Adaletin yerine getirilmesi yetmez, aynı zamanda yerine getirildiğinin görülmesi gerekir
Sulh ve ceza hâkimlikleri ceza muhakemesi evrensel ilkelerine, AİHM ve Yargıtay içtihatlarına aykırı tutuklama ve tutuklamaya devam kararları alıyor, klişe gerekçeler kullanıyor, itiraz mercileri itirazları hiçbir gerekçe göstermeden reddediyor, anayasada da açıkça yasaklanmış olan genel müsadere sonucu doğuracak el koyma kararları veriyor
Ülkemizde ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukukunun genellikle siyasi rakiplerin ve muhalefet unsurlarının ortadan kaldırılmasında araç olarak kullanılması geleneği oluşmuş durumda. Özellikle ceza muhakemesi hukuku, geçici, meşru amaçla orantılı nitelikte olması gereken yakalama, gözaltına alma, tutuklama, arama, el koyma, iletişimi dinleme ve tespit etme gibi koruma tedbirlerinin uygulanmasında kötüye kullanılmaya en müsait hukuk disiplini. Bu bakımdan birçok masum insan evrensel hukuk ilkeleri çiğnenerek ve ceza muhakemesi kanunu kullanılarak soruşturmanın ve kovuşturmanın sonucu ne olursa olsun uzun süreler mağdur edilebiliyor. Bu nedenle ceza muhakemesi hukukuna masumların hukuku da denilir.
Hakkaniyete uygunluk
Çünkü uygulanan koruma tedbirleri, kişilik haklarımızı, özgürlüklerimizi doğrudan ilgilendiriyor ve tehdit edebiliyor. Ülkeler bu koruma tedbirlerine ilişkin ilkeleri anayasalarında belirterek hak ve özgürlükleri güvence altına almaya çalışıyor.
Suçlanan kişilerin haklarının korunması ilk kez ceza muhakemesi ilkelerine ilişkin düzenlemelerle 10/12/1948 tarihinde yayımlanan BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer aldı. Bu beyannamenin 5. maddesiyle işkence yasağı, 9. maddesiyle keyfi tutuklama ve hapsetme yasağı, 11. maddesiyle suçsuzluk karinesi, suç ve cezada kanunilik ilkesi geldi. 10. maddeyle de tüm insanlara hakkaniyete uygun ve aleni duruşma hakkı tanındı. Maddede ayrıca uyuşmazlığın esası hakkında açılan davayla ilgi olarak bir mahkeme tarafından karar verilmesini talep hakkı, mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri de yer aldı. Maddenin içinde “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı”na (fair hearing) yer verildi.
Adil yargılanma
“Fair hearing” (hakkaniyete uygun yargılanma) hakkı, 04/11/1950 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6. maddesinde, 19/12/1966 tarihinde de Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinde yer aldı. Sorgu ya da genel olarak muhakeme olarak açıklanan “fair hearing” kavramı yerine, bugün hakkaniyete uygun (adil) yargılanma hakkını karşılayan “fair trial” kavramı kullanılıyor. Bu kavramın kökü Magna Carta’dan alınan “due process of law” teriminden geliyor. ABD Anayasasına 5 No’lu ek olarak geçen bu kavram İngiltere’de “natural justice” ve “fair trail” olarak ortaya çıkmış.
Fair trail (hakkaniyete uygun-adil yargılanma) hakkı suç şüphesi altında bulunan kişinin tabii hâkim ilkesine uygun kurulmuş tarafsız ve bağımsız bir mahkemede yeterli savunma imkânları sağlanarak hakkaniyete uygun yargılanmasını içerir. AİHS 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı 1982 Anayasasının 36. maddesinde de yer alıyor.
Tarafsız ve bağımsız
Adil yargılanma hakkının temeli teminatlı, bağımsız ve tarafsız hâkimdir. Hâkim bağımsızlığı ve tarafsızlığı kavramları birbiri içine girmiş olup yargılamayı yürütürken ve karar verirken bağımsız olması gereken hâkim bunun sonucu tarafsız da olmak zorunda. Hâkimler özellikle yürütme organına ve siyasi partilere karşı bağımsız olmalıdır. Hâkim bağımsızlığı; hâkimin atandıktan sonra siyasi ve idari etki, telkin ve baskılardan uzak durması, ortamdan bağımsız hareket etmesidir. Yürütme açıktan ya da gizliden hâkimlere emir veremez, tavsiye ya da telkinde bulunamaz. Hâkimler de hiçbir merci veya makama hesap verme yükümlülüğünde değildir. Mahkeme dıştan bakıldığında da bağımsız bir görüntü vermelidir. Parti, iktidar ya da devlete bağlı hâkim görüntüsü ve izlenimi hâkimlere, hukuka ve hukuk devletine olan güveni yok eder, huzuru, istikrarı, siyasi ve toplumsal barışı bozar. Siyasi iktidarın talepleri doğrultusunda karar verilen yerde hukuk devletinden söz edilemez.
Adalet için
Kişi hak ve özgürlüklerinin teminatı olan bağımsız hâkim doğrudan ya da dolaylı olarak bir gücün veya otoritenin baskısı, yönlendirmesi ya da etkisi altına girmişse ceza muhakemesinin nihai hedefi olan adaleti sağlayamaz. Hâkimin bağımsızlığı ayrımcılık yasağının ve hukukun korumasından eşit bir şekilde yararlanmanın da garantisidir.
Hâkimin bağımsız olmasının sonucu aynı zamanda tarafsız olmasıdır. Bu tarafsızlık kendisini objektif ve sübjektif olarak gösterir. Kurumsal tarafsızlık olarak da adlandırılan objektif tarafsızlık, hâkimlerin yargılama ve karar süreçlerinde gerekli teminatlara sahip olduklarına ilişkin her türlü şüphenin izale edilmiş olması, toplumda ve kişilerde şüphe yönünde bir izlenim ve algının söz konusu olmamasıdır. Burada yürütme erki ile yargı erki arasındaki ayrılık önem taşıyor. Yürütmeyi temsil eden hükümet hâkimlerin özlük işlerinde, yetkili kurullar üzerinden onların atamalarında, nakillerinde, görevlerine son verilmesinde ve denetlenmelerinde etkili olabiliyor ve müdahalelerde bulunabiliyorsa, hâkim bağımsızlığından ve kurumsal tarafsızlıktan söz etme imkanı kalmaz.
Adaletin görülmesi
Objektif tarafsızlık konusunda önemli olan husus mahkemelerin yurttaşta adaleti sağlama konusunda güven uyandırma duygusudur. Bunun için de insanlarda hâkimleri tarafsız olan mahkemeler oluşturulduğu duygusunun yaratılmış olması önem taşıyor. AİHM Divan kararlarında belirtildiği gibi“Adaletin yerine getirilmesi yetmez, aynı zamanda yerine getirildiğinin görülmesi gerekir”.
Ayrıca mahkeme kararlarına özellikle tutuklama gibi özgürlüğü kısıtlayıcı kararlara yapılacak itirazları üst mahkemeler yerine bugünkü sulh ceza hâkimlikleri uygulamasında olduğu gibi güvencesiz kapalı devre sistemi içinde karara bağlamak da objektif tarafsızlık bakımından sorun oluşturur. Zira itirazları kapalı devre sistemi içinde karara bağlamak kişilerde endişe ve kaygı yaratır.
Sübjektif tarafsızlık ise hâkimin kişisel olarak önyargılı ve görüşleri bakımından taraf tutan bir eğilim içinde olup olmamasıyla ilgili bir durum.
Vahim durum
Ceza muhakemesi hukuku alanındaki koruma tedbirlerine hükmeden ve halen faaliyette bulunan sulh ceza hâkimliklerinin, adil yargılanma hakkının temel unsuru olan kanunen kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma ilkesi açısından durumu nedir? “Sulh Ceza Mahkemeleri uygulaması bütün bir ceza muhakemesi hukuku birikimini ve ilkelerini yok etti, hukuk güvenliğini ortadan kaldırmış, özgürlükleri tehlikeye attı.” Müdafi olarak yaptığım tespitlerle de doğruladığım gibi söz konusu hâkimlikler ceza muhakemesi evrensel ilkelerine, AİHM ve Yargıtay içtihatlarına aykırı tutuklama ve tutuklamaya devam kararları veriyor, klişe gerekçeler kullanıyor, itiraz mercileri itirazları hiçbir gerekçe göstermeden reddediyor, anayasada da açıkça yasaklanmış olan genel müsadere sonucu doğuracak el koyma kararları veriyor. Hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı bakımından durum vahim olmanın ötesinde.
*Ümit Kardaş(Emekli askeri yargıç, hukukçu)