Savunmaya yönelik her bir hak ihlali, biz müvekkil olan ya da her an olma ihtimali bulunanları iki defa hak ihlaline uğrattı. Avukatlara savunmanın nasıl baskılandığını sorduk...
Savunmaya yönelik her bir hak ihlali, biz müvekkil olan ya da her an olma ihtimali bulunanları iki defa hak ihlaline uğrattı. Avukatlara savunmanın nasıl baskılandığını sorduk…
Mart 2017’de başladığım bianet stajımın son günlerine yaklaşırken 6 Nisan 2017’de Çağlayan Adliyesi’ndeydim. Berkin Elvan’ın öldürülmesinin üzerinden üç yıl geçtikten sonra başlayan davanın ilk duruşması vardı. Dava öncesi Elvan’ın ailesi, arkadaşları ve avukatları tarafından yapılacak basın açıklamasını takip edecektim.
Referandum öncesinin yoğun gündemli günlerinden biriydi. Her yere yetişme kaygısıyla açıklama bittikten sonra hemen Taksim’e dönüp sanatçıların “Hayır” basın toplantısını izledim. Ofise dönerken telefonda kimlerle konuştuğumu hatırlamıyorum ancak adliyede avukatların adalet nöbeti tuttuğunu ve nöbete polisin saldırdığını öğrendim. Yakınlık bencillik doğuruyor maalesef. Bu yüzden olayı tam olarak algılayamadan sırayla sordum: Abim, Ramazan, Şule, Abbas iyiler mi?
Hepsi iyiymiş. Ancak ofise vardığımda periscope üzerinden yapılan bir canlı yayında, avukatların üzerlerinde bağımsız duruşlarının simgesi olan düğmesiz cübbeleriyle, yerlerde sürüklenerek gözaltına alındığını görünce, memleketin ahvali bencillik kaldırmıyor bir kez daha bildim, hemen adliyeye geri döndüm.
Adliyede öğrendiklerim ahvalin vahametini gösterir nitelikteydi. Avukatlar, Cumhuriyet Gazetesi davası kapsamında tutuklu bulunan meslektaşları Bülent Utku, Akın Atalay ve Mustafa Kemal Güngör için perşembe günleri adalet nöbeti tutma kararı almışlardı. Polis ise hepimizin olağan koşullarda adalete kavuşmak umuduyla gittiği adliyede haddi ve hakkı olmayarak nöbet tutan avukatlara saldırmış, bir avukatın burnunu, bir diğerinin de ayağını kırmıştı.
Türkiye’de adalet, eşitlik talep eden ve bunları savunan insanların başına gelenler avukatların da başına geldi. Üzerlerinde cübbeleriyle adliyelerden dışarı atıldılar, darp edildiler, haklarında gözaltı kararları verildi. Yetmedi, evleri basıldı, hazırlanan iddianamelerde, avukatlık görevlerini yapmaları dahi suç eylemi sayıldı. Türkiye’nin de tarafı olduğu uluslararası anlaşmalara uygun hareket etmeleri aynı iddianamelerde delil, mahkeme heyetleri içinse tutuklama gerekçesi oldu.
Olağanüstü Hal’in ilanından sonraysa avukatlar kendilerine kanunlarla tanınmış olmasına rağmen gasp edilen haklarını savunmaya geçmeleri durumunda duruşma salonlarından atılmaya başlandı. Keza, haklarında bir soruşturma olması durumunda müdafiliğini yaptıkları dosyadan keyfi olarak uzaklaştırılmaları gündeme geldi.
Özünde, avukatlara yapılan baskılara çokça şahit olur, “avukatlara dayak” başlıklı klasikleşmiş haberleri giderek daha sık okur olduk. Toplum olarak birçok sorunda yaptığımız gibi burada da “ama”larımızı öne sürdük: Ama siyasi, ama terör örgütünü savunuyor, gibi gerekçeler ürettik. Avukat Suat Eren’in 27 Nisan’da adli bir davanın duruşması esnasında duruşma salonundan karga tulumba atılması ise “ama”larımızı geçersiz hale getirdi.
Eren’in yaşadıklarıyla gördük ki ihlaller ve hak gaspları artık sadece siyasi davalarla ilgilenen avukatlara yapılmıyor, savunmanın baskı altına alınması için haklarınızı bilmeniz ve bunları savunmanız yeterli bir sebep sayılıyor.
Avukat Suat Eren’in maruz kaldığı muamele, siyasi davalara bakan avukatların yaşadığı hak ihlallerinin nasıl “sıradanlaştığı”nı ortaya koyuyordu. Buradan hareketle salt politik dava avukatlarını referans almadan, örneğin çevre davasıyla ilgilenen avukatların da neler yaşamış olabileceğini, mahkeme başkanlarının bu tarz davalardaki tavırlarını da merak ederek farklı alanlarda çalışma yapan avukatlarla bir dizi görüşme yapmaya karar verdik. Söyleşilerimizde avukatların savunma hakkı başta olmak üzere meslek hayatları boyunca karşı karşıya kaldıkları ihlalleri, OHAL’den sonra nelerin değiştiğini, müvekkillerinin statüsü, kimliği, cinsiyeti gibi faktörlerin kendilerine yapılan muameleyi nasıl etkilediğini konuştuk.
Ben bu yazı dizisini hazırlarken işe iade talebiyle 69 gündür açlık grevinde olan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça için İzmir’de adliyede dayanışma eylemi yapan avukatlar darp edildi. Yine İzmir’de aynı sebeple valilik önünde protesto eylemi yapmak isteyen üç kadın avukat sürüklenerek gözaltına alındı. Kayseri’de FETÖ/PDY soruşturması kapsamında “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuksuz yargılanan avukat Tarık Ünlüer’e aynı suçlamayla 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Cumhuriyet Gazetesi avukatlarının tutukluluklarının 200. gününde Ankara ve Antalya’da adalet nöbeti tutan avukatlara polis saldırdı.
Bu sohbetlerin her biri tanıdık soru ve cevaplarla başlayıp öncesinde benim bile kestiremeyeceğim yerlere gitti. Bağımsızlığını, umudunu ve adalet inancını kaybetmemiş farklı yaşlardan, cinsiyetlerden, örgütlenmelerden avukatlar, müesses nizamı değiştirebilmenin/onarmanın yollarını, özgürlük ve hak arayışı mücadelesinin her dönemde bir şekilde devam ettiğini ve bugün de muhakkak sürdürüleceğini anlattılar.
Savunmaya yönelik hak ihlallerinin avukatlar dışında hepimizi ilgilendiren farklı bir boyutu var. Zira, söz konusu her bir hak ihlali, biz müvekkil olan ya da her an olma ihtimali bulunanları misliyle mağdur ediyor. Bu iç bilgiyle dinledim her birini. Anlattıkları aslında hepimizin hikâyesiydi…
*toplumsalhukuk.net notu: Avukatlar ile yapılan röportajlar yazı dizisi olarak hergün bir yazı olarak paylaşılacaktır.