seyircilerin ve seyirci kısmında oturan avukatların salondan çıkarılması yönünde ara karar kurmuştur.

Bütün bir usul kanununun çiğnenmesi ve yargılamanın fiilen avukatsız yapılmaya çalışılması karşısında sanık müdafilerinden Av. Bahri Bayram Belen söz alarak duruşmaya bu koşullar altında devam edilemeyeceğini bildirmiş ve avukatlar duruşma salonunu terk etmişlerdir.

Mahkeme bunun üstüne celseyi kapatarak; duruşmanın ertelenmesine, duruşmanın seyirciye kapalı olarak yapılmasına, her bir sanık için en fazla 3 müdafi sınırı uygulanmasına, Sanık Selçuk Kozağaçlı’nın duruşmada “şov” yaptığı gerekçesiyle sonraki celseye getirilmemesine karar vermiştir.

Sağdan Bakınca Aleni Soldan Bakınca Gizli Yargılama

4 Aralık 2018’deki duruşma öncesi Silivri Cezaevi yerleşkesi içerisindeki duruşma salonuna sadece önceki gün duruşmaya katılan avukatların alınacağı, seyircisiz (kapalı) duruşma yapılacağı için diğer avukatların salona alınmayacağı, her sanık için üç avukat sınırlamasının kesin olarak uygulanacağı bildirilmiştir.

Müdafilerin heyetle yaptığı uzun görüşmeler neticesinde üç avukat sınırı kaldırılmamakla birlikte o gün duruşmaya gelen diğer avukatlar da seyirci sıralarına alınmıştır.

Yargılanan meslektaşların müdafii Av. Bahri Belen, heyetin tarafsız olmadığını özellikle Başkan Akın Gürlek’in hem yargılanan avukatlara hem de müdafilerine karşı hasmane tutum içerisinde olduğunu söyleyerek tüm heyeti gerekçelerini belirterek reddetmiştir.

Ardından söz alan diğer müdafiler de gerekçelerini belirterek heyet üyelerini ve Başkan Akın Gürlek’i reddetmiştir. Ancak Mahkeme Başkanı sadece dört avukata söz vermiş diğer müdafilerin ve sanıkların bu konudaki beyanlarını almamıştır.

Bu sırada duruşma salonuna yakalarında “basın” olduklarını gösterir kartlarla basına ayrılan bölüme oturan bazı kişilerin TEM şubeden oldukları müdafiler tarafından söylenmiş, Mahkeme Başkanı Akın Gürlek’in sorusu üzerine bu kişiler de polis olduklarını açıklamışlardır.

Önceki duruşmalarda da olduğu gibi başından beri bu dosyanın oluşturulmasında görev alan polislerin duruşmaları ısrarla ve bizzat takip etmesi meslektaşların adil yargılanmayacaklarına dair en güçlü göstergelerden biri olmuştur.

Ayrıca yargılamanın süjesi konumunda olmayan, hatta bilhassa orada bulunmaması gereken kolluk personelinin, -avukatlar salona alınmazken- basın kartı verilerek, basına ayrılan bölüme oturtulmaları da yargının ne seyirde ilerleyeceği ve hem yargılanan avukatların hem de müdafilerinin bu dava boyunca ne gibi ihlallerle karşılaşacağının bir habercisi olmuştur.

Ve elbette ki bütün bu fiili durumlar, duruşma salonundaki düzeni sağlamakla görevli olan Mahkeme Başkanının bilgisi ve görgüsü dahilinde gerçekleşmiştir.

Müdafilerin reddi hakim talepleri, yargılamayı uzatmaya yönelik olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir. Yargılanan avukatlar hakimin reddine ilişkin kendilerine söz verilmesini istemiş ancak söz verilmemiş ve hatta “SÖZ ALMADAN SÖZ İSTEDİKLERİ” gerekçesiyle salondan çıkarılmışlardır.

Kendi reddi ile ilgili kendisi karar veren mahkeme, reddi hakim talebinin dile getirilmesine dahi izin vermemiş, baştan sakat olan bu yargılamayı tamamen anlamsız bir noktaya taşımıştır.

Müvekkillerinin salondan çıkarılması üzerine müdafilerin tamamı duruşma salonunu terk etmiştir. Salonda yalnızca yurtdışından gelen temsilciler, çevirmenler ve basın mensupları kalmıştır.

Sanıkların ve müdafilerinin yokluğunda başka bir dosyadan tutuklu tanık İ.Ö. dinlenmiştir.

Duruşmaların üçüncü ve son gününde, önceki ara kararlar doğrultusunda seyirciler salona alınmış ancak her bir sanık için üç müdafi sınırlaması devam etmiştir.

Duruşma tutuklu avukatların reddi hakim gerekçelerini tek tek belirterek tekrar tüm heyeti reddetmesi ile başlamıştır. Tutuklu avukatların reddi hakim talepleri de geri çevrilmiştir.

Dinlenen gizli tanıktan sonra savcının tutukluluk halinin devamına yönelik talebi alınmıştır.

Tutuklu avukatlar tek tek savcının talebine karşı beyanda bulunmuştur.

Tutuklu Avukatlardan Engin Gökoğlu’nun Mahkeme Başkanı Akın Gürlek’in ceza usulü bilmediği, duruşmayı yönetemediği yönündeki beyanlarından sonra Mahkeme Başkanı Akın Gürlek, bir gün önce de aynı şeylerin söylendiğini belirterek “içimde kaldı söyleyemedim. Marmara Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Ceza usulde Ahmet Gökçen’den 91 aldım. Bu rekordu ve hala kırılamadı” demiştir. Tutuklu avukatlardan Ahmet Mandacı’nın “Ben 100 aldım” demesi üzerine “Ceza Genel’den kaç aldın?” diyerek, akademik yeterliliğini ispatlamaya çalışmıştır.

Ancak yargılamanın yalnızca buraya kadar olan kısmında bile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun en azından 33, 147, 149, 153, 154, 182, 191, 192, 201, 203, 204, 205, 212 ve 215. maddelerini açıkça ihlal etmiş, en başından beri doğal yargıç ilkesine aykırı olarak başında bulunduğu yargılamada, bildiğini iddia ettiği ve bulunduğu konum itibariyle de bilmek zorunda olduğu evrensel hukuk ilkelerini hiçe saymıştır.

Duruşma salonunda mesleki yeterliliği konusunda beyanlarda bulunan Mahkeme Başkanı Akın Gürlek, yargılamanın bel kemiğini oluşturan itirafçı tanık B.E.’nin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlandığı soruşturma dosyasında sorgu hakimliği yapmış devamında açılan davada ise İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev almıştır.

Bütün bir yargılama usul kurallarına uygun yürütülseydi bile Mahkeme Başkanının bağımsız ve tarafsız bir hakim olmadığını ortaya koyan bu durum bizleri yargılamanın siyasi yaranmacı saiklerle yürütüldüğü ve kararın da bu şekilde belirleneceği yönünde ikna etmiştir.

İkinci grup duruşmalarının sonunda tutuklu avukatlardan Av. Ahmet Mandacı dışındakilerin tutukluluk hallerinin devamına, Av. Ahmet Mandacı hakkında ev hapsi adli kontrolü uygulanmasına, tutuksuz sanıkların haftada 1 gün olan imza atma şeklindeki adli kontrollerinin haftada 2 gün imza olarak uygulanmasına karar verilmiştir.

Ayrıca sanık ve müdafilerine tevsii tahkikat taleplerini sunmak için gelecek celseye kadar süre verilmiştir.

MÜTALAANIN DOSYAYA GELİŞİ

Mahkeme Heyeti, 10 Ocak 2019 tarihinde, önceki ara kararlarını hiçe sayarak ve sanıklar ile müdafilerinin tevsii tahkikat taleplerini beklemeden dosyayı esas hakkındaki mütalaayı almak üzere aceleyle Savcılığa göndermiştir.

Savunma haklarının bu şekilde alenen ihlal edilmesi üzerine tutuklu avukatlar, “adil yargılanma” talebiyle açlık grevine başlamışlardır.

Kendisinden 2 kez mütalaa istenen dosyanın asıl savcısı, dosyanın henüz mütalaa aşamasında olmadığını belirtmiştir.

Ancak 21 Şubat 2019 tarihinde, dosyada daha önce görev almamış bir savcı, 20 sanıklı ve onlarca klasörden oluşan bu dosyada beklenmedik bir hızla 1 hafta içerisinde esas hakkındaki mütalaasını dosyaya sunmuş ve tüm sanıklar hakkında cezalandırma talebinde bulunmuştur.

ÜÇÜNCÜ GRUP DURUŞMALAR

18-21 Mart 2018 tarihine bırakılan duruşmaların ilk günü yine önceki celselerde olduğu gibi sanık avukatlar, müdafiler ve seyirciler için birçok fiziki engel ve fiili müdahalelerle başlamıştır.

(Çizim: Murat Başol)

İlk gün sanık avukatlar ve müdafilerinin ilk itirazları da mahkemenin kendi ara kararlarına da aykırı şekilde ve henüz savunma delillerinin sunulmasına imkan tanınmadan alelacele dosyada mütalaa alınmasına yönelik olmuştur.

18 Mart günü duruşma başladığında söz alan tüm müdafiler, önceki ara karar doğrultusunda tevsii tahkikat taleplerini sunacaklarını, bu talepler alınmadan esas hakkındaki savunmalara başlanamayacağını belirtmiştir.

İstanbul Baro Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu söz alarak; bu davada adil yargılanma hakkının açıkça ihlal edilmekte olduğunu tespit etmek üzere 16 baro olarak burada olduklarını ifade etmiştir.                 

Ardından Mersin Baro Başkanı Av. Bilgin Yeşilboğaz söz alarak; hukuk devleti adına endişe duyduklarını, yargının tüm unsurlarının birlikte hukuk devletini korumak durumunda olduğunu dile getirmiştir.

Aydın Baro Başkanı Av. Gökhan Bozkurt ise; Mahkeme Başkanının vermiş olduğu talimatlar nedeniyle neredeyse duruşma salonunda bulunamayacağını ifade etmiştir. Sanıkların yalnızca adil yargılanma haklarını elde edebilmek için bile açlık grevi yapmak zorunda kaldıklarını belirtmiştir. Kendi kararlarına dahi uymayan bir mahkeme karşısında vatandaştan mahkeme kararlarına uymasının beklenemeyeceğini dile getirmiştir.

Adana Baro Başkanı Av. Veli Küçük; önceki ara karar bizzat mahkeme tarafından ihlal edilerek ve Cumhuriyet Savcısı neredeyse değiştirilerek zorla mütalaa alındığını belirtmiştir.

Diyarbakır Baro Başkanı Av. Cihan Aydın söz alarak; “Salon girişindeki talimat Mahkeme Başkanına aitse bu utanç vericidir.” şeklinde bir değerlendirmede bulunmuş ve heyete “Şu an tamamen formel bir yargılamayla karşı karşıyayız. Biz bu delillerin ortaya konuluş biçimiyle ilgili tartışamayacaksak neyin yargılamasını yapıyoruz?” şeklindeki sorusunu yöneltmiştir.

Heyetin savunmaları dinlemeden yargılamayı bir an önce bitirmek yönündeki tutumu karşısında “Savcı dinlemeden mütalaa vermiş, siz dinlemeden karar vereceksiniz, o zaman bu seremoniye ne gerek var” diye sormuştur.

Av. Cihan Aydın yalnızca usule ilişkin konuşmak üzere söz verildiği konusunda uyarılmıştır.

Av. Aydın “Neredeyse bizi ses tonumuz konusunda uyaracaksınız Sayın Başkan” diye karşılık vermiş ve beyanlarını bitirmeden duruşma savcısı derhal araya girerek tevsii tahkikat taleplerinin reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Heyet buna ilişkin karar kurmaya başlayınca salonda bulunanlar durumu protesto etmeye başlamıştır. Ardından duruşmaya ara verilmiştir.

Duruşma yeniden başladığında İzmir Baro Başkanı Av. Özkan Yücel söz alarak; Mahkemenin kendi ara kararından rücu etmesine ilişkin beyanlarını sunmuştur. Av. Özkan Yücel Mahkeme Başkanına, “Sevgili olsanız çekilmezsiniz. 5’e randevu veriyorsunuz 3’te gidip göremeyince başka yere yöneliyorsunuz.” diyerek yargılama boyunca sürdürdüğü tutumu eleştirmiştir.

Ardından, yargılama boyunca heyet olarak verilmesi gereken kararlarda bile göstermelik de olsa istişarede bulunmayan ve tüm kararların Mahkeme Başkanı tarafından alınıp uygulanmasına ses çıkarmayan heyet üyelerine, “Siz iradenizi başkan mı teslim ettiniz?” diye sormuştur.

Sözleri nedeniyle uyarılan Av. Özkan Yücel; “Sizi uyarmak, eleştirmek bizim görevimiz, bize aba altından sopa göstermeyin, dışarı atmakla tehdit etmeyin” demiş, “Avukatları görmemiş duymamış gibi yapmak kabul edilebilir değil. Söylenmemiş sözler üzerinden niyet okuyarak söylenecekler zaten değersizdir diyerek söz alma taleplerini reddedemezsiniz” diye devam etmiştir.

Devamla söz alan avukatlar tek tek yargılamanın alelacele, hiçbir usul kuralına, anayasaya ve bağlayıcı uluslararası sözleşmelere uyulmaksızın bitirilmek istendiğini dile getirmiştir.

İddia makamının dosyaya sunduğu deliller hakkında muhakeme yürütülemediğini, dosyadaki delillerin gerçekliği konusundaki şüphelerin giderilemediğini çünkü Mahkemenin bu delillerin tartışılmasına imkan tanımadığını, tanıkların usulüne uygun sorgulanamadığını ve bu haliyle bu kişilerden bazılarının var olup olmadığının bile şüpheli olduğunu dile getirmişlerdir.

Sözlü Duruşma ve Savunmayı Kaldırın, Arkasından Engizisyon Gelir*

19 Mart 2019 günü devam edilen duruşmanın sabahında tutuklu Av. Selçuk Kozağaçlı’nın beyanları yarıda kesilmiş, ardından tutuklu sanıklar zor kullanılarak salondan çıkarılmıştır.

Devamla müdafiler de salondan çıkartılmış, öğleden sonraki oturuma müdafilerin yokluğunda devam edileceği yönünde karar alınmış ve salonun kapıları kilitlenmiştir.

Öğleden sonra tutuklu sanıklar da salondan çıkarılmış ve sanıklar ile müdafilerinin yokluğunda bir takım ara kararlar alınmıştır. Bu kararlar tebliğ dahi edilmemiştir.

Üstelik tebliğ edilmeyen ve salona da alınmadıkları için herhangi bir şekilde öğrenme imkanı bulunmayan bu kararlardan birinde sanıklar ve müdafilerine esas hakkındaki savunmalarını ertesi gün yapmak üzere süre verilmiştir.

20 Eylül 2018 günü, yargılama, sanıkların ve müdafilerinin yokluğunda ve savunmaları alınmaksızın bitirilmiş ve 2 sanık hakkında tefrik kararı verilerek diğer tüm sanıklar hakkında ayrı ayrı mahkumiyet hükümleri tesis edilmiştir.

Mahkeme Heyetinin başından beri yargılamayı avukatsız olarak sürdürmek yönündeki direncine, defalarca kez adil yargılanma hakkı hilafına verdiği talimat ve kararlara, kararın zaten hazır olduğu bu nedenle savunmaya formaliteden bile söz hakkı tanınmadığına avukatlar, hukuk örgütleri, milletvekilleri, basın ve yurttaşlar endişeyle tanıklık etmiştir.

İSTİNAF SÜRECİ

Bu süreç de yerel mahkemedekinden farklı ilerlememiş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi uzun süreli hapis cezalarının çıktığı dosyada, duruşma istemine rağmen istinaf incelemesini dosya üzerinden yapmış ve yerel mahkemenin hükmünü aynen onaylamıştır.

Elbette bu şekilde yapılan bir incelemede yerel mahkeme tarafından yapılan hak ihlalleri de giderilememiştir.

Şu aşamada dosya halen Yargıtay’da görüşülmeyi beklemektedir.

SONUÇ OLARAK;

Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar, siyasi iktidarın temsilcilerinin hedef göstermesi üzerine hiçbir usuli kaygının gözetilmediği haksız bir soruşturma sürecine maruz kalmış, evleri, avukatlık ofisleri basılmış ve haksız olarak tutuklanmışlardır.

Pek çoğu bakımından 1 yılı bulan tutukluluk sürecinin ardından 2018 yılının Eylül ayında nihayet hakim karşısına çıkmışlar ancak bu kez de bağımsız ve tarafsız olmadığını gizleme kaygısı dahi gütmeyen bir heyet tarafından yargılanarak mahkum edilmişlerdir.

Hukuki tüm kanalların kullanıldığı, fakat siyasi yaranmacı saiklerle sürdürülen ve adil şekilde gerçekleştirilmeyen bu yargılamada iki meslektaşımız Av. Aytaç Ünsal ve Av. Ebru Timtik yalnızca adil yargılanabilmek için bedenlerini açlığa yatırmak zorunda kalmışlardır.

İki avukat, 5 Nisan 2020 tarihinde, Avukatlar Günü’nde, sürdürdükleri açlık grevini ölüm orucuna çevirdiklerini açıklamışlardır.

Her dönemde siyasi iktidarların en çok korktuğu ve en başta susturmak istediği sestir savunmanın sesi.

Siyasi iktidarın kendisine muhalif avukatları susturduğu an, yargılama içeriğinden bağımsız olarak tüm bir hukuk sisteminde hak savunusu tehlike altına girecek, hiçbir yurttaş güvende olmayacaktır.

İşte bu yüzden tehlike altındadır avukatlar, bu yüzden yargılanır, işkence görür, öldürülür.

Yukarıda izlenimlerimizin sunulduğu yargılama muhakkak ki bu davayı takip eden başta biz avukatlara ve tüm muhaliflere bir gözdağı verme amacı taşımaktadır.

Yüzlerce yıl önce kazanılmış hakların nasıl ayaklar altına alındığını, kamuoyunun gözleri önünde 20 avukatın nasıl bir yargılamaya maruz bırakıldıklarını, bu ülkede insanların adil yargılanmak adına seslerini duyurabilmek için yaşam hakkından vazgeçmek zorunda olduğunu gören bizlerin sorumluluğu da bu tanıklığı paylaşmak ve meslektaşlarımızın müdafiliğini yalnızca duruşma salonlarında değil her alanda yürütmek olacaktır.

Av. Neslihan Varol